Himmet UÇ
Marks ve Bediüzzaman trankritiği
Marks’ın ütopik tarafı Allah’ı, mülkiyeti, devleti gereksiz görmesidir. Bunları kabul etmeyen bir insan tipi üretmek istemektir. Terry Eagleton anlatır:
“Marksizmin amacı bedene yağmalanmış güçlerini iade etmektir. Ama bedenin duyularına yeniden kavuşması için özel mülkiyetin ortadan kaldırılması gerekir. Bu yüzden özel mülkiyetin ortadan kaldırılması insanın tüm duyularının ve özniteliklerinin özgürleşmesidir. Ama bunların insani duyular ve öznitelikler oluşu da bu özgürleşme sayesindedir. Göz bir insan gözü olmuştur, tıpkı nesnesinin toplumsal ve insani bir nesne olduğu nisan için, insan tarafından yaratıldığı gibi. Dolayısıyla duyular, dolaysız pratiklerde kuramcı olmuşlardır. Nesnelerle kendileri için ilişkiye girerler, ama nesnenin kendisi nesnel ve insani bir ilişkiyle kendisine ve insana bağlıdır. İhtiyaç da zevk de böylece bencil olmaktan çıkmış doğa da salt yararı terk edip insani yaratı benimsemiştir.” (Terry Eagleton, Estetiğin İdeolojisi, s 252)
Eagleton yorum yapmaz, nakletmekle yetinir. Ama Marks’ın anlattığı ve hedeflediği tam bir ütopya. Namık Kemal’in hürriyet hissinin kaldırılması ile ilgili bir beyti var, bu beyit mülkiyet hissi için de uygulanabilir.
Ne mümkün zulm ile bîdâd ile imhâ-yı hürriyet
Çalış idkâki kaldır muktedirsen âdemiyetten
İnsanda hürriyet fikrini kaldırmak ancak idrakteki hürriyet hissini kaldırmakla mümkündür. Yoksa imkansızdır. Mülkiyet hissi de insanda vardır, idrakinde vardır, kendinin olan şeye sahip olmaktan haz duyar, bu hissi de hürriyet hissi gibi kaldırmak mümkün değildir.
Bediüzzaman, kendisine sorulan bir soruya cevap verirken, Sosyalizm ve Komünizmin bazı yönlerine cevap verir:
“Ehl-i dünya tarafından deniliyor ki: “Sen neden bizden küstün? Bir defa olsun hiç müracaat etmeyip sükût ettin. Bizden şiddetli şekvâ edip ’Bana zulmediyorsunuz’ diyorsun. Halbuki bizim bir prensibimiz var, bu asrın muktezası olarak hususî düsturlarımız var. Bunların tatbikini sen kendine kabul etmiyorsun. Kanunu tatbik eden zalim olmaz. Kabul etmeyen isyan eder. Ezcümle, bu asr-ı hürriyette ve bu yeni başladığımız cumhuriyetler devrinde, müsavat esası üzerine tahakküm ve tagallübü kaldırmak düsturu bizim bir kanun-u esasîmiz hükmüne geçtiği halde, sen kâh hocalık, kâh zâhidlik suretinde teveccüh-ü âmmeyi kazanarak, nazar-ı dikkati kendine celb ederek, hükümetin nüfuzu haricinde bir kuvvet, bir makam-ı içtimaî elde etmeye çalıştığın, zâhir halin ve eski zamandaki macera-yı hayatının delâletiyle anlaşılıyor. Bu hal ise, şimdiki tabirle, burjuvaların müstebidâne tahakkümleri içinde hoş görünebilir. Fakat bizim tabaka-i avâmın intibahıyla ve galebesiyle tezahür eden tam sosyalizm ve bolşevizm düsturları bizim daha ziyade işimize yaradığı için o sosyalizm düsturlarını kabul ettiğimiz halde, senin vaziyetin bize ağır geliyor, prensiplerimize muhalif düşüyor. Onun için sana verdiğimiz sıkıntıdan şekvâya ve küsmeye hakkın yoktur.”
Elcevap: Hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-u fıtrata muvafık hareket etmezse, hayırlı işlerde ve terakkîde muvaffak olamaz. Bütün hareketi şer ve tahrip hesabına geçer. Madem kanun-u fıtrata tatbik-i harekete mecburiyet var; elbette fıtrat-ı beşeriyeyi değiştirmek ve nev-i beşerin hilkatindeki hikmet-i esasiyeyi kaldırmakla, mutlak müsavat kanunu tatbik edilebilir.
"Evet, ben neseben ve hayatça avam tabakasındanım. Ve meşreben ve fikren, müsavat-ı hukuk mesleğini kabul edenlerdenim. Ve şefkaten ve İslâmiyetten gelen sırr-ı adaletle, burjuva denilen tabaka-i havassın istibdat ve tahakkümlerine karşı eskiden beri muhalefetle çalışanlardanım. Onun için, bütün kuvvetimle adalet-i tâmme lehinde, zulüm ve tagallübün ve tahakküm ve istibdadın aleyhindeyim.
"Fakat nev-i beşerin fıtratı ve sırr-ı hikmeti, müsavat-ı mutlaka kanununa zıttır. Çünkü Fâtır-ı Hakîm, kemâl-i kudret ve hikmetini göstermek için, az birşeyden çok mahsulât aldırır ve bir sayfada çok kitapları yazdırır ve birşeyle çok vazifeleri yaptırdığı gibi, beşer nevi ile de binler nevin vazifelerini gördürür. İşte o sırr-ı azîmdendir ki, Cenâb-ı Hak, insan nevini, binler nevileri sümbül verecek ve hayvânâtın sair binler nevileri kadar tabakat gösterecek bir fıtratta yaratmıştır. Sair hayvânat gibi kuvâlarına, lâtifelerine, duygularına had konulmamış; serbest bırakıp hadsiz makamatta gezecek istidat verdiğinden, bir nevi iken binler nevi hükmüne geçtiği içindir ki, arzın halifesi ve kâinatın neticesi ve zîhayatın sultanı hükmüne geçmiştir.
İşte, nev-i insanın tenevvüünün en mühim mayası ve zembereği, müsabaka ile, hakikî imanlı fazilettir. Fazileti kaldırmak, mahiyet-i beşeriyenin tebdiliyle, aklın söndürülmesiyle, kalbin öldürülmesiyle, ruhun mahvedilmesiyle olabilir. Evet, şu hürriyet perdesi altında müthiş bir istibdadı yaşayan şu asrın gaddar yüzüne çarpılmaya lâyık iken ve halbuki o tokada müstehak olmayan gayet mühim bir zâtın yanlış olarak yüzüne savrulan kâmilâne şu sözün,
Ne mümkün zulm ile, bîdâd ile imhâ-yı hürriyet?
Çalış, idrâki kaldır, muktedirsen âdemiyetten!
sözünün yerine, bu asrın yüzüne çarpmak için ben de derim:
Ne mümkün zulm ile, bîdâd ile imhâ-yı hakikat?
Çalış, kalbi kaldır, muktedirsen âdemiyetten!
Veyahut,
Ne mümkün zulm ile, bîdâd ile imhâ-yı fazilet?
Çalış, vicdanı kaldır, muktedirsen âdemiyetten!” (Lemalar s 175)
Bediüzzaman “kainattaki kanun-ı fıtrata muvafık hareket etmek”den kastettiği sosyalizmin ve komünizmin yaratılış kanunlarına uygun olmadığını söyler. Namık Kemal idrakten, Bediüzzaman ise yaratılış kanunlarından hareketle konuyu ibtal ederler. Fıtratı ve hilkatı değiştirmek mümkün olmadığına göre, Marks ve etrafındaki Marksist ideolojinin temsilcileri bunlara uygun düşünmüyorlar demektir. Kainatı kendi kendineliğe, hilkati tabiata, insanı mülkiyetten ve vatan hissinden ayırmaya ve daha birçok yaratılışa aykırı iddialarla ortaya çıkan sosyalistler, kömünistlerin hareketleri şer hesabına geçmiştir, demek ister. Mutlak eşitlik de insanın yaratılışına aykıdır.
Bediüzzaman sosyalist düşüncenin temel temalarına bakış açısını açıklar. Kendisinin de avam tabakasından olduğunu meşreb ve fikir olarak da insanların hukuk önünde eşitliğine inandığını, şefkatinden ve adalet sırrından dolayı da burjuva denilen havas tabakasının baskı ve zulümlerine karşı olduğunu belirtir. Yani Bediüzzaman ile Marks burada işçi sınıfının, avam tabakasının, patronlar, zulmeden işverenler tarafından ezilmesine karşıdırlar. Zulüm, tagalüb, tahakküm ve istibdadın aleyhinedir. Umumi adalet fikrinin takibcisidir.
Bediüzzaman mademki avamın ezilmesine karşıdır, onların haklarını korumak için mücadele eden ve dünya işçilerinin patronlar önünde haklar elde etmesine karşı değildir demektir. Burada iki şahıs birleşirler. Marks’ın yaptığı en büyük iş işçi sınıfına patronlar ve işverenler önünde koruyan örgütlenmeyi sağlamasıdır. Ama daha sonra bu örgütlenme Rusya ‘da devletin zulmetme aygıtının eline geçmiştir. Marks kurduğu sistemin işçiyi kurtarmak değil ona zulmetmek için araç haline dönüştüğünü ne yazık ki görememiştir.
Prof Singer, Marks’ın fikirlerinin saptırıldığını anlatırken, Marks’ın kızı ile olan bir konuşmasını nakleder. “Marks bir özgürlük filozofudur. O özgürlüğü her şeyin üstünde tutmuş , baskıdan nefret etmiştir. Bir seferinde kızı tarafından en nefret ettiği kötülüğü yazması istenince, O, “Kölelik” karşılığını vermiştir. Oysa kölelik Stalin’in totaliter yönetimi altında yaşamınızı sürdürebilmek için ihtiyaç duyduğunuz tek şeydir. Yine de bu fikirlerin yanlış uygulandığı doğrudur. Onlar çarpıtılmışlardır.” (Bryan Magee, Büyük Filizoflar, s 214)
Karl Marks, Hegel’i ters çevirmiştir, Lenin ve Stalin de Marks‘ı ters çevirmişlerdir, olan insanlığa yüzbinlerce masum insanlara olmuştur. Bediüzzaman “Bütün hareketi şer ve tahrib hesabına geçer” der ki bu cümlede Hegel’den kaynaklanan sosyalizm ve nazizmin nasıl büyük şer ve tahriblere neden olduğunu söyler. Bediüzzaman çok az söyler, ama kullandığı cümleler, çok genişliği olan tarihe, hale ve istikbale bakacak genişlikte cümlelerdir. Marks, Hegel, Stalin, Lenin ve devamları bu zulümlerin sorumlusu olmaktan çıkabilirler mi? Bediüzzaman Marks’ın ateizmine, materyalizmine karşıdır, ama Avamın, özellikle işçilerin aşağılanmasına ve haklarının gasbına karşıdır, Bediüzzaman da karşıdır. Ama Bediüzzaman mutlak eşitliği imkansız görür, o hukuka inanır. Marks’ın görüşleri ise başlangıçta işçi sınıfının sırtını yerden kaldırmış, ama daha sonra işçi sınıfı bir başka sömürü örgütünün eline geçmiştir.
Prof Singer ile Bediüzzaman fitrat noktasında hareket ederler, yanlışı görürler. Bediüzzaman “Beşerdeki kanun-ı fıtrata aykırı” der. Singer de “Ben Marks’ın insan doğasının değişeceğine inanırken yanldığını düşünüyorum” der. (aynı eser s 215)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.