Himmet UÇ
MedresetüzZehra, Bediüzzaman’ın yetmiş yıllık davası
Bediüzzaman 1894’te Van’a geldiğinde bir din alimi olmanın yanında bir entelektüeldir. Fenni bilimleri okur coğrafya hocasını ilzam eder, kimya hocası ile münazara eder. Klasik ve normatif medrese ilminden farklı düşünür. O yıllar için söylemiş olduğu bir kayıt onun daha o senelerde bir üniversitenin hayali ile yaşadığını gösterir. Horhor’daki talebelerini bir üniversitenin ilkokul öğrencileri olarak ifade eder. “Medreset üz Zehra’ın Mekteb-i ibtidaisi ve Van’ın yekpare taşı olan kalesinin altında bulunan Horhor Medresem.”
Henüz onyedi on sekiz yaşlarında bir üniversite hayali ile yaşamak ve talebeleri ve arkadaşlarına fenni bilimleri zorunlu görüp onlara medresenin donmuş, genişlemeyen skolastik yapısına aykırı bir eğitim verir ve o okulu bir ilkokula benzetir. O gün kafasında bir üniversitenin hayali vardır, onu gerçekleştirmek için çabalar. Nasıl böyle bir düşünceye zehab etmiştir? Bugün biz ilahiyat fakültelerini dini ilimlerle beraber fenni ilimlerle birlikte okutamıyoruz, halbuki fen ve din birlikteliği olmayan bir din eğitimi skolastik ve teslimiyetçi yapısı ile asrın canavar fenni ve ilmi bilgileri ile baş edemez. Hala bu ülke Bediüzzaman’ı anlamış değildir. Haydi ilahiyat fakültelerinin yapısını değiştirelim, kimya, fizik, matematik, felsefe, bilim tarihi ile beraber Arapça, Farsça, fıkıh, kelam okutalım bakalım ortaya nasıl insanlar çıkacak? Bir yiğit aranıyor, hep ertelemekle bir yere varılmaz.
Hayalindeki üniversiteyi şu romantik cümleleri ile anlatır, ne kadar maksadı için yaşamış bir kafa ve hayal yapısını ifşa eder bu cümleler: ”Ey üç yüz sene sonra gelenler şu kalenin başında bir medrese-i Nuriye çiçeğini yapınız. Cismen dirilmemiş fakat ruhen baki ve geniş bir heyette yaşayan Medreset üz Zehra.“ Ciğeri yanmış bir alim ve talebi hakikat.
Van ‘da bulunduğu sırada bir üniversite açacak büyük proje sahibi gibi okur ve çalışır. “Van ‘da bulunduğu vakit merhum vali Tahir Paşa Avrupa kitaplarını tetebbu ederek, kendisine sualler tertip edip sorardı Bunlardan hiçbirine cevapta tereddüd etmezdi. Bir gün kitapları görür ve Tahir paşanın bunlardan sual tertip ettiğini anlayarak az bir zamanda kitapların muhtevasını elde eder. O zamanda en büyük gaye ve düşüncesi Mısır’daki Cami ül Ezhere mukabil Bitlis ve Van da Medreset üz Zehra isminde bir darülfünun vücuda getirmekti. Bu teşebbüsünü kuvveden fiile çıkarmak niyetinde olup bunu tasarlıyordu.” Bugün talebelerinin yapacağı şey o kitapları okumak ve onlardan ilahi yollar ve yorumlar çıkarmak, geç kalmadık mı?
Erzurum’daki üniversite açılırken, üniversitenin dinden uzak muhitinden rahatsız olan Kırkıncı Hoca Efendi Hazretleri üniversitenin nihilist yapısını ona haber verir. O da “Orası benim üniversitem olacak“ der. Bunlar eserlerde anlatılır. “Şimdi Atatürk üniversitesi denilen bu darülfünunun küşadına üstadımız Said Nursi elli seneden beri büyük bir gayretle çalışmıştır. Üstadımız ittihadçılara muhalif olduğu halde onlar ve Sultan Reşat bu darülfununun inşası için ondokuz bin altın tahsis etmiş, Van’da Üstadımız temellerini atmıştı. Fakat harbi umuminin vukuuyla geri kalmıştı. Sonra devr-i Cumhuriyetin ibtidasında üstadımız Said Nursi‘nin Ankara’dan meclisi mebusana istenmesiyle Üstadımız tekrar teşebbüse geçmişti. Şark darülfünunun tesisi için 150 bin banknotun 200 mebustan 163 mebusun imzası ve Mustafa Kemal’in tasdiki ile verilmesine karar verilmişti. Demek ki şarkın en mühim meselesi o zaman o üniversite idi. Şimdi yirmi derece daha ziyade ihtiyaç var. Nihayet yine Üstadımızın maddi ve manevi gayret ve teşvikleri neticesinde yapılmasına bu hükümet-i islamiye zamanında karar verildi.“
Bu üniversite ne yapacak? “Bu darülfünun hem İran hem Arabistan hem Mısır ve Afganistan hem Pakistan ve Türkistan ve Anadolu’nun merkezinde bir kalp hükmündedir ve hem bir Camiül Ezher ve Mehdeset üzZehra’dır.“ Üniversitenin ders programları ve dersleri Risale-i Nur’dur. “Şark darülfünunun ilk müteşebbisinin bir ders kitabı olan ve ulum-ı müsbete ve fenniye ile ulumu imarniyeyi barıştıran ve otuz seneden beri bütün filozoflara meydan okuyan ve resmi ulemaya dokunduğu ve eski hükümete resmen mübareze ettiği halde bütün bunlar tarafından takdir ve tahsine mazhar olan ve mahkemelerde beraat kazanan Risale-i Nur’un bu vatan ve millete temin ettiği asayiş ve emniyettir ki İslam memleketlerinde hususan Fas’ta, Mısır ve Suriye ve İran gibi yerlerde vuku bulan dahili karışıklıkların bu vatanda görülmemesidir.“
Medreset üz Zehra onun hayatını anlatan biyografisinin de en mühim meselesidir. Öyle ya bir insanın hayatının en önemli gayesi bir üniversite inşası ise onun hayatını anlatan entelektüel ve ilmine dikkat çeken hayatının da en önemli gayesi bir üniversitedir. Tarihçe, edebiyat tarihinin klasik biyografi mantığının dışında önemli ve orijinal bir biyografidir. Bizim edebiyat profesörlerimiz hayatı, sanatı eserlerinden parçaları daha aşamamışlardır. Elbette aşamazlar, her devirde edebiyat bir mümtaz kesimin elinde ulufe olursa bunlar olmaz. Sartre, Emanuel Kant, Mozart, Niçe, Scihellling, Tolstoy, Wittgenstein, Bach, Kierkegard daha birçok büyük adamın bende biyografileri var. Hiçbiri bizim dehaların ürettiği biyografilere benzemiyor. Bediüzzaman’ın biyografisinde sürgünde ve hapiste ve mahkeme yıllarından bahseden cümleler azdır. O kendini sorun yapmaz onun sorunu eserleridir. Münacaat, Ayet ül Kübra, mektupları ve davası yüklenmiştir. Hiçbir biyografi kitabına bir yazarın hayatı dışında eseri yüklenmez. Bediüzzaman bugün dahi varamadığımız bir boyutta biyografi yazdırmıştır. Onu hala anlamamışızdır, Ben Necip Fazıl’ın kimsenin yazamayacağı entellektüel boyutunu yazdım. Alim profesörümüz beni Necip Fazıl Kısakürek sempozyumuna almıyor. Üstelik Bediüzzaman’dan beslenmiş! Vay canına!
İlim ilim bilmektir ilim film bilmektir, sen film bilmez isen ya nice okumaktır. Tarihçenin hedefinde yani metinlerin hedefinde üniversite vardır. Bu cümlenin altındaki mana nasıl anlaşılır, bir kitabı bir üniversitenin programı gibi görmek. Harika bir tesbit. Bediüzzaman’ın eserleri kendinin bütün tezlerinin çekirdeklerini taşır, ama talebeleri o çekirdekleri açmakla yükümlüler. Bediüzzaman mufassal konuşmaz, çünkü mufassal olsa idi eserleri ondört cilt değil yüz cilt olurdu. Nasıl bir avuç tohumda binlerce bitki gizli ise eserler de öyledir. Bir paragraf okuyup saatlerce başka şeyler anlatmak o çekirdeklere dikkat çekmemek günahtır. Bediüzzaman’ın metinlerine hakarettir. İnsan kendini eleştirmeli, iki kelimenin manasını söylese metin çözülecekken yumurtaları bırakıp bahçede dolaşan tavuklar gibi koşuşturmak… Oturdum ağladım, bu Bediüzzaman’ı anlamamaktır. Kim nerede durursa dursun, lütfen metinleri çözmeyi öğretelim millete. Hocaefendi eserlerden onlarca eser çıkarıp lise ve üniversite öğrencilerinin önüne koydu, sağolsun. Biz ne yaptık?
Her faaliyet bu büyük üniversitenin kompleksinde bir yer almıştır. O kadar ciddi bir cümle ve mana inşa tarzı var. Barla’daki iki katlı bina onun Medresesi üniversitesinin çekirdeğidir. “Barla’daki dokuz senelik ikametgahı olan ve Risale-i Nur’un birinci dershanesi, hem altı vilayet genişliğindeki Medrest üz zehra’nın çekirdeği bulunan hanesi.” Gerçekten Medreset üz Zehra bu iki katlı evden çıkmıştır, üniversitenin bütün ders programları ve perspektifleri ve yorumları, muhiti buradaki eserlere yüklenmiştir. Lem’alar, Sözler, Mektubat ve Barla Lahikası bu yılların mahsulüdür. Bediüzzaman‘ın akaidi ve ilmi bütün mesaili bu üç kitapta vardır, talebeleri ile münasebet ağı da burada çizilmiştir. Barla lahikasında Bediüzzaman’ın yönetici kişiliği ve Üniversitesinin rektörü olan kişiliğinin bütün ipuçları vardır. Ne gariptir o kitaptaki yönetimi hiç kimse devam ettirememiştir. Bediüzzaman’ın kişilik ve mizacı yok, herkes kendi mizacının gereğini yapıyor. O kadar vardır ki Bediüzzaman Hulusi Beye 1929’dan sonra yazdığı bir mektubunda ondan “Benim işim bitmiş midir?” diye sorar. O da bitmediği yolunda yorumlar gönderir, görevinin devam edeceğini, eğer bitecekse Nebiyyi Zişan bir işaret verebilir diye konuşmalar yapar. Üstada fikirleri Peygamberin ruhuna sığınarak cevap verir. Altmış yaşına yaklaşmıştır, demek gitmek istemekte ve vazifesinin bittiğine kanaat getirmektedir. Ama Hulusi Abi eserlerinin tenkid edilmemesinin, edilmeyeceği anlamına gelmeyeceğini bunu kendisinin yapacağını söyleyerek ona rota belirler. Bediüzzaman bu isteğinden sonra otuz yıl daha yaşar, köprünün altından çok sular geçer çileler artarak devam eder. Hapisler, mahkemeler, yeni telifler, birbirini takib eder. 1956’da Gençlik Rehberi mahkemesi ile din hürriyeti kazanılır ve Bediüzzaman ferdasına çekilir.
Risale-i Nur’un muhtevasına bakınca Bediüzzaman bütün bilimlere getirdiği yeni yorumlarla ilgili paragraflar ve pasajlar ortaya koymuştur. Bunlar ile talebelerine bu paragraflar örnek metinlerdir. “Siz de bu tür metinler ortaya getirip kitaplar yazabilirsiniz” demek ister. “Her bir fen kendi lisanı mahsusu ile Allah’tan bahseder” demek o lisanı mahsusu hususi lisanı o yakalamıştır, bize de yakalamak için amirane konuşur, işaretler verir. Bu paragraflardan tanrısal pencereli ama ilimden kopmayan dine sığınmayan metinler elde edilebilir. Yazılan biyoloji kitabı fen ağırlıklı bir kitap olmalı yoksa her satırda Allah lillah diyen kitap camiye gitmeli. Edebiyat ve sanatta, dinde, din-sanat, din-edebiyat dengesi vardır. Her tarafına dini boca eden bir metin siyah beyaz metindir. Onu vaaza çevirir, her tarafına ideoloji yüklenen bilim de manifesto veya bildiriye döner. Bediüzzaman metinlerini din-sanat dengesine göre kurmuştur. Avner Ziss böyle söyler, metni değerli kılan metinde dengenin sağlanmasıdır. Metin armonisi bunu gerektirir. Birçok yazarımız ulumu şetta metinleri gibi konuşur, sabık kitapların üslubundan Bediüzzaman’a geçemez. Bediüzzaman manen medresenin devamıdır fiilen değil.
Barla’dan sonra Isparta “Medreset üz Zehra’yı ekberdir, Medrese-i Nuriye-i Kübra’dır.” O hayatında hep bu üniversiteyi hayal ederek yaşamıştır. Ta Van ve Horhor yıllarından bu tarafa yürüyen ve büyüyen bir projedir. “Said çok zaman medreset üz Zehra’yı hayal ederek çalışmış, Cenab-ı Hak kemal-i merhametinden Isparta’yı o Medreset üzZehra hükmüne getirdi.” Şimdi Üstadları hep medresenin hayali ile yaşamış ya biz neyin hayali ile yaşıyoruz? Gerçek diyorum biz neyin hayali ile yaşıyoruz? Talebe demek onun gibi düşünmek demek. Aramızda dünya birinci sırada. Debdebe bizi içten çökertiyor. Bu üniversitenin hayalini gerçekleştirmek gece gündüz çalışan dil öğrenen yeni metinler deneyen bir akademik çalışmanın mahsülü olabilir, yoksa mütehavin çalışma bu tür şeyleri yapamaz. Oturup da metinlerde kaç çeşit ilimin hususi lisanını anlattığını anlayan ve üniversitenin ders programlarını planlayan kaç kişi var? Eleştirinin olmadığı yerde gelişme olmaz, öyle bir despot hava kurulmuş ki haddine mi düşmüş eleştiresin. Ama batıyı batı yapan eleştiri Çariyarın arasında hatta Nebiyyi zişanın hayatında eleştiri önemli. Bediüzzaman büyük bir eleştirmen, İstanbul da haklı olarak Yeni Şafak yazarı Yusuf Bey eleştiri getirdi çünkü beş kişilik bir masadan üç kişi kalkıp dışarı çıktı. Kahve dili ile metne nüfuz etmeden, hala eski harmanları savurmakla ilim olmaz. Bizi bizim dışımızda insanların eleştirmesi lazım yoksa herkes kendini pir başkasını zir görüyor.
Bediüzzaman, eserleri Medreset üz Zehra’nın fütuhatçı mahsulatı olarak niteler. Eğer bu eserlere mukabil onlardan istifade edilerek fenni ve edebi kitaplar yazılsa ülkenin bütün sınıfları bir anda bir bilimlerle sanat edebiyat ve din arasında pencerelerini açmış bir durumu gelecekler. Öğrenciler hem ilim hem din öğrenecekler. Sanat ve edebiyat ve fenden arınmış din ile insanlar bir yere varamazlar. Bu yüzden Bediüzzaman dini anlatırken sanatın edebiyatın kalıplarını kullanır, münazara der mülakat der, münakaşa der temsili hikaye der.
Batı dünyası insanı ilimlerin sanatın ve felsefenin kainata insana ve Allah’a açık olmayan koridorunda bunaltmıştır. Bu koridoru batılı bazı muvahhid filozoflar kısmen açtılarsa da natüralist ve materyalist filozoflar onların isbatiyeci olmayan yorumlarını yıktılar ve dünyayı nihilizmin karanlığına ittiler. Bediüzzaman modernizmin bu temel kaynakları olan ilim sanat fen ve edebiyatı, felsefeyi eleştirel gözden geçirdi ve ortaya bütün dünya için geçerli metinler koydu. Eserlerinde sanat kaynaklı on sekiz bin kelime kullanan bir insan din ile birbirinden uzak ve birbirine sataşan sanat felsefe ve ilmi birleştirdi, şimdi yapılacak olan onun yaptığını ve çekirdekler olarak ortaya koyduklarını ağaçlara ve binalara çevirmek. Bu yönü ile Medreset üz Zehra bir coğrafyanın bir milletin değil bütün dünyanın lazımı olan bir büyük projedir, ama projeler ancak çalışma ile mümkündür.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.