Fatma BARBAROSOĞLU
Medyanın şeffaflığı ve özgürlüğü meselesi
1 Ekim Cumartesi günü; Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül, 30 sayfalık konuşması ile meclisi açtı. Sayın Gül'ün konuşmasındaki her cümle önemliydi ama akıllarda en çok kalan şeffaf ve özgürlüğe yaptığı vurgu oldu.
Şeffaflık ve özgürlük meselesini itina ile ele almamız gerektiğini düşünüyorum
Çünkü toplumun her kesimi özgürlük istiyor. Ama eğir oturup doğru konuşalım ve kendimizle yüzleşelim; sahiden hepimiz şeffaf olmaya hazır mıyız?
Kendi şeffaflığımıza değil, ötekinin şeffaflığına talibiz. Şeffaflık mesuliyet duygusu ile birlikte olabilecek bir şeydir.
Medya her meseleyi özgürlükler üzerinden değerlendiriyor. Ama bu değerlendirmede medyanın sorumluluğunu parantez içinde tutuyor.
Bilgi Üniversitesi öğretim görevlilerinden Doç.Dr. Esra Arsan; "Türkiye Basınında Sansür ve Otosansür 2011" başlıklı çalışmasını anlattı pazartesi günü Ayşenur Arslan'ın "Medya Mahallesi"nde.
Yeni Şafak'tan gazetecilerle de görüştüğünü onların da sansürü hissettiklerini söyledi.
Birkaç internet sitesinden konu ile ilgili olarak görüşümü almak istediler.Ben de kendilerine görüş vermek yerine düşüncelerimi köşemde yazacağımı söyledim.
Öncelikle merak ettikleri konu benim bir gazeteci olarak üzerimde baskı hissedip hissetmediğim idi.
Sarı basın kartına sahibim ama sıcak gündemi takip eden bir gazeteciden ziyade gazetede yazan bir sosyologum. Dolayısıyla baskı hissetmemi gerektirecek bir durum söz konusu olmadı.
Yeni Şafak'ta kendimi çok özgür hissettim.(Özgürlük ile az kazanmak arasında ciddi bir korelasyon olduğunu hatırlatmak isterim.)
Ayşenur Arslan bazı haberleri medyanın hiç görmediğinden bahis açarken kaçırılan 12 öğretmenin akıbetinin medyada hiç yer almadığına dikkat çekti.
Meseleyi tartışacağımız yer tam da burasıdır.
Sayın Başbakan Üsküp dönüşü uçakta özellikle Güneydoğuda görev yapan doktorlar ve öğretmenlere dair yaşanan sıkıntıları anlattı. Anlatırken bunları yazmayın dedi. Yazmayın deme sebebi, sansür filan değil hikayesini dinlediğimiz kişi orada yaşamaya devam ediyor.Hikayesini yazmamız onun hayatını zindana çevirmekten başka bir işe yaramayacak.
1995'ten bu yana Yeni Şafakta yazıyorum. Hiç sansüre uğramadım. Ama hayatım kendime uyguladığım bir otosansür bahsidir esasında. Ses getirecek pek çok şeyi yazmadım. Çünkü yazarken yazıdan etkilenecek kesimlerin hayatını düşündüm.
Kaçırılan 12 öğretmen için her gün dua ettim. Onların yaşadığı sıkıntıyı hissetmeye çalışırken kalbim yoruldu. Ama yazmadım. İki sebepten yazmadım. Önce oradaki çocuklar için yazmadım. Sonra atama heyecanı içindeki öğretmenler için yazmadım.
Kura heyecanına tanık olmuşsunuzdur elbet. Ataması yapılanlar ekranda kendi isimlerini görünce sırtında çıkmış olan kanatlarla uçmaya başlar. Sevinçten gözünden yaş gelir. Bölücü terör örgütü öğretmenleri doktorları kaçırırken AK Parti hükümetinin Güneydoğu ile Türkiye'nin diğer bölgelerini hizmet paydasında eşitleme gayretini imha etmeye çalışıyor.
Kaçırılan öğretmenleri, sağlık personelini nazara verdiğimiz zaman orada insan üstü gayretlerle hizmet etmeye çalışan meslektaşlarının hayat enerjisini sıfırlamalarına katkı sağlamış oluruz.
Şu konuda kafamızın net olması gerekiyor:Güvenlik güçleri medya haber yaptığı zaman görevini yapıyor da, medyada haber çıkmadığı zaman görevini yapmıyor mu?
Cevabımız güvenlik güçleri medya baskısı olmadan da görevi itina ile yapıyor/yapmalı ise o zaman terörle mücadele konusunda haberlerin dilini yeniden gözden geçirmek zorundayız.
Bir arpa yol gidilememiş olmasında, PKK'nın farkında olmadan propagandasını yapan haber dilinin de önemli bir katkısı var.
Netice olarak özgürlük ve şeffaflık istiyorsak sorumluluklarımızın da sonuna kadar bilincinde olmamız gerekiyor.
Yeni Şafak
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.