Mehmet Selim MARDİN
Said Nursi ve İttihad Terakki hakkında az bilinenler
Osmanlı devletinin çöküşe sürüklendiği bir dönemin sonlarına doğru Genç Türkler diye bilinen Jön Türkler, yurt içinde ve dışında faaliyet gösteren Meşrutiyet sevdalıları olarak, 1889 yılı Mayıs ayında, İstanbul’da Askeri Tıbbiyeli öğrenciler gizli olarak İttihad-ı Osmani derneğini kurdular. Bu öğrenciler İbrahim Ethem (Temo), İshâk Sukutî, Mehmet Reşit, Abdullah Cevdet ve Hüseyinzade Ali Bey idi.
İttihatçıların gayesi; meşrutiyeti tesis etmek, devleti yeni bir anayasaya kavuşturmak ve kapatılan meclisi yeniden açtırıp, hürriyete sahip çıkmaktı.
Cemiyet daha sonra Harbiye, Mülkiye ve Bahriye okullarında da örgütlenmeye başladı. Medreselerde de hızla yayılan cemiyetin varlığı ve faaliyetleri Abdülhamid yönetimi tarafından 1892 yılında sezildiğinden, üyeler takip edilerek tutuklandılar. Bazı üyeler yurt dışına kaçmak zorunda bırakıldı. Üyeler yurt dışında toparlanarak bu sefer “Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti” yeni adı ile cemiyet faaliyetlerini sürdürmeye çalıştılar. Üyeler 1895 yılına kadar daha çok cemiyet içi eğitim sayılabilecek toplantıları yapmakla yetindiler. Toplantılarda Namık Kemal, Ziya Paşa gibi Genç Osmanlıların eserlerini; İranlı hürriyetperverlerin ve Ali Şefkati’nin eserlerini okudular.
Aynı tarihte Bedîüzzamân Said Nursi’nin de Mardin’de henüz 17 yaşında iken, Namık Kemâl’in Rüya’sıyla uyandığını ifade etmesi karşısında, onun hürriyet düşüncesi ile tanıştığı bilgisine ulaşabiliyoruz. İlerdeki hayatında da hürriyet ve meşrutiyet düşüncesi neticesinde İttihatçılara yakınlık duyacaktır.
1902 yılında Paris’te yapılan “Jön Türk Kongresi’nde”, Meşrutiyet yönetiminin yeniden kurulması konusunda iki ayrı görüş ortaya çıktı. Prens Sabahattin Beyin öncülüğünde bir grup üye cemiyetten ayrıldı. Ahmet Rıza Bey başkanlığında temsil edilen diğer grup ise, kongre sonrasında “Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti”nin ismini “Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti”ne dönüştürdü. Diğer taraftan, 1906 yılında Selânik’te “Osmanlı Hürriyet Cemiyeti” adıyla yeni bir cemiyet kuruldu.
Osmanlı Hürriyet Cemiyeti, 27 Eylül 1907’de merkezi Paris’te bulunan Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti ile resmen birleşti. Bu birleşmeden güçlenerek çıkan “Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti”, Sultan II. Abdülhamit yönetimine karşı yürüttüğü siyasî mücadeleyi askerî alana taşımaya başladı. Bazı genç subaylar II. Abdülhamit yönetimini sona erdirmek amacıyla, başta Selânik olmak üzere, Makedonya’daki bazı kentlerde ayaklanmaya başladılar. Ayaklanan cemiyet üyeleri saraya telgraflar çekerek Anayasa’nın hemen yürürlüğe konulması ve Meclis-i Mebusanın toplantıya çağırılmasını; isteklerinin kabul edilmemesi hâlinde II. Abdülhamit’i tahttan indireceklerini belirttiler. Bütün bu gelişmeler üzerine suskunluğunu bozan Sultan II. Abdülhamit, 23 Temmuz 1908′de yayınladığı bir bildiriyle, Osmanlı Devleti’nde anayasayı yeniden yürürlüğe koyduğunu ve meşrutiyeti ilân ettiğini açıkladı.
II. Meşrutiyet’in ilân edilmesiyle, hem Osmanlı Devleti hem de “İttihat ve Terakki Cemiyeti” için yeni bir dönem başladı. Cemiyetin, 1911 Kongresi’nde yapılan bir değişikle “İttihat ve Terakki Cemiyeti” merkezi İstanbul’da bulunan bir siyasî partiye dönüştü. Böylece, “İttihat ve Terakki Partisi” Türkiye demokrasi tarihinin ilk siyasî partisi oldu.
Osmanlı Devletinde ikinci defa Meşrutiyeti kazandırmakla ve Türk siyasî hayatına çok partili hayatı getirmekle sürekli övünen İttihatçılar, kendi elleriyle kurdukları çok partili hayatı yine kendi elleriyle kaldırmaya çalıştılar. Mutlak iktidarları döneminde siyasî rakiplerine ve diğer siyasî partilere hayat hakkı vermediler. Bu dönemde bazı siyasî partiler kapatıldı veya faaliyetleri yasaklandı. Siyasî muhalifleri olan çok sayıda isim tutuklandı ve sürgünlere gönderildi.
BEDÎÜZZAMÂN SAİD NURSİ’NİN BİLİNEN İTTİHATÇI DOSTLARI
Genç ve idealist bir kadroya dayanan İttihat ve Terakki Cemiyeti, parçalanmakta olan Osmanlı Devleti’ni kurtarmak için yola çıkmalarına karşın, devlet yönetimindeki deneyimsizlikleri ve dönemlerindeki iç ve dış sorunlar nedeniyle, Osmanlı Devleti’nin yıkılışını hızlandırdı. İttihat ve Terakki Partisi döneminde üst üste yaşanan Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları ve nihayet Birinci Dünya Savaşı’yla ülke yıkılmanın eşiğine geldi. Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkması ve Mondros Mütarekesi’nin imzalanması İttihat ve Terakki Partisinin de sonunu getirdi.
Bedîüzzamân Said Nursi 1907 yılının sonlarına doğru geldiği İstanbul’da kendisini birden sosyal ve siyasi hayatın içinde bulur. II. Meşrutiyetin ilanından önce yaşanan hadiseleri ve siyasi çalkantıları bizzat yaşayarak hisseder. Hürriyet ve Meşrutiyet konusunun iyice anlaşılması için gayret gösterir ve o günün muhtelif matbuatında makaleler yayınlar. 31 Mart hadisesinden hemen sonra Mizan gazetesinde yayınlanan dört tane makalesi ile asayişe büyük bir hizmeti geçer.
31 Mart hadisesinde yatıştırıcı bir rol almasına rağmen İttihat ve Terakki hükümeti tarafından kurulan sıkıyönetim mahkemesinde yargılanır. Kendisi harika bir savunma yaparak beraat eder.
İttihat ve Terakki cemiyeti ile hiçbir bağlantısı olmamasına rağmen sadece hürriyet ve meşrutiyet düşüncelerinden dolayı onlara zaman zaman destek olmuştur. Birçok ittihatçı dostu vardır. Yeri gelince siyasi kimliklerinden dolayı uyguladıkları baskıları da eleştirmekten geri kalmamıştır. Bedîüzzamân bu bakış açısını, “İttihad ve Terakki hakkında reyin nedir?” şeklinde yöneltilen bir soruya, “Kıymetlerini takdirle beraber, siyasiyyunlarındaki şiddete muterizim” (1) sözleriyle karşılık vermiştir. Bediüzzaman’ın, “kıymetlerini takdir” ettiği hususlar İttihat ve Terakki’nin iktisat ve eğitim alanındaki çalışmaları ve hürriyet taraftarı olmalarıdır. Ayrıca Bedîüzzamân, İttihat ve Terakki’nin Doğu Anadolu’daki şubelerinin uygulamalarını takdir ettiğini de ifade etmektedir.
Şehzadebaşı Ferah Tiyatrosu’nda verdiği konferansı sabote etmek ve konuşmasına mâni olmak için buraya gelen İttihatçıların eylemi, Bedîüzzamân Said Nursî’nin gayretleriyle boşa çıkarılmıştır. Bu grubun çıkardığı gürültü ve kargaşa üzerine kürsüye çıkan Bedîüzzamân, Mizancı Murad’a sahip çıkarak, “Hatibin sözünü kesmenin, meşrûtiyet âdâbına uymadığını belirtmiş, bazı ellerin silâha sarılmasına kadar varan salondaki gerginliğin yatışmasına” vesile olmuştur.
Çok yönlü bir fikir adamı olan Mizancı Murad, hürriyetin tarifi ve sınırları konusunda Tanin yazarı olan Hüseyin Cahit ile tartışmaya girmiştir. Bu fikrî münakaşada Mizancı Murad’ı destekleyen Bedîüzzamân, onun haklı, Hüseyin Cahit’in ise haksız olduğunu ifade etmiş, ayrıca “gerçek hürriyeti” tarif ederken, “Tam ve mükemmel hürriyet, kişinin firavunlaşmaması ve başkasının hürriyeti ile alay etmemesidir. Şüphesiz, gaye haktır; ama mücadele üslûbu uygun değildir” (2) tespitinde bulunmuştur.
Bedîüzzamân Said Nursi, İttihat ve Terakki’nin siyasetin başına geçtikten sonra yaptıkları icraatları beğenmez ve onların yanlışlıklarını tenkit eder. İttihat ve Terakki’nin Bedîüzzamân tarafından eleştirilen yönleri “istibdatçı” uygulamaları, “dinde laubalilikleri” (3) ve özellikle Cemiyet’in “İstanbul şubesinin uygulamalarıdır.” Cemiyetin bu olumsuz uygulamalarını, “İttihatçıların bozuk kısmının cinayetleri” olarak niteleyen Bedîüzzamân, cemiyetin bütün mensuplarını bu olumsuzluklardan sorumlu tutmak istememiştir. (4)
Bedîüzzamân, İttihatçıların azim ve sebatlarıyla “İslam’ın şu intibahına sebep oldukları halde, dinde lakaytlıklarından dolayı milletin nefretini kazandıklarını belirtir. Hatta İslam dünyasının İttihatçılara sempatisini de dindeki lakaytlıklarını bilmemelerine” bağlar. (5)
Her ne kadar İttihat ve Terakki cemiyeti hem siyasi kusurları hem de içlerinde az da olsa Masonları barındırmasına rağmen; Bedîüzzamân cemiyetin çoğu mensuplarının gayelerinin dine zarar vermek olmayıp, belki milletin selametini temin etmeye çalışan kişiler olarak tarif eder.
“Sen Selanik’te İttihat ve Terakki ile ittifak etmiştin, neden ayrıldın?” sorusuna karşılık verdiği cevapta, “Ben ayrılmadım, onların bazıları ayrıldılar. Niyazi Bey, Enver Bey gibi adamlarla şimdi de müttefikim; lakin bazıları bizden ayrıldılar, bataklık yoluna saptılar. Hamiyetlerinde şüphem yoktur, fakat mukabillerinde garaz hissettiler; onlar da, tabiî, garaza ittiba ettiler“ (6) diye açıklamada bulunur.
31 Mart Olayından itibaren yönetimde çeşitli derecelerde etkisi olan bu parti, I. Dünya Savaşı sonuna doğru ciddi saldırılara maruz kaldığında, Bedîüzzamân “vasat” tutumunu ortaya koyar. Bu konuda, “İttihada şedit bir muarızdın. Neden şimdi sükût ediyorsun?” şeklindeki bir soruya şöyle cevap verir:
“Düşmanların onlara şiddet-i hücumundan. Düşmanın hedef-i hücumu, onların hasenesi olan azim ve sebattır ve İslâmiyet düşmanına vasıta-i tesmim olmaktan feragatidir. Bence yol ikidir: mizanın iki kefesi gibi. Birinin hiffeti, ötekinin sıkletine geçer. Ben tokadımı Antranik ile beraber Enver’e, Venizelos ile beraber Said Halim’e vurmam. Nazarımda vuran da sefildir." (7)
İttihatçıların iç siyasetteki şiddete, dolayısıyla zulme dayalı uygulamalarına karşı gelen Said Nursî, iş vatan ve millet müdafaasına gelince hiç tereddüt dahi etmeden hükûmetin yanında yer almıştır. Hükümetçe teşekkül ettirilen gönüllü milis alayları komutanı olarak, fedai talebeleri ile birlikte Rus ve Ermenilere karşı savaşmıştır.
KAYNAKLAR
1) Bedîüzzamân Said Nursî, Münazarat, s.91
2) Bedîüzzamân Said Nursî, Münazarat, s.56
3) Divan-ı Harb-i Örfi, İki Mekteb-i Musibet Şehadetnamesi.
4) Emirdağ Lahikası-II, (128. Mektup)
5) Mesnevi-i Nuriye, Hubab
6) İçtimaî Reçeteler II, s. 289
7) Sünuhat, Rüyada Bir Hitabe
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.