Yahya KAYGUSUZ
Menhus ruh
Eflatun, insanın değişmez hastalıklarının arasında en önde gelenlerin şunlar olduğunu ifade eder:
1- İktidar
2- Servet
3- Şehvet
Eflatun’un tasnifi ile ifade edecek olursak iktidar, servet, şehvet üçlüsü bütün bir tarih boyunca insanın ve insanlığın başına bela olmuş temel kavramlardır.
İnsanoğlu binlerle duygudan mürekkep, kompleks bir varlık.
An olur bir tek duygu sonsuzlaştırıverir insanı cehennem hayatında.
İhtiras ile yoğuruverdi mi insan hayatını, işte o an aynı ile olmasa da aslında pek çok özelliklerinin benzeştiği bir Kabil, peygamber eşi olduğu halde küfrün zirvesinde bulunan bir insan, bir nemrut, bir Firavun, Azer, Samiris, Ebu Leheb, Ebu Cehil… oluverir de kendisini birden alay-ı illiyinden esfel-i safilinde buluverir.
Servetin hadimi oldu mu insan, mutlak manada kendisinden iyilikten başka bir şey beklenilmeyen insan, Karun gibi duanın gücü ile hazine-i ebediden gelen zenginliğini kendinden addedecek ve yeri zamanı geldi mi de yerin dibine gönderilecekti, isyanının ve ihsanat-ı ilahiyeye ettiği küfrün ceza-ı acilesi olarak.
Şehvetinin esiri, kölesi oldu mu insan, Lut kavmi misali, an gelir öyle çarpık ilişkiler baş gösterir ki iç ve dış aleminde, Gazab-ı İlahiyi intac eder o sefih alemler ve beşerin gözünde camid gözüken dağlar bile gayza gelir, bütün kinini, öfkesini kusar o sefahat ehlinin üzerine.
Vakta ki Cenab-ı Hak meleklerine:
“Ben arzda bir halife yaratacağım” dedi, melekler safiyetlerine binaen, insandan ve cinden sadır olan itirazlardan hali, bir serzenişte bulundular:
“Ya Rab! Kan dökücüler mi yaratacaksın” dediler.
Ol zaman Hak Teala hazretleri balçığa suret verip ruhundan da ruh üfleyip yed-i kudretinden çıkan manaya meleklerin secde etmesini istedi. İşte o an bütün insanlık tarihinde müşahede olunacak cümle habis ruhların menşei ve kaynağı olan İblisteki ihtiras da gün yüzüne çıktı.
“Yemin olsun zamana ki” dedi lain varlık, “Senin çok güvendiğin Adem’i ve Adem oğullarını yoldan çıkaracağım, bana izin…”
İşte o an başladı hak ile batılın mücadelesi,
O an belli oldu kıyamet kopana dek iyilikle kötülüğün muaraza planları, kötülerin iyileri yoldan çıkarma işlem, yol, yöntemleri,
O an çizildi yeryüzündeki mücadelenin yol haritası…
Kabilin şahsında, nefsinin yardımı ve cüz’i ihtiyarisini yanlış yönde kullanması ile, başlatmıştı İblis bu meş’um ve menhus oyunlarına.
Vakta ki kurbanlar kesilip Hak Tealanın rızası beklenir oldu her iki tarafça, ve murad-ı ilahi, en iyisini, en semizini, en güzelini en temiz yüreği ile seçip ibadetini ifa eden Habil’in kurbanı yönünde tecelli etti; İhlastan, hulus-u kalpten nasiplenmeyenin kurbanı kabul edilmedi…
İşte o an gök ve yer, dağ ve taş, gayb ve şahadet alemleri şahit oldu ebede namzet varlığın içerisindeki ihtirasın neler yapabileceği ve neleri yaptırabileceği.
Etleri ve kemikleri ile olmasalar da mezarlarının taşları dimdik ayakta iken ilk nifak, fesat, şer ve bilumum kötülüklerin tohumu mesabesindeki kabil ve taraftarlarının, Adem ve Habil gibi bir başka hakikat güneşi olan Nuh tülu etmişti arza, elmas ile kömürü birbirinden ayrıştırma ameliyesi için. Lakin hakikat güneşinin ziyasına gözlerini kapatacak, başkalarının da gözlerine bazen setler çektirecek o menhus varlığın, o ilk tohumun nevileri de istenmeyen ot misali her an bitecektir elbet.
Habis ruh her yerdeydi.
Çokları habis ruhtaydı.
“Gel” demişti, “Oğulcuğum bari sen gel, sen kendini kurtar. Boğulursun bak azgın dalgalarda” demişti de o habis ruh şunu dedirtmişti oğula babasına karşı:
“Merak etme beni baba sen. Sığınırım şu engin dağlara kurtarırım kendimi.”
Hayat arkadaşlığını sadece maddede bilen, mananın ve maneviyatın yanından bile geçemeyen eşindeydi o habis ruh bu defa, o hakikat güneşinin. O habis ruh ki avucundaki insanlıktan çıkmış varlığı, ihtirasın pençesinde kıvratıyordu.
Öyle bir ihtirastı ki bu, yıllar sonra Şirazlı Sa’d onun için:
“Hz. Lut’un karısı kötüler ile arkadaşlık ettiğinden Peygamber ailesinden olma şerefini kaybetti. Halbuki Ashab-ı Kehfin köpeği birkaç gün iyilerin arkasına düştü, insan şerefi kazandı” diyecekti.
Yusuf’tu o.
Güzelliği ile nam salmıştı insanlık tarihinde.
Öyle ki “Kardeşim Yusuf’a” demişti, sireti güzelliğin şahikası olan hak peygamber onun için “Hak Teala hazretleri güzelliğin yarısını vermişti ona, diğer herkese de yarısını.”
Yusuf’un rüyasındaki güneş daha tülu etmeden aleme, kardeşlerinin hasedi başlamıştı o bildik habis ruhun kalplerindeki yeri olan lümmeden.
Bilinen oyunlarla baştan çıkmışlardı.
Kıyamete kadar çokların kanacağı o bildik oyunlarla.
Demode olmuş ama her zaman işe yarayabilecek oyunlarla…
Rüyadaki güneşe bile haset ettiler. Ettiler de o güneşi kuyularda boğmaya, söndürmeye çalıştılar. Lakin güzellerin, güzelliklerin, aydınların ve aydınlıkların kuyularda boğulduğu nerede görülmüştü ki hakikat güneşini o kuyu da boğsun.
Determinist yaklaşımın yanına bile yaklaşmaya cesaret edemediği ateş, İbrahimleri boğdu mu ki kuyular da hakikatın güzelliğinin gölgesinin gölgesi mesabesinde bulunan bir güzeli boğsun.
Aksine bütün kuyular adına şad olmuşlu Kenan ilindeki malum kuyu da sarkıtılan bir kova ile çıkartılırken kahrolmuştu bu güzelden ayrılıyor diye büyük ihtimal…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.