Serdar BİLGİN

Serdar BİLGİN

Mesnevi-i Nuriye’de Terakkiyat-ı Fikriye ve Kalbiye-3

Bir önceki yazımızda kavrayıcı terakki üzerinde durmuş, Mesnevi-i Nuriye’den örneklerle izah etmeye çalışmış, deryadan bir damla sunmaya çalıştığımızı ve bu yazı sofrasından tam doymadan kalkacağımızı peşinen ifade etmiştik. “Hamdım, yandım, piştim” misali beşerin yolculuğunu anlatmaya çalıştığımız üç dizilik bu yazı sofrasını, bugün toplayacağız inşallah. Bu mütevazı sofranın Halil İbrahim sofralarına vesile olması temennisi ile yazımıza -şekillendirici terakkiye-  girizgâh yapalım inşallah.

sekil-001.jpg

Şekillendirici Terakki

“Eğer âlâmın lezâize, nârın nura inkılâp etmesi emelinde isen, evkat-ı hamsede rükû ve sücud kancası ile gururun hortumunu bük, sık, başını kır, imanı doldur. Sonra âyâta tefekkür ile tâate devam eyle ki, şek ve gaflet perdeleri yırtılsın. Bu dalâlât acılığından, necatın halâveti tavazzuh ile münacat lezzeti ortaya çıksın.”

Kavrayıcı terakkinin oluşturduğu atmosferin şekillendirici terakkinin kapısını araladığını,     âlâmın lezâize, nârın nura inkılâp ettiğini, yüreğin iman ile dolduğunu, gaflet perdelerinin yırtıldığını ve hakiki lezzete, muhabbete, mârifetullaha ulaşıldığını görüyoruz. Ancak diyelim ve gerisini Mesnevi-i Nuriye’den okumaya devam edelim inşallah.

“Cenâb-ı Hakkın mâsivâsına yapılan muhabbet iki çeşit olur. Birisi yukarıdan aşağıya nâzil olur; diğeri aşağıdan yukarıya çıkar. Şöyle ki: Bir insan en evvel muhabbetini Allah'a verirse, onun muhabbeti dolayısıyla Allah'ın sevdiği herşeyi sever. Ve mahlûkata taksim ettiği muhabbeti, Allah'a olan muhabbetini tenkis değil, tezyid eder.

İkinci kısım ise, en evvel esbabı sever ve bu muhabbetini Allah'ı sevmeye vesile yapar. Bu kısım muhabbet, topluluğunu muhafaza edemez, dağılır. Ve bazan da kavî bir esbaba rastgelir. Onun muhabbetini mânâ-yı ismiyle tamamen cezb eder, helâkete sebep olur. Şayet Allah'a vâsıl olsa da, vüsulü nâkıs olur.

Evet, bazı insanlar zerrede boğulurlar. Bazısında da dünya boğulur. Bazılar da, kendilerine verilen anahtarlardan birisiyle kesretin en geniş bir âlemini açar, fakat içinde boğulur. Sahil-i vahdet ve tevhide zorla vasıl olur. Demek, insanın seyr-i ruhânîsinde çok tabakalar vardır. Bir tabakada, insanlara huzur-u tevhid pek suhuletle nasip ve müyesser olur. Bir tabakasına da gaflet ve evham öyle istilâ eder ki, kesret içinde gark olmakla, tam mânâsıyla tevhidi unutmuş olur. Sukutu suûd, tedennîyi terakki, cehl-i mürekkebi yakîn, uykunun son perdesini intibah zan ve tevehhüm eden bir kısım medenîler, ikinci tabakadaki insanlardandır. Onlar, hakaik-i imâniyeyi derk etmekte bedevîlerin bedevîleridir.”

“En evvel muhabbetimizi Allah'a vermemiz, onun muhabbeti dolayısıyla Allah'ın sevdiği herşeyi sevmemiz gerektiği” düsturu yani takva; şekillendirici terakkide girizgâh olarak karşımıza çıkıyor. Takva, malumunuz Risâle-i Nur’un meslek düsturlarından biridir. Bediüzzaman Hazretleri; Nur Mesleğinde, azamî ihlâs, azamî sadakat ve azamî fedakârlık yanında, takvanın da azamî seviyede olması gerektiğini belirtmiş; en mühim vazifemizin, tahribata ve günahlara karşı takvâyı esas tutup davranmak olduğunu ifade etmiştir.

Buraya kadarki notlarımızdan hareketle şekillendirici terakkiyi ana hatları ile tanımlamaya çalışalım.

Şekillendirici terakki, kemâlin sübutu iktiza ettiği, varlığın anlamının idrak edildiği, tahkiki imanın taklidi imana inkılap ettiği, tevhidin ve vahdetin pratiğe geçtiği bir süreci ifade eder ve takvanın şekillendirdiği, kemâlâta ulaştırdığı bir insan ve medeniyet tasavvuru ortaya koyar. Bu tasavvur; denge ve itidali, iktisat ve kanaati, adalet-i mahzâyı, muhabbet ve ünsiyeti ve vahdet-i vücudu kapsar ve ortaya koyduğu şahs-ı manevi ile(medeniyet-i fuzla) umumun genel terakkisine ve tesis-i muhabbet-i umumiye vesile olur.

Şekillendirici terakkide, keşif (ilham ve sünûhat) ve tecrübe vardır. Bu yolla, kusurunun, fakrının ve eksikliğinin idrakinde olan nefis, onun için konulmuş sınırların ötesine geçmez, enaniyetini tamamen bırakır, her an Allah’ın huzurunda olmanın bilinci ile yaşayıp, teselli ve tasvibi onda arar, dünya nimetlerini kalben değil kesben ister, dünya nimetlerinden meşru dairede faydalanır, dünya nimetlerini Allah için, onun yolunda adalet-i mahzâ ölçüsünde dağıtır, idare eder  ve karşılığında şükrü bir vazife olarak bilir. Böylece gurbet, ünsiyete, Allah’la dostluğuna dönüşür dolayısıyla tüm mevcudatı Allah'a izafe etmeye, Rabbine ilticaya muktedir olur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.