Milli Eğitim Bakanımıza açık mektup

Milli Eğitim Bakanımız sayın Nâbi Avcı’dan, bu yazıyı kendilerine hitaben yazılmış bir mektup olarak kabul etmelerini ve dikkatle okumalarını saygılarımla istirham ediyorum.

Bugünkü yazımda gençlerimiz ve geleceğimiz adına hayırlı olacağını düşündüğüm iki önemli projeden bahsedeceğim.

Umarım ki, Milli Eğitim Bakanlığımız bu yazıda anlatılanları gündemine alır ve en geç 2015-2016 eğitim öğretim yılında ilgili projeleri ivedilikle hayata sokar.

Çünkü son bir kaç yılda yaşanan acı olaylar gösterdi ki, gençliğimizin bir bölümü alkolün, yasa dışı ideolojilerin, inanç bunalımlarının, uyuşturucunun ve ahlaki çöküntünün edilgen bir nesnesi haline gelmiş durumdadır.

Ülke gençliğinin -madalyonun öbür yüzünde- görülen bu perişan hali, onların bilgiye ulaşma, bilgiyi edinme imkanlarının kısıtlı oluşuyla alakalı olmaktan ziyade; ahlâkî, medenî, kültürel ve imâni eğitimlerinin yetersizlikleriyle ilgilidir daha çok.

Bugün önereceğimiz Seçmeli Müfredat ve İç İçe Müfredat projeleri tam da bu yarayı tedaviye dönük temelden bir yaklaşımın, derinden bir bakışın ürünüdür gerçekte.

Bahsedeceğim projelerin geliştirilmesi ve hayata sokulması hususunda binlerce eğitimci dostumuzun katkıya hazır olduğuna olan inancımı da belirtmek istiyorum bu arada.

SEÇMELİ MÜFREDAT PROJESİ NEDİR?

Seçmeli Müfredat Projesi, bilimin yorumlanması konusunda insanların bakış açılarının özgür bırakılması anlamına gelir. 

Kısaca bilimle felsefi olanı ayırmak, bilimsel gerçek üzerinde yapılacak felsefi yorumu sadece kişilerin felsefi inançlarına bırakmak demektir.

Evet, bilimin doğruları aksi ispatlanana kadar elbette inkar edilemez. Fakat kimi ideolojik-felsefi yorumların “bilim” diye önümüze sürülmesi ve bu yorumlara herkesin inanmasının istenmesi apaçık bir zulümdür.

Çünkü adı üstünde bu yorumlar felsefi-ideolojik yorumlardır ve herkesin bilimsel bir meseledeki felsefi yorumu aynı olmak zorunda değildir.  

Yani bir hücrenin varlığı, yapısı, ne olduğu, nasıl oluştuğu bilimin konusudur ama o hücrenin tesadüfen oluşup oluşmadığı meselesi felsefenin hatta inancın konusudur. Bu husus bilimin ilgi alanına girebilecek ya da bilime mal edilebilecek bir konu değildir.

Bilim evrenin mevcut işleyişine bakar ve deneyler, gözlemler gibi yöntemlerle evrende hükmeden kanunları bulmaya çalışır. Bu yönüyle bilim, deney ve kanıtlarla “ispatlanabilen” bir gerçekliği ifade eder.

Mesela dünyanın güneşin etrafında kaç günde döndüğü bilimin konusudur. Bilim bunu istatiski yöntemleri de kullanarak hesaplar. Ancak bilim bu mevcut sonuçla da yetinmez.

Bilimin damarlarında gezinen şüphecilik, farklı bir açıklama bulacağı başka bir ana kadar bu sonucu sorgular. Bu sonuç bilimin kıstaslarıyla sürekli, tartılır ölçülür. Yeni metodlar geliştirilerek, yeni sonuçların ortaya çıkması adına çalışmalar yapılır.

Ancak aksi ispatlanana kadar dünyanın güneşin etrafında 365 gün 5 saat 48 dakikada döndüğü kesin bir gerçeklik olarak kabul edilir.

Gelelim evrenin tesadüfen, canlıların tesadüfe dayanan evrim gibi süreçlerle oluştuğunu ifade eden tezlere. Bunlar adı üstünde “bilimsel bilgi” aşamasına geçememiş, yani genel geçerliği asla ispatlanamamış felsefi tezler ve teorilerdir.

Tarihin unutulma mezarlığında üzerinde tartışılması bırakılmış binlerce felsefi görüş, tez, teori mevcuttur. Ancak bunların hiçbiri bu kadar hararetli savunulmamış ve diğer insanların da bu tezlere inanması bu denli bir coşkuyla istenmemiştir.

Elde yeterli bilimsel kanıtlar olmamasına rağmen, tesadüfçü evrime inanan bilim adamları adeta birer din propagandacısı ve hatta misyoner gibi evrimin “bilimsel bir gerçek” olduğuna iman edilmesini talep etmektedir kitlelerden.   

Dünyanın tepsi şeklinde olduğunu iddia edenler ya da dünyanın bütün evrenin merkezi olduğunu savunanlar, tarihin belli bir döneminde bu felsefi görüşlerini elbette dillendirmişlerdir.

Ancak bu görüşlerini ispat edemedikleri içindir ki bugün o felsefi görüşler, tezler ya da teoriler konuşulmaz bile. Bilimsel gerçeklik bütün o görüşleri süzgeçten geçirmiş, o görüşlerin evrenin yasalarıyla ispatlanamadığını tespit etmiş ve bunun için de o bilim dışı görüşler terk edilmiştir.

Tesadüfçü Evrim görüşü de böyle felsefi bir görüştür. Evrim’in “bilimsel gerçeklik” olduğu propagandasını sıklıkla yapmak, onu “bilimsel gerçeklik” haline getirmez.

Bununla birlikte bilimsel gerçekliği genel geçer kanunlarla kanıtlanamamış bu felsefi görüşle bilimi izah etmeye çalışanların bu haklarına da saygı göstermek gerekir. Çünkü onlar böyle inanıyorlar ve elbette inanç özgürlüğü konusunda hassas olan bizler onların bu inançlarına da saygı duymakla mükellefiz.

Evrimci ya da Tesadüfçü felsefi görüşü kabul etmeyen, atomdan gezegenlere her şeyi yaratan bir Yaratıcı’nın olduğuna inananların da bilimi kendi görüşlerine göre anlama-izah etme hakları vardır. Tesadüfçü Evrim’e inananlar da Yaratıcı’nın varlığına inanan bilim insanlarının bu yorumlarına saygı duymak zorundadır elbette.

İnsanları inançları gereği kabul etmedikleri tesadüfçü--maddeci görüşleri kabule zorlamaya kimsenin hakkı yoktur.

Bilim, güneşteki enerjinin hidrojeni helyuma dönüştüren nükleer füzyon ile oluştuğunu ortaya koyabilir. Ama bunun tesadüfen oluştuğunu iddia edemez.

Çünkü tesadüf iddiası “bilimsel kıstaslarla” izah edilemeyecek felsefi, kabuli bir iddiadır. Tesadüfün genelgeçer bir kanunu ya da formülü yoktur çünkü. Böyle bir iddia felsefi görüş kategorisinde incelenebilir ancak.

Bir genin Şuurlu bir İrade tarafından oluşturulduğunu söylemek, o genin bilimsel gerçekliğini inkar değildir. Gen yine bilimin ispat ettiği bütün o özellikleriyle aynı gendir.

Fakat o genin varoluş gerçeğini algılayış farklıdır. Herkesi aynı felsefi algıya mahkum etmek ise elbette zulmün en büyüğü olacaktır. Bu noktada insanlar özgür bırakılmalıdır.

Etkili bir örnek vermek gerekirse; bilim “anne” kavramını;

Bir çocuğu doğuran, bakımını üstlenen veya kendi doğurmadığı bir çocuğu evlat edinen ve bakımını üstlenen dişi canlı.”

http://tr.wikipedia.org/wiki/Anne ifadeleriyle tanımlar.

Kültürlerin, inançların, ahlak kurallarının “anne” kavramına yüklediği o yüce anlamlar, anneliğin bilimsel tanımını inkar eden, ya da bu tanımın öğrenilmesini engelleyen yorumlar olarak algılanamaz.

Mesela ölüm gerçeği karşısındaki “inanışlar” da, ölümün bilimsel açıklamasının zıddı değildir. Bu süreçte cesedde oluşan kimyasal ya da fiziki değişimleri bilim yine inceler. Örneğin, “şehitlik” inanışı yüzünden hiçbir otopsinin “bilimselliği” zedelenmiş değildir bugüne kadar.

Ölüm sonrası hayatın yok olduğunu iddia etmek ise kesinlikle bilimin konusu değildir. Bilim doğası gereği deneyleyip gözlemleyemediği meseleler hakkında kesin yargılar kullanamaz çünkü. O meçhul alanda sadece inanç at koşturabilir.

Bunun gibi bilim Yaratıcı’nın yokluğunu iddia edemez. Eğer böyle bir savunuş varsa, bu bilimin genel geçer bir kanunundan değil, bilimle meşgul olan kişilerin felsefi görüşlerinden doğmuş bir savunuştur. Bunu savunanlar benim görüşüm bu diyebilirler ama “bu kesin bir bilimsel gerçekliktir” diyemezler.

Zaten bu yüzdendir ki, Ateizm, Deizm, Agnostisizm, Nihilizm gibi akımlar “bilimsel” değil felsefi akımlardır. Üzerinde bilimsel uzlaşma olan bir bilimsel gerçeklik hakkında bu kadar birbirine zıt görüşün olması, hem de her türlü bilimsel gelişmeye rağmen sürekli olması mümkün değildir.

“Dünyanın Dönüşü”  bilimsel bilgisine bu örneği uygularsak eğer; kimi bilim adamlarının “dünya duruyor”, kimilerinin “dünya bir duruyor bir dönüyor”, kimilerinin de “dünya yok” iddiasını savunmalarını tahayyül dahi edemeyeceğimiz gerçeklikçi/kesinlikci/genelgeçerci bir sahanın adıdır bilim.

O halde, bilimi bir tek felsefi görüşe mahkum olmaktan kurtarmak öncelikli meseledir. Daha sonra herkesin kendi felsefi görüş ya da inanışına göre bilimi yorumlaması sağlanmalıdır.

İşte Seçmeli Müfredat Projesi, böyle bir anlayışın ürünüdür. Milli Eğitim Bakanlığı müfredatından uyarladığımız 9. Sınıf Biyoloji dersi müfredat örneği açıkça göstermektedir ki, Yaratılış açıklamalı yorumlar bilimsel gerçekliğin öğrenilmesini asla engellemez.

Aksine çoğunluğu Allah’ın varlığına inanan bir toplumda böyle bir anlatım tarzı, insanların bilimi öğrenmesini, bilimin aydınlığıyla hurafelerden kurtulmasını sağlayacak yegane yoldur.

Çünkü inanan için bilim, Allah’ın kainattaki icraatlarını seyretmek, incelemek, takdir etmek anlamına gelir. O Yaratıcı’sını tanımaktan dolayı mutludur. Mutlu oldukça O’nu daha iyi tanımak için bilim yoluyla daha çok araştırma yapma iştiyakı duyar.

Bu iştiyak, dolaylı yönden bilimi, bilimsel düşünceyi de geliştirir. Böylece bilim inanan için; “Allah şeyleri nasıl (hangi kanunlarla, hangi sebeplerle) yaratır?” sorusunun cevabını aramak anlamına gelmiş olur.

Görüldüğü gibi Seçmeli Müfredat Projesinin hayata sokulması, ülkemizde bilimin gelişmesi açısından da oldukça önemlidir. Endülüs örneğindeki gibi ilerici bir bilimsel anlayışı sahiplenmenin yolu, inancın motivasyonundan geçer.

Biliyoruz ki, hazırladığımız örnek, kusurları olan bir denemedir. Maksadımız bu alanda daha mükemmel çalışmalar yapabilecek akademik çevreleri ve Milli Eğitim Bakanlığı uzmanlarını harekete geçirmektir.

Bu müfredat denemesinin işaret ettiği, özgür düşünce-inanç alanını oluşturmalarını yetkililerden talep etmemiz, tarihi bir vazifemizdir. Belki de Türkiye’nin bu uygulaması başta yakın doğu olmak üzere bütün dünyaya da örnek olabilecek bir müfredat uygulaması olacaktır.  

Türkiye’nin dünya çapında bir bilim, sanat ve adalet merkezi olabilmesinin bir yolu da insanımızın bilimsel düşünüşle barıştırılmasından geçmektedir. Bu açıdan da Seçmeli ya da İçiçe Müfredat önerilerimiz çok önemlidir.

Milletimiz, inançlarıyla barışık bir bilim anlayışını çok kolay benimseyecektir. Türkiye’nin kalkınması ve ilerlemesi için ders müfredatlarının milletimizin “inançlarıyla”, “felsefi görüşleriyle” uyumlu bir hale getirilmesi görülüyor ki gerçekleştirilmesi gerekn bir zorunluluktur.

İÇİÇE (GİRİŞİK, BİRLİKTE) MÜFREDAT PROJESİ

İkinci bir projemiz de İçiçe Müfredat Projesidir. Bu projeye göre farklı felsefi görüşler öğrenciye aynı ders içinde verilir. Mesela canlılar konusu sadece bir bakış açısına göre değil, iki farklı bakış açısına göre de anlatılır.

Diyelim ki canlı türlerinin farklılaşması konusu anlatılacaktır. Bu durumda 2 bakış açısına göre, iki farklı açıklama getirilecektir. Bir örnekle bu konuyu açıklayalım.

ÖRNEK:

Evrimsel Açıklamalı Anlatım:

“Canlı türleri, nesilden nesile kalıtsal değişime uğrayarak ilk hallerinden farklı bir hale dönüşürler. Mesela bir balık milyonlarca yıl içinde tesadüfi süreçlerin de etkisiyle evrimleşerek kertenkeleye dönüşür. “

Yaratılışçı Açıklamalı Anlatım:

“Her bir canlı türü İrade, Merhamet, Kuvvet, Hayat gibi özellikleri olan şuurlu/Hayy bir Yaratıcı tarafından oluşturulmuştur/oluşturulmaktadır. Mesela bir balığı denizin şartlarına uygun bir şekilde ancak şuurlu/Hayy bir Yaratıcı tasarlayabilir. Şuuru, merhameti, görmesi, duyması olmayan doğal süreçler, cansız ve karmakarışık tesadüfler o balığı böyle akıllıca oluşturamazlar. O kertenkelenin de balıkta olduğu gibi tesadüfen oluşması imkansızdır. Bir kertenkeleye de işitme, görme vb. özelliklerini ancak işitmeyi, görmeyi bilen bir İşitici/Görücü verebilir.”

İç içe Müfredat örneğinde bu iki anlatım da kitabın içinde yan yana verilir. Öğrenciler böylece istedikleri, felsefi görüşlerine ya da mantıklarına uygun açıklamayı kabul ederler.

Bu durumda bilimsel bilgi herhangi bir yara almamakta, sadece tasvir edilen bilimsel gerçekliğin yorumlanması farklı olmaktadır. Balık/kertenkele bütün özellikleriyle bilimin tarif ettiği o balık/kertenkeledir. Değişen o varlığı anlamlandırmak için kullanacağımız felsefi yorumdur.

Örneğin balığın aşağıdaki bilimsel tanımı bu yorumlarla değişmiş olmaz. Böyle bir özgür yorumlama bu bilimsel gerçekliği kesinlikle değiştirmez:

“Poikloterm olan, neredeyse sadece suda yaşayan ve solungaçları ile solunum yapan, soğuk kanlı, yürekleri çift gözlü, çoğunun vücudu pullu, genellikle yumurta ile üreyen omurgalı hayvanlardır.” http://tr.wikipedia.org/wiki/Bal%C4%B1k

İç içe Müfredat uygulamasında bu bilimsel bilgi aynen verilir. Bu bilimsel bilginin felsefi açıklamaları ise ayrı bir bölümde verilir. Evrim Açıklamalı ve Yaratılış Açıklamalı olarak iki farklı açıklamadan hangisini tercih edeceğine ise öğrenci karar verir. Balık canlısına dair Yaratılış Açıklamalı anlatımdan örnek vererek konuyu bitirelim:

“Balığın solungaçları onun suda yaşayabilmesine uygun şekilde tasarlanmıştır. Burada bilinçli bir seçim göze çarpar. Balık pulları suyun vücuda girmesini; içerdekinin dışarı çıkmasını önler ve ozmotik basıncı düzenler. O halde  pullar ve balık tesadüfen oluşmamış, bilici, görücü, seçici bir Yaratıcı tarafından tasarlanıp ilgili doğa kurallarının tezgahında hücre hücre dokunmuştur.” (OD)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum