Misafir Kalem
Mükemmellik evrimin bir sonucu mudur?-1
İnsanın maymundan sonra yaratılması, onun maymundan evrldiğinin bir delili olamaz. Dünyada yaratılacak insan dünya şartlarına uygun olmalıdır zira. O bir melek, ruh ya da peri gibi yaratılsaydı dünya şartlarına uygun olamazdı. Hem Allah, yaratma faaliyetini zamanı gelince ve şartlar uygunlaşınca yapmaktadır.
Eğer böyle bir durum gözetilmezse, yaratılan canlı kendini aşan ve yaşamını desteklemeyen şartlar karşısında kısa bir süre içinde yok olacaktır. Denizde yaratılan canlılarla karada yaratılan canlıların farklılıklarını düşünelim. Denizde yaratılanlar denize, karada yaratılanlar da karaya göre olacaktı.
Hem türlerin en uygun yaratılma zamanlarını belirleyen, iklim, atmosfer, güneş ışınları, yıldız ışınları, coğrafya, yabani hayvanların dağılımı, yerleşim sorunu, besin, dünyanın genel durumu gibi binlerce belirleyici sebep olmalıdır.
Mesela Maymunlar Allah’ın yarattığı milyonlarca çeşit canlıdan sadece birisidir. Allah bütün yarattıkları gibi bu hayvanları da sanatla ve hikmetle, kendi şartlarında olabilecek en güzel şekilde yaratmıştır.
Şempanzeler gibi maymunların yaratıldığı söylenen 40 milyon yıl önceki şartlar, insanın yaratılması için uygun şartlara sahip değildi. Her dönemde mükemmel fiillere imza atan Yaratıcı, o dönemde de, o dönemdeki şartlarına uyumlu canlıları yaratmıştır. Bu canlılar onun bin
bir türlü sıfatlarının gereği olarak çok çeşitli özelliklerde yaratılacaklardı elbette.
Onun “Kemal” sıfatı, olgunlaşan her ağacın lezzetli, hoş görünümlü ve kokulu meyve vermesi, her bitkinin güzel kokulu ve görünümlü bir çiçeği bizlere hediye etmesi gibi “mükemmellikleri” gerektirir. Ağaçların, çiçeklerin böyle mükemmel meyveleri olduğu gibi her türün de her dönemde mükemmel bir “meyvesi” olmuştur. Sürüngenlerin, omurgalıların, deniz canlıların ve diğerlerinin…
Çünkü Yaratıcının Kemal’i sınırsızdır ve bu mükemmellik onun icraatlarından devamlı yansıyacaktır. O “gayet Cemal’de Kemal ve nihayet Kemal’de Cemal” yansımalarının kaynağıdır. İşte şempanzenin yaratıldığı o dönem de, ancak şempanze kadar “mükemmel” bir meyvenin yaratılabileceği şartlara sahipti. Yani şempanze, Allah’ın o dönemin şartlarına göre o zamana vurduğu biyolojik mükemmellik tuğralarından birisidir.
Maymun, aklını kullanıp elbise yapamayacağı için ona dönemin çetin iklim koşullarına uygun tüylerden oluşan fıtri bir elbise giydirildi. Bol ağaçlı ortamda yaşamasını kolaylaştıracak ayaklar, eller ve kuyruk verildi. Bu hayvanın kasları da bu dönemin zorluklarıyla mücadele etmek adına daha kuvvetliydi. Everest tepesinde Allah’ın “gâyet Cemâl’de Kemâl’ini” gösterecek ayrı bir çiçek olduğu gibi Anadolu’nun dağlarında da Yaratıcının „nihayet Kemâl’de Cemâl’ini“ gösterecek ayrı mükemmellik örnekleri vardır. Mesela Everest’in zirvesindeki mükemmellik tuğrası “hezaren” çiçeği olur, Toroslar’daki ise “lale”…
Kendi döneminin şartlarının biyolojik ve hayvani bir mükemmellik mührü olan maymun, yaratıldığından beri bu mükemmelliği yansıtmaya devam etmiştir. Zaman gelmiş, şartlar olgunlaşmış, buzullar erimiş, insanların yakınlarına yerleşeceği su kaynakları, mağaralar, doğal kulübeler, dereler, göller yaratılmış, ılıman bir iklim oluşmuş, kıtalar birleşmiş, ormanlarda akıllı bir varlığın geçeceği yollar açılmış, kıtaların hareketleri, volkanlar, depremler durgunlaşmış, o nazik varlığın, yani insanın hayatını tehdit edecek dinozorlar gibi devasa canlılar yok olmuş, atmosferin dengesi ve mevsimler insana göre ayarlanmıştır.
Dünyaya gönderilecek şuurlu meyve, elbette dünya şartlarına uygun bir şekilde hücrelerden oluşan, ellere, ayaklara, parmaklara sahip biyolojik bir yapıyla gönderilmeliydi. İnsana, biyolojik yapıda kuyruklar, boynuzlar, yırtıcı dişler ya da kalın kürkler gibi özellikler verilmedi. Bu yönleriyle insan maymundan bile aciz bir biyolojik varlık görünümündedir gerçekte.
Çünkü insanın mükemmelliğini sağlayacak özellikler, onun maddi yönünden ziyade ruhâni cephesinde saklıydı. İnsan, bu üstün yönlerini işleyip hayvanlardan ve hatta meleklerden daha üstün olabilecekti. Yani o, şuuru marifetiyle nihayetsiz acizliğini anladığında, nihayetsiz Kudret’e rabtolabilecekti. Daha doğrusu insanın bu biyolojik acizliği mükemmellik anlamına gelmekteydi bir yerde.
En mükemmel meyve için dünya da, kainat da en mükemmel haline gelmiştir. Elbette yeni yaratılan bu “İnsan” meyvesi, biyolojik yapısı olan bir varlıktır. Bu yönüyle döneminin ve bütün dönemlerin son “biyolojik mükemmellik” mührü de olmalıdır. Bu yüzden o biyolojik olarak bir solucan, bir arslan, bir kedi, timsah ya da balıktan daha çok, geçmiş dönemin “biyolojik mükemmellik mührü” olan canlılara kısmen benzer yaratılacaktır. Her dönemde, her anda sınırsız yansımalarıyla tecelli eden O’nun Güzel İsimleri, biyolojik manada en câmi bir şekilde insana yansımıştır artık.
İnsanın biyolojik yapısı, esma tecellilerinin kaynakdaşlığı ve Vâhidiyyet (Tek/Aynı elden çıkma, ortak kanunlara bağlı olma vb.) sırrıyla maymun gibi biyolojik yapılara benzeyecektir ama insan kendi biyolojik yeterlilikleriyle kendi ihtiyaçlarını gidermede maymunlardan da geri kalacaktır. Çünkü bu yeni yaratılan canlının asıl üstünlüğü biyolojik yapısından değil ruhani yapısından kaynaklanır.
Maymun ve insan arasında var olan benzerlikler, kar taneleri ile çiçekler arasındaki benzerlikler kadar tesadüfçü evrimle açıklanmaya ihtiyaç duymayacak benzerliklerdir. Her türlü şartı, kanunu, ortamı, etkeni hesaba katan bir Şuurlu Yaratıcı’nın kendi yarattığı ortak kanunlara göre benzer organlar, kendi kurduğu ortak şartlara göre benzer kimi özellikler yaratması, olması gerekendir.
Yerçekimi kanunu nazara alınmadan bir araba üretilemez. Sürtünme kuvveti dikkate alınmadan bir lastik yapılamaz. Araba farlarının standartları da belli ortak kanunlara göre belirlenir. Bilinç bütün şartları göz önüne alır ve bütün bu şartlara göre gücün yardımını alarak üretimlerde bulunur. Arabaların organları sayılabilecek parçalarındaki benzerlikler, onların birbirlerinden tesadüflerle evrildiklerini değil ortak bir Mühendislik Bilinci tarafından, ortak kanunlar göz önüne alınarak müstakilen üretildiklerini gösterir.
Evet genelde bütün canlıların, özelde de insan ve maymun türlerinin benzerlikleri vardır. Çünkü bu canlıların Yaratıcıları tektir, birdir. Üstelik bu canlılar ortak şartlar ve ortak kanunlara bağlı canlılardır. Araba örneğinde olduğu gibi bu canlılar arasında benzerliklerin olması oldukça beklenendir ve hatta olması gerekendir.
Dünya ağacının insan dışındaki diğer biyolojik meyveleri, yaşadıkları ve yaşamak zorunda oldukları o çetin şartlara göre oluşturulmuştur. O şartlarda yaşayabilmeleri içinse çok da düşünmelerine gerek yoktur. Bu yüzden şuurları yoktur. Yaşamlarını devam ettirmeye odaklanmaları yeterlidir. Zaten onlar için her taraf bir besin deposu, her yer bir evdir. Elbiseleri de üzerlerindedir.
Dünyanın biyolojik mükemmellik için gerektirdiği şartlar ortadadır. Elbette Mars gibi bir yerde biyolojik mükemmellik, farklı şartlara sahip olmayı gerektirecekti. Oranın atmosferinin, coğrafi yapısının, ikliminin, ısı değerlerinin gerektirdiği bir biyolojik mükemmellik olacaktı.
Denizdeki biyolojik mükemmelliğin şartları da farklı olacaktı.
Yeni jeolojik dönemin biyolojik mükemmellik mührü ise „insan“ olacaktı. Üstelik “hayat ağacının” hatta “kâinat ağacının” çekirdeğinde olan “şuur, görme, duyma, hayat, yapma…” gibi mükemmel özellikler bu son biyolojik “meyvede” de olacaktır. İnsanın asıl üstünlüğü bu özelliklerinin bilincine varabilmesiyle bağlantılıdır. Biyolojik açıdan mükemmel yaratılan insan, ruhâni cepheleri açısından da mükemmeldir. Bu yönleriyle Melekler’in üstüne çıkabilecek bir varlıktır insan. Çünkü o, kâinat ağacının bir neticesidir.
İlk hücrenin oluşmasını anlamlı kılan “bilinç, hayat, duyuş, görüş, planlama, yapma” gibi özellikler bu son meyvede de vardır. Şuurun tesadüf ve evrimin bir sonucu olduğunu iddia edenler aslında daha en başlangıçta görünen “bilinci” tam bir “bilinçsizlik” gösterip görmezden gelirler. Evrim teorisine göre bilincin, görmenin, duymanın ve duyguların adlarının dahi anılamayacağı 4, 5 milyar önce, “bilinçli, merhametli, koruyucu, planlayıcı, görücü, duyucu” özellikleri olan bir eylemin yapılmış olması imkansızdır.
Yaklaşık 13,7 milyar yıl önce, Big-Bang’ın hemen ardından çok küçük bir zaman diliminde şuurla planlanıp yaratılmış gibi görünen “düzeni” ve „kanunları“ doğuran değişimler de bir “Mutlak Şuurun” ipuçlarını bize vermiyor mu? O Sonsuz Şuurun, heyecan uyandıran varlığını görmezden gelip meseleyi “rastlantı” ile açıklamak, paha biçilmez bir “elmasın” cam parçası olduğunu iddia edip çöpe atmaktan daha büyük bir fecaattir.
İşte bu son mükemmel meyvede önceki mükemmellerden farklı olarak, kainat tohumundaki “şuur” da bir çiçek gibi açmış, kendini göstermiştir. Çünkü bu şuur onun narin yaratılmış vücudunun ihtiyaçlarını temin edebilmek için gereklidir. Ayrıca bir şuurdan doğan kâinatı tam da bu en mükemmel noktasında, şuuruyla anlamlandıracak bir şuurlu meyve varlık da olmalıdır.
Çiçeklere o güzel renkleri ve kokuları verip bal arılarını, kelebekleri onlara yönlendirişi gibi, şu kainat çiçeğine doğru da „şuur“ arısını ve kelebeğini kanatlandırdı. Kainatın oluşmasını sağlayan Varlığın özelliklerinden pek çoğu, birer ölçü birimi olarak insana verildi ki, insan o ölçülerle O’nu arasın, bulsun, tanısın ve sevsin…
Yaratıcı, yarattıklarını “sebep basamaklarının sonuçlara bağlandığı” bir boyutta yaratmaktadır. Böyle bir boyutta ancak böyle yaratmalar olacaktır. Böyle bir boyutun en mükemmel biyolojik ürünü “insan” şimdi nasılsa öyle olacaktır. Ancak böyle bir imkan içinde kâinat böyle olacak ve ancak böyle bir boyutta biyolojik hayat ve şuur bu şekilde oluşabilecektir.
“Sonsuzluk” boyutundaki yaratma faaliyeti için sebeplere, basamaklara gerek yoktur. Çünkü o boyut anlamların çıplak olarak bulunduğu, madde kılıfının olmadığı, zaman, mekan gibi sınırlardan bağımsız “olağanüstü” bir boyuttur. O boyutun sakinleri olan melekler, ruhaniler de elbette o boyuta uygun olarak bize göre kimi olağanüstü özelliklere sahiptirler.
Ancak Big-Bangla birlikte kapıları açılan bu yeni boyut seçeneği, böyle olağanüstülüklere her zaman açık değildir. Elbette Sonsuz Yaratıcı istediği zaman bu boyutun da sınırlarını aşar ve orada da mucizeler yaratabilir. İşte hayatın, bilincin yaratılması da Sonsuza göre sonsuz olağan, bu boyuttan bakıldığında ise “olağanüstü” gözükür. Bu olağanüstü görünümler bile şu kâinatın hamuruna bir olağanüstü şuur, yaratma karıştığını bize hatırlatır.
Hatta bu bilinçli yaratmaları görmek istemeyenlerin “olağanüstü ve akıl almaz” tesadüfe dayanan teoriler geliştirip kâinattaki olayları açıklamaya çalışmaları, onların da bu “olağanüstülüklerin” farkında olduğunu gösterir. Bütün bu işaretler bize “olağanüstü” olan bir “Sonsuz” boyuttan haberler verir. (OD)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.