Mustafa ORAL
Mü’minin İhlas ve Uhuvvetle imtihanı
Büyük bir insan olan kâinat içindeki bin bir unsur ve varlık ile kendisi için Rabb’imiz tarafından ayarlanmış hedefe doğru yol alıyor. Onun içindeki dünya bir büyük saat gibi kâinatın geçirdiği merhaleleri gösteriyor. Rivayetler doğru ise kâinat beş milyar yıldır var. Dünya bu süre içinde milyarlarca insan, hayvan ve bitki gördü, geçirdi. Bazen fetihler, inkılaplar, asr-ı saadetler; bazen ihtilaller, savaşlar, afetler ve musibetler gördü. Her zamanın kendine göre olayları, kendine göre hükümleri oldu. Fetihler de, afetler de bu dünya için birer imtihandı. Zira kâinatın da, dünyanın da, insanın da yaratılışının hikmeti imtihanda saklıydı.
İnsan da şu hayat içinde bir yolcu... Ruhlar aleminden anne rahmine, anne rahminden, çocukluğa, çocukluktan gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede doğru yol alıyor. Her zamanın insanın üzerinde bir başka tesiri oluyor, her yaşın bir başka hükmü bulunuyor. İnsan her daim kendini bir başka yolda, bir başka rolde, bir başka imtihanda buluyor. Bu imtihan zamandan zamana, mekan mekana değişiklik gösterdiği gibi, imtihan vesileleri kişiden kişiye de farklılık gösteriyor. Herkes aynı insanlık paydasında buluşsa bile herkesin imtihanı ayrı olmuyor.
Hayatının merkezine iman ve amel ile tekemmül etmek hakikatini koyan her insan için şu imtihan meydanında ilk sınav “iman” üzerine oluyor. İman sorgusunun yoğun olarak yaşandığı dönemler umumiyetle ergenlikten ilk geçliğe geçilen günlere rastlıyor. Bu sorgulamayı yaşadığınızda yaşınız kaç olursa olsun gerçek yaşınız kendinizde kâinata meydan okuyabilecek bir gücü bulduğunuz yaş oluyor. Bu dönem fetihlerin ve fütuhatların olduğu bir dönemdir. Bir imtihan var elbette ama bu imtihandan muvaffakiyetle çıkabilmeniz için sanki bütün kâinat elbirliği etmişçesine size hizmet ediyor. Allah rüyalarla ve ilhamlarla, nur şakirdi kardeş ve ağabeyler dualarla sizi kucaklıyor. Siz hep alansınız, siz hep verilensiniz. Aldıklarınızla imanınız artıyor, ibadetleriniz çoğalıyor. Sabah namazlarına veliler gibi kalkıyorsunuz. Risale derslerine deliler koşuyorsunuz. Sabahlara kadar Risale okuyorsunuz.
Siz bu iman ve ubudiyet halinin bir ömür boyu süreceğini ümit ediyorsunuz. Buraya kadar bir imtihanda olsanız bile bir imtihanda olduğunuzun farkında değilsiniz. Bir zaman sonra o rüyalar, ilhamlar, dualar sizde yavaş yavaş dolmaya başlıyor. Sizin de bu meselede söyleyecek sözünüzün, yapacak işinizin olduğunu hissediyorsunuz. O heyecanla alan insan olmaktan veren insan olmaya doğru yol almak istiyorsunuz. Hayatınıza yeni bir imtihan sayfası açılıyor:Hizmet. Mekanı cennet olsun Zübeyir Ağabeyin kendini Risaleye vakfetmek isteyen bir Nur talebesine yazdığı destansı mektubu bir gül gibi hep göğsünüzde taşıyorsunuz.
Sanıyorsunuz ki damarlarınız kesilse dökülen kanlar “Risale-i Nur...Risale-i Nur…” yazacak. Sanıyorsunuz ki hakiki imanı elde eden insan gerçekten de kâinata meydan okuyabilir. Neden sonra ilk ciddi imtihanla karşılaşıyorsunuz. Dine hizmet edeyim derken önünüze “yakıcı bir çorba” çıkıyor. İmkanı yok, bunu tadacaksınız. O güne kadar Risalenin iman meselelerini okumuşsunuz. Risalenin dava içinde bir bürhan olduğunu düşünmüşsünüz. Uhuvvet ve İhlas Risalelerini hiç okuma ihtiyacı hissetmemişsiniz. Ama işte artık bu Risale’leri içselleştirmenin zamanı gelmiş...
Bir mümin olarak sizin en ciddi imtihanınız “hizmet içi”nde vücut veriyor: Uhuvvet. Değil mi ki Risalenin sizin hizmetinize değil uhuvvetinize, ihlasınıza, tesanüdünüze ve sebatınıza ihtiyacı vardır. Artık hizmet ederken hizmet içindeki bazı manileri de def etmek, bazı ağabey ve kardeşlerle yaşadığınız sorunlarla yüzleşmek ve bunlara çözüm getirmek zorundasınız.
Bu kadar yıl Risale okumuş bir şakirt nasıl olur da Uhuvvet Risalesi’nde bahsedilen düsturları kendine rehber edinmez de diğer kardeşleri ile uhuvvet kırıcı bir münasebet içinde bulunabilir? Bir nur talebesi nasıl böyle şevk kırıcı olabilir?... Bunlara akıl sır erdiremezsiniz.
Üzülürsünüz, kırılırsınız ama yine de kol kırılır yen içinde kalır kabilinden durumu idare edersiniz. Bundan bir noktaya kadar rahatsız olursunuz. Yakıcı çorbadan ağzınız yanmadan kalbinizin akıyla bu durumun üstesinden gelmeye çalışırsızın. Bazen Tarihçe-i Hayat’ta geçen “Beni anlamıyorlar, anlamak istemiyorlar...” diye başlayan bahsi yapayalnız içten içe okursunuz. O durum içinde imanınızı ve uhuvvetinizi canlı tutmaya çalışırsınız.
Uhuvvetle olan imtihana güç yetirememe durumu ortaya çıkarsa İhlas Risalesi’ni ve ihlasınızı sorgulamaya başlarsınız. Belki imtihanın uhuvvet bölümünde iman henüz tehlikeye girmemiştir. Yaptıklarınızın hala Allah rızası için olduğunun düşünmektesinizdir. Bir dereceye kadar da hala saf ve temizsinizdir. Belki haklısınızdır. Belki imtihanda en haklı döneminiz bu dönemdir. Ne var ki bu ruh durumunu muhafaza etmek her zaman mümkün değildir. O zaman İhlas Risalesi’ni en azından 15 günde bir okumak gerektiğini daha bir anlarsınız.
İhlas’ı 15 günde değil, her gün okumanız gereken durumlarda uç vermeye başladığında bununla baş edemez duruma gelebilirsiniz. Siz 15 günde bir İhlas Risalesi’ni okurken hizmet içinde muhatap olduğunuz kişiler İhlas Risalesi’ni doğru düzgün okumuyorlar, okuyorlarsa da uygulamıyorlarsa sizde bir şevksizliktir, bir isteksizliktir başlar. O zaman ya daha fazla Risale okumaya veya sizi anlayacak karşı cinsten birisini aramaya veya her şeyi boş vermeye başlarsınız.
İhlası sabırla muhafaza etmeye çalışırken, sizi anlayabilecek birilerine ihtiyaç duyarsınız. Zira evlilik çağınız da gelmiştir. Etrafınızdakiler bir bir evlenmeye başlamıştır. Onlar gibi siz de bir limana sığınma ihtiyacı duyarsınız. Uhuvvet ve ihlas imtihanlarından aldığınız yaraları onunla tedavi etmeye çalışacaksınızdır. Yaralarınızı sarıp sarmalayacak birini bulduğunuzu sanırsınız ve evlenirsiniz. Bu sefer imtihanların en ağırı başlar. Sizin uğruna canınızı verebileceğiniz, ruhunuzu feda edebileceğiniz kişiden karşılık bulamayabilirsiniz. Veya karşılık bulamadığınızı düşünürsünüz. Her şey bir tarafa, gelenek ve görenek belasına bir dizi israfatın içine girersiniz. Eşinizi ve çocuklarınızı bu hizmet-i imaniye ve Kur’an’iyenin birer ferdi olarak görmekten nispeten uzaklaşmaya başlarsınız.
Hizmet etmek, uhuvvet ve ihlası muhafaza etmek bir tarafa, bari şu İktisat Risalesi’ni beraberce bir aile çatısında okuyalım da, israfattan kurtulalım istersiniz. Ama o da istediğiniz gibi olmaz. Cemaate küstüğünüz gibi ailenize de küsersiniz. En iyi ihtimalle kendinizi işe güce verirsiniz. Bazen bunu da yapamaz, bir boş vermişlik içinde bulursunuz kendinizi.
Bütün bunlar olurken, yani siz bir dizi imtihan içinden geçerken, ortada ne ihlas, ne uhuvvet kalmıştır. Ne iyi kötü bir hizmet, ne de hizmet etme şevki kalmıştır. Önceleri, müminler arasındaki ihtilaflarda en masum bir iletişimsizlik hali olan küsmek sizde zaman zaman belli belirsiz hükmederken, şimdi küsmek de yetmez. Kızmaya, öfkelenmeye, yüksek sesli eleştiriler getirmeye başlarsınız. Bu da yetmez: bu sefer hak ve yetki iddialarında bulunursunuz; ama görev ve sorumluluklarınızı ya unutursunuz yada boş verirsiniz.
Siz envai çeşit imtihan içinden geçerken, özellikle de imtihanın en yakıcı devresi olan “aile” imtihanında, çoğu kere ümmetleri ve aileleri ile imtihan olan Peygamberler ve hakikat yolcuları hatırınıza gelmez.
Ümmetleri tarafından kabul görmeyen Peygamberler ve ümmetsiz vefat eden Peygamberler aklınıza gelmez. Ailesi ile imtihan edilen Nuh ve Eyüp Peygamberler hayalinizden geçmez. Kavimlerinin katlettiği Peygamberler zihninizi meşgul etmez. Müslüman idareler altında hapislerde çürümeye mahkum edilen Ebu Hanifeler, Şeyh Geylani’den icazet alamadığı için Bağdat’ta irşad ve fütuhat yapamayan, ancak icazet çıktığında irşad ve fütuhat yapabilen Bağdadiler hatırınıza gelmez. Hemen çoğu kere karşınızdaki müminin kusurları aklınıza gelmiştir. İnsanlar bu kadar İhlas ve Uhuvvet Risalesi okuduktan sonra hala nasıl olur da böyle uhuvvete ve ihlasa muhalif davranışlar içinde bulunabildikleri aklınıza gelmiştir. Yaşanan birçok olumsuz hareketin ardında sizin pürkusur şahsiyetinizin de payı olduğunu ise hiç düşünmemişsinizdir.
Zeyl:Bu gün hayatımızda bazı imtihanları çok köklü şekilde yaşıyorsak, bunun bir çok sebebi var.
Böyle bir imtihanda çabuk ve çok yara alıyorsak bunun en önemli sebebi artık iman hizmetini hayatımızın merkezine koymamamızdır.
Masumiyetimizi yitirdiğimizden, gün geçtikçe bir asabiyet halinin bizde hükmetmeye başlamasındandır.
Geçmişte mümin kardeşimizin bir hareketine en masumane bir tavır olarak küsüp geçtiğimiz halde bu gün kızmanız, üstelik de kızıp geçemememizdendir.
Geçmişte gülüp geçtiğimiz bazı şeylere bu gün küsüp geçemememizdendir.
Risalenin kuşatıcı taraflarına vurgu yapan yerlerini okumaktansa, kişiden kişiye, zamandan zamana, mekandan mekana farklılık gösterebilen hizmet tarzlarına gönderme yapan yerlerine ayrıştırıcı bir nazarla yönelmemizdendir.
Birilerini Risale dairesinin dışına çıkaracağım derken, asıl muhatabımız olan kişilere iman ve namaz bahislerini anlatmayı ihmal etmemizdendir.
Tebliğden çok tenkit yapmamızdandır.
Daha da üzücü olanı tenkidi bir tebliğ vasıtası olarak görebilmemizdendir.
Ne zamandır birilerine iman ve Kur’an hizmetinde ne bir yol, ne de bir yoldaş olabilmemizdendir.
Ne zamandır iman ve Kur’an hizmetinde bir kapı ve pencere olmak yerine duvar olmamızdandır.
Ne zamandır “kendimiz” olmak yerine “nefsimiz” olmaktandır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.