Musa Kazım YILMAZ

Musa Kazım YILMAZ

İslâm’ın ve İslâm Öncesi Sistemlerin Özgürlüğe ve Köleliğe Bakışı (3)

a.İslâm Öncesi Sistemlerin Bakışı

“Özgürlük” sözcüğü telaffuz edildiği zaman insanın aklına ilk gelen “kölelik” olmaktadır. Zira özgürlükleri tamamen veya kısmen kısıtlanan insanlar, hangi çağda olursa olsunlar köle olmakla karşı karşıyadırlar. İnsanların birbirilerine karşı hak ve görevlerinin ne olduğu hakkında fikirlerinin bulunmadığı, güçlülerin sosyal hayata hakim olan tüm kaideleri tanzim ettiği ve herkesin hareket çizgisini belirlediği zamanlarda, insanda tabii olarak var olan sosyal, bedensel ve fikrî eşitsizlik zamanla köleliğin doğuşuna yol açar. Böylece güçlüleri zayıfların mutlak hakimi yapan bir düzen kendiliğinden oluşur.

Güçlülerin zayıflar üzerindeki bu tahakkümü, zamanla onları “alınterleriyle ekmek kazanmak” anlayışından uzaklaştırmıştır. Böylece “sen çalış ben yiyeyim” haksız prensibi toplum hayatına hakim olur. Denebilir ki, kendi zevkini tatmin için başkalarının bedensel güçlerinden istifade etmek köleliğin temelini oluşturan bir olgudur ve kölelik insan tabiatı kadar eskidir. Başka bir ifadeyle, sosyal hayatın vahşet ve bedeviyet döneminden başlayarak maddi uygarlığın yükseliş dönemlerine kadar kölelik her devirde devam etmiştir, Bugünkü dünyada şekli ve şartları aynı olmamakla birlikte kısmen de olsa kölelik şekil değiştirerek hala devam etmektedir.

İslâm’dan önceki sistemlerin insanı ne kadar baskı altında tuttuğunu, insan hak ve özgürlüğünü ne kadar kısıtladığını anlayabilmek için tarihe bir göz atmak yeterlidir.

İsrailoğullarının elindeki köleler her türlü insan haklarından mahrumdu. Hıristyanlık bir din olarak köleliğe karşı bir itirazda bulunmamış ve kölelikle ilgili olarak hiçbir kural koymamıştır. Roma imparatorları vatandaşlarına köle nazariyle bakıyorlardı. Roma'da kilise din adına halkı eziyor, rahipler, kutsallıklarını ilan ederek halkın dini duygularını istismar ediyorlardı. Bizans yönetici ve rahiplerinin halka ve özellikle kadınlara ve bilim adamlarına yönelik baskıları canavarlara taş çıkartacak bir düzeydeydi.

Bozulmuş hıristyanlık, tüm peygamberler gibi Hz. İsa'nın da ortaya koyduğu “Allah'ın nazarında bütün insanlar eşittir” şeklindeki genel prensibin ruhunu kavramamıştır. İskenderiye'de ilimle meşgul olan ve bir üniversitede müderriselik yapan Hipatyan adında bir kadının başına gelenler, hıristyanlığın insan haysiyetine ne derece önem vermediğinin açık bir göstergesidir. Bu kadın dershaneden çıktığı sırada hiristyan fanatikler tarafından tecavüze uğramıştı. Kendilerini dindar sayan haydutlar tarafından kadının üstü başı yırtılarak çıplak bir şekilde çarşıda sürüklenmiş ve kiliseye götürülmüştü. Korkudan baygın halde olan kadın kilisede rahip tarafından öldürülmüştü. Bilahare çıplak cesedi parça parça edilmiş ve ateşe atılmıştı. İşin garip tarafı, bozulmuş hiristyanlık bu cinayeti işleyen haydudu azizlik mertebesine çıkarmıştır.[1] Denilebilir ki, öldürülen bu zavallı kadının intikamı, ancak Mısır'ın fethi sırasında, Resûlüllah’ın (S) arkadaşı Amr b. As tarafından alınmıştır.

Hiristyan toplumunda köleliğe karşı gelişen hareketler sağlıklı bir şekilde olmamıştır. Batıda gelişen özgürlük hareketi temelde Allah'a karşı da bağımsız olmayı öngördüğü için yanlış bir yol izlemiştir. Şöyle ki: Batıda Allah'a karşı gelişen özgürlük düşüncesi, Fransız devrimiyle kiliseye veya krala karşı siyasi bir harekete dönüştü. Slogan şu idi: “Ne tanrı Ne efendi...” Siyasi anlamda bu hareket kuşkusuz makul sebeplere dayanıyordu. Çünkü katolikliğin hakim olduğu teokrasilerde tanrı hiçbir zaman insana hükmetmemiştir. Aksine tanrı adına papa ve ruhban sınıfı insanlara hükmetmiştir. Kilisenin teokratik zulmünden kurtulan Avrupalı, bu kez kralın temsil ettiği mutlakiyetçi idarelerin baskısıyla karşılaştı ve sonunda bildiğimiz yollarla ona karşı ayaklanarak bugünkü demokrasiyi kurabilmiştir.

Bu açıdan bakıldığında müslümanların siyasi özgürlük anlayışları hıristiyanlarınkinden farklıdır. Zira İslâm’ın siyaset felsefesinde hiç kimse ümmeti Allah adına yönetemez. İlahi anlamda hakimiyet Allah'ındır ama siyasî ve hukukî olarak hakimiyeti kullanma hakkı ümmetin, yani halkındır. Başka bir ifadeyle, emir ve hükmün Allah'a ait olması başka, birilerinin çıkıp “Ben Allah'ın vekiliyim” diyerek insanları yönetmesi başkadır.

b. İslâm’ın Özgürlüğe ve Köleliğe Bakışı

İslâmiyet bütün insanlığın ebedi dinidir. İslâm gelir gelmez, zalimlere, müstebitlere ve insanları köleleştiren batıl sistemlere karşı adeta bir savaş başlatmıştır. Kur'an'ın tüm öğretileri, ezilmiş insanları zalimlere başkaldırtan bir kıyam içeriyordu. İslâm insanın yokedilen onurunu ona iade etmiştir. Allah şöyle buyuruyor: (وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَىٰ كَثِيرٍ مِّمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلًا) “Andolsun biz insan oğluna şan, şeref ve nimetler verdik; onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerine güzel güzel rızıklar verdik ve onları yarattıklarımızın çoğundan üstün kıldık.” [2] Bu ayet insanın mükerrem (şerefli) ve deyim yerindeyse bir o kadar da dokunulmaz olduğunu ilan etmiştir.

İslâm ırk ve renk farkını tanımayan bir dindir. Siyah, beyaz, sivil, asker, hakim ve mahkum bütün insanlar sadece kağıt üzerinde değil pratik olarak da kanun önünde eşittirler. Bütün insanlar savaş meydanında, çadırda, sarayda, camide veya çarşıda şartsız olarak toplanırlar ve birbirileriyle eşit şartlarda sohbet ederler. İslâmın ilk müezzini siyah ırktan Bilal-i Habeşi idi. Bu itibarla islâmiyet köleliğe büyük bir darbe indirmiştir. Eğer köle kullanmak adeti çok köklü ve yerleşmiş bir gelenek olmasaydı, İslâmın köleliğe indirdiği darbe onu kökünden söküp kaldıracaktı. İslâmın kanun ve prensiplerinin ilan edilmesi yirmi seneden fazla bir zaman aldığı için, daha önce kökleşmiş kuralların ortadan kaldırılması yavaş yavaş ve zamana yayılmıştır. Esasen köleliğin ortadan kaldırılması, bütün kölelerin birdenbire özgürlüğüne kavuşturulmasıyla değil (çünkü bu yol manen ve ekonomik olarak mümkün değildi) insanca kanunların yürürlüğe konulmasıyla mümkündü. İşte İslâm bunu yapmıştır.

Bununla beraber İslâm, köleliğin zamanla ve tümden tasfiye edilmesi için gerekli düzenlemeleri de yapmıştır. Öncelikle kölelik nizamı, savaş esirleriyle sınırlı bir yapıya kavuşturuldu. Bugün eski zamanın savaşları olmadığı için kölelik büyük çapta ortadan kalkmıştır. Köleliğin tüm dünyadan kaldırılması için İslâm önayak olmuştur. Kur'an'da köle azad edenlerin dünya ve ahirette büyük sevaba nail olacakları bildirilmiştir.[3] Ayrıca, özgürlüğüne kavuşmak isteyip de maddi durumu müsait olmayanların zekat alıp özgürlüğünü satın alabileceklerini öngörmüştür.[4] Yine adam öldürenin,[5] hanımıyla zihar yapanın[6] ve yalan yere yemin edenin mutlaka bir köle azat etmesini emretmiştir.[7]

Ramazan'da orucunu amden (bilerek) bozmanın cezası olarak yine köle azad etmek öngörülmüştür. Rivayete göre bir adam Rasulüllah'ın yanına gelerek “Helak oldum ve helak ettim Ya Resûlellah” demiş. Rasulüllah bunun nedenini sorunca “Ya Rasulallah, Ramazn'da hanımımla cinsi münasebete girdim” diye cevap vermiştir. Bunun üzerine Rasulüllah “Bir köle azad edecek kadar paran yok mu?” diyerek gücü yettiği takdirde adamın bir köle azad etmesini emretmiştir.[8]

Kısacası İslâm, köleleri özgürlüğüne kavuşturmak için Müslümanları teşvik etmiş, Allah nazarında köle azad etmekten daha üstün bir iş bulunmadığını vurgulamıştır. İslâmiyet, kölelerin yaptıkları iş karşılığında ücretle serbest bırakılmalarını da teşvik etmiştir.

Kölelere gösterilecek şefkat ve merhamet, akrabalara, komşulara ve yolda kalmışlara gösterilecek şefkatin seviyesine çıkarılmıştır. Onun için denebilir ki, İslâm’ın tüm prensipleri köleliği yoketmeyi amaçlamıştır. Kaldı ki, İslâm dünyasında Batı'da olduğu gibi sürekli kulluk yapmak anlamına gelen “kölelik” ve “köle sınıfı” hiçbir zaman olmamıştır. Efendiler, kölelerine karşı adaletten ayrılmamak ve onlara güçlerinin üstünde iş gördürmemekle yükümlüdürler. Bir efendinin kölesine ya da cariyesine karşı, haysiyet kırıcı bir hitapta bulunması kesinlikle yasaklanmıştır. Efendiler, kölelerini nazik bir şekilde çağırmak, yediklerinden yedirmek ve giydiklerinden giydirmekle emredilmişlerdir. Herşeyden önemlisi, köleler arasında annenin çocuğundan, kardeşin kardeşten, babanın çocuğundan, karının kocasından ve akrabanın akrabadan ayrılması yasaklanmıştır. Yani İslâm efendi ile kölenin karşılıklı münasebetlerini tayin ederken sadece efendinin menfaatini gözetmemiştir.

Ayrıca İslâm’da köle olmak insanı itibarsız yapmaz. Hz. Peygamber'in azadlı kölesi Zeyd ordu komutanlığına getirilmiş, en itibarlı ve kıdemli komutanlar onun emri altında görev yapmışlardır. Zeyd'in oğlu Usame de Bizans'a gönderilen ordunun başkomutanlığına getirilmiştir. Delhi'nin ilk müslüman hükümdarı ve Hindistan'da İslâm devletinin kurucusu Kutbeddin bir köledir. İslâm’da bugünün kölesi yarının başbakanı olabilir. Köle efendisinin kızıyla evlenebilir ve aile reisi olur. Gazneli Mahmud'un babası da bir köledir.[9]

[1] Emir Ali.Ruh-i İslâm, (osmanlıca), Ömer Rıza Doğrul Tercümesi, İstanbul,1924, 5.41.

[2] İsra, 16: 70.

[3] Beled Suresi, 90: 11-16; Ahmed b. Hanbel, Il, 447.

[4] Tevbe, 9: 60.

[5] Nisa, 4: 92.

[6] Mücadele, 58: 2.

[7] Maide, 5: 89.

[8] Ebu Davud, Savm, 19.

[9] Emir Ali, a.g.e., 5.222.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum