Bediüzzaman Arap, Türk ve Kürtleri uyardı
Türkiye Irak Dostluk Derneği Genel Başkanı Mehmet Emin Değer, RisaleHaber’in sorularını cevaplandırdı.
Röportaj: Dursun Sivri, Foto: M.Emin Benek
Giriş
M.Emin Değer, Uluslar arası nakliyat işi yapan bir şirketin sahibi ve yönetim kurulu başkanı. Uzun yıllar petrol taşımacılığı işi yapıyorlar.
Doğup büyüdüğü yer Mardin Kızıltepe. Uzun yıllar ofislerinin merkezi İskenderun’daydı. Sonra ofis merkezini Ankara’ya taşıdılar.
Aynı zamanda “Türkiye Irak Dostluk Derneği Genel Başkanı” Gerek iş adamı sıfatıyla gerekse adı geçen derneğin başkanı sıfatıyla görüşleri önemli birisi;
Kürt meselesi, Kuzey Irak, realitesi, Ortadoğu, İslâm dünyasına dair birçok konu iç içe. Bu konulara vakıf olan bölge insanı, iş adamı, entelektüel birikimi de olan bir isim M.Emin Değer... Önemli tespitleri var. Paylaşılmasında fayda mülâza ettik. Okunmasını tavsiye ederiz.
Mehmet Emin Bey, Kuzey Irak’ta neler oluyor? Hem o bölgenin insanı olarak hem de iş adamı sıfatınızla Irak’ta iş yapmış bir gözlemci olarak gözlemleriniz nedir? İleriye yönelik gelişmeleri nasıl olacağını düşünüyorsunuz?
Aslında mesele sadece Kuzey Irak bağlantılı değil. Bütün Ortadoğu’daki gelişen hadiseler Osmanlı parçalandıktan sonra ve emperyalist, müstemleke ülkeler tarafından İslam coğrafyası paylaşıldı. Her ülkenin başına daha kolay idare edebiliriz’ mantığıyla bir aile veya bir reis, bir kabile, bir diktatör getirildi. Sun’i coğrafyalar oluşturarak, suni görünmeler yapmak suretiyle daha kolay idare edilebilir ve kendine bağımlı birer müstemleke ülkeleri icat ettiler.
Batı dünyası bu bölüşümü yaparken ve maalesef bu diktatörlükten Irak’taki, İran’daki Kürtler de ciddi manada nasibini aldı.
Benim o bölge ile ilgili bütün söyleyeceklerim ve bildiklerim bir tarihi değerlendirmeden ziyade, biraz da gözlemlerime dayanarak söyleyeceğim. Otuz senedir o bölgede gözlemlerime dayanarak düşündüğüm ve kafamda oluşan düşünceleri aktarmaya çalışacağım.
Ben, savaş öncesi ve savaş sonrası, körfez krizi ile alakalı, Amerika’nın Irak’a müdahalesi ile ilgili bütün tespit ve teşhislerimizde kamuoyu nezdinde, o dönemde de “Türkiye-Irak Dostluk Derneği Başkanı” sıfatıyla sık sık televizyonlarda açıkladım.
Türkiye’deki birçok önemli şahsiyetlerle tartışmalarımız oldu. Bizim gözlemlerimiz ve tespitlerimiz hep bizi haklı çıkardı.
Bir takım mahfillerde beslenerek veya başkalarının gözlüğü ile bakmayı adet haline getirmiş bir takım aydınlarımız, başkalarının gözlüğü ile bakmayı bir maharet zanneden insanların çok yanıldığını defaatle gördüm.
Uyarılarınız ma’kes buldu mu?
Buldu. Yani halkta buldu, siyasi kademelerde de buldu. Hatta söylediklerimizin bir kısmının slogan haline dönüştüğünü de müşahede ettim. Türkiye’nin büyük idealleri için ortaya koyduğumuz hedef ve maksatlar doğrultusunda söylemlerimizi geliştirdiğimizde Türkiye’nin yararına söyledik. Ve gerçekten de onu gördük.
Sonradan gelinen nokta da devletin önemli kademeleri de bizim on beş sene on sene önce söylediğimiz noktalara gelmesi bizi sevindirmiştir. Belki hayatımda bu konuda ilk defa devletle paralel düşünmenin zevkini yaşadım diyebilirim.
Bunun size geri dönüşü nasıl oldu? Devlet ricalinden veya siyasi iradeden bu konular hakkında ‘iyi ki zamanında uyardınız, işe yaradı’ denildi mi?
Tam tersine. Hatta bilerek veya bilmeyerek uzaklaştırılmak ve dışlanmak istendik. Bundan da gocunmuyorum. Çünkü birilerinin alkışını almak için yapmadık. İnandığımız şeyleri söylemeye çalıştık. O birileri hoşnut olsun diye, keyif alsın diye bir şey söylemedik bugüne kadar. İnandığımız ve bildiğimiz doğruları söyledik.
Ana başlıklar halindeki bu önerileriniz hangileri uygulamada hayata geçiriliyor?
Mesela iki tezkerenin de çıkmaması noktasında çok ciddi mücadeleler verdik. Türkiye’nin aleyhinde gelişeceğini ısrarla vurguladık. Türkiye’deki önemli şahsiyetlerle ve siyasilerle temaslarımız oldu.
Bir takım önemli aydınlarımızın da ısrarla “Amerika ile birlikte girersek, Kuzey Irak’a sahip oluruz” gibi şu ya da bu mantıkla “Eğer girseydik bunlar olmazdı” şeklinde sürekli ve hala söyleyenler de vardı. Hâlen de var bu tür düşünceye sahip olanlar.
Ama genelde iyi ki tezkere geçmemiş diyorlar ve de böyle bir kanat kamuoyunda hâkim…
Diyorlar ama bundan halen vazgeçmeyen önemli şahsiyetlerimizin de olduğunu biliyoruz. Türkiye’nin menfaatine olmuştur. Ben onu televizyonlarda defalarca dile getirdim.
Yani bir Şerif Hüseyin olayını 120 senedir dillendiriliyor, kısmen haklı olarak. Araplar ihanet etti, diye haklı bir sitemimiz var. Ama İngilizlerin Lawrence’lerin işbirliği ile oluşmuş olan o hadisede haklı olarak Türk milletinin bir kısmı halen haklı tepkisini ortaya koyuyor.
ARAPLARIN TÜRKİYE SEVGİSİ “ONE MİNUTE” İLE BAŞLAMADI
Biraz da Maksatlı olarak sürekli işletiliyor olabilir mi?
Yani haklı bir tepki de olabilir ama aynı duruma düşme ihtimalimiz vardı.
Eğer o tezkereler meclisten geçseydi Ne olurdu biliyor musunuz?
Gerekçesi olmayan, herhangi bir ihtilafı olmayan, tarih seyri içerisinde herhangi bir düşmanlığı olmayan, komşu ve kardeş bildiğimiz bir ülke ile hiç gerekçesi olmayan bir koalisyon gücü ile Irak’a girseydik, bir işgalci pozisyonuna girmiş olsaydık.
500 sene bu milleti ipotek altına alacaktık ve sürekli kendini müdafaa etme durumunda bırakacaktık.
Onun için deniliyor ki, Arap toplumlarında Sayın Başbakanın bugünlerde revaçta olması, alkışlanması, Arap dünyası, Ortadoğu ve İslam coğrafyasında ‘one minute’ ile başlıyor zannediliyor. Hayır… Amerika’nın bütün baskılarıma rağmen, Türkiye’nin iki tezkereyi de reddetmesi Arap dünyasında ve sokaklarında bu olumlu havayı oluşturdu. Esas başlangıç orasıdır. Çünkü komşu olan ülkeleri, “Arap ülkeleri Amerika’nın baskısına boyun eğerek ‘beraber ittifak ettik, Türkiye buna direndi” Yani çok mecbur olmadıkları ve ötekilerine göre daha rahat davranma ihtimali varken oldu bu durum diyorlar.
‘One minute’ gündemin semeresi oldu o zaman.
Evet ‘One minute’ onun, (tezkerelerin reddinin) neticesi oldu. Esas başlangıcı oradan başladı, yani doruk noktası oldu diyebilirim. Ben, onu da o dönemlerde yine dillendirdim. Dedim ki; Arap sokaklarında Türkiye artık bir model yerine geçti ve Arap ülkelerinin sokakları kendi yöneticilerini Türkiye’nin bu tutumundan dolayı sorgulayacaklar. Hem Amerika’yı sorgulayacaklar hem kendi yöneticilerini sorgulayacaklar dedim.
TUNUS HALKINI TÜRKİYE ETKİLEDİ
Tunus’taki de onun bir tezahürü mü?
Kesinlikle. Tabi böyle sosyal hareketler ve gelişimler hemen bir iki senede olgunlaşmıyor. Ciddi manada bir rahatsızlık var Arap ülkelerinde. Halkın yönetimden şikâyetleri var. Yöneticilerinden, despotlarından, ülkenin kaynaklarını kullanamamaktan kaynaklanan ciddi sıkıntıları var.
Hürriyet mefhumundan vs. demokratikleşmeden de kaynaklanan bir takım sıkıntılar var. Türkiye şu anda kimileri “Yeni Osmanlılık” diye tarif ederken, ben asla böyle düşünmüyorum. Çünkü Osmanlı bir süreçti ve ömrünü tekâmül etti, doldurdu, bitti. Yeniden Osmanlıcılık veya Osmanlılık oyununu oynamak mümkün değildir. Gereği de yoktur.
Ama güçlü bir Türkiye, kendi iç meselelerini halletmiş, kendi problemlerini halletmiş, ekonomik açıdan gelişmiş, demokratik açıdan tekâmül etmiş bir Türkiye, büyük bir Türkiye model bir Türkiye’dir, ideal olan. Ve bunun gerçekleşmeye dönük önemli gayretlerin ve gelişmelerin olduğunu da müşahede etmekten mutluluk duyuyoruz. Hedef budur. Bu şekilde büyüyen bir Türkiye, gelişen bir Türkiye model bir Türkiye’dir.
Yoksa tahakküm eden, kendi sınırları içine alan, geçmişte olduğu gibi fetih anlayışıyla ülkeleri katan anlayış çok güçlü bir anlayış değildir. Onun gereği de yok, anlamı da yok zaten. Türkiye güçlü bir ülke olma, model bir ülke olma yolundadır. Elbette sözü dinlenilir, itibar edilir bir Türkiye bekliyoruz, istiyoruz, arzuluyoruz. Bu noktada güzel adımlar atılıyor. Ben bunu bir zamanlar da hep söylemiştim: Bir Avrupa ümmeti doğdu. Bunu on beş yirmi sene önce televizyonlarda dillendirdim. Ümmet kelimesi bizim literatürümüzde çok tehlikeli gibi algılanır.
AB MODELİ İSLÂM BİRLİĞİNE DE ÖRNEK OLABİLİR
Nasıl?
Avrupa, Fransa, Almanya ne katliamlar yaşadılar. Hala yakın tarihlerde Alman arşivlerinde gelip babalarını arayan Fransızlar var. Bu kadar acı hatırası olan iki ülke birleşiyor. Milletlerini, milliyetlerini unutuyorlar. Paramızı bir yapalım, bayrağımızı bir yapalım diyorlar yetmiyor. Ordumuzu bir yapalım, yetmiyor. 27 ülke birleşelim, yetmiyor. Bir İslam ülkesi olan Türkiye’yi de katarsak daha iyi oluruz, güçlü oluruz, diyenler ağırlıktadır. Dünyanın geldiği bu noktada, böyle bir şeyden yeniden sün’i ve küçük coğrafyalarla bölünmenin hiçbir mantığı, hiçbir haklı, ne ekonomik ne siyasi ne sosyal hiçbir getirisi yoktur. Zaten bir anlamı da kalmadı. Sınırların bir anlamı da kalmadı artık.
ŞİMDİYE KADAR BÖLEMEDİLER ARTIK HİÇ BİR KUVVET BÖLEMEZ
Fakat, Türkiye’nin önünde bir pranga gibi duran Kürt sorunu, terör sorunu aşılamadı. Aşılmaya yönelik gelişmeler görüyor musunuz? Kuzey Irak, Türkiye için gerçekten terör kaynağı mı? İleriye yönelik nasıl bir hal alacak?
Şöyle söyleyeyim. Tarihin birikimi içerisinde oluşmuş bir takım problemler var, bu coğrafyada bir takım problemler var, ihtilaflar var, sıkıntılar var. Ekonomik, siyasi, sosyal, etnik problemlere hatta bizim bu coğrafyamızda olmaması gereken etnik tabirini bile kullanmak istemiyorum.
Çünkü benim dinim 1400 sene önce bunu men etmiştir. Irkçılığı men eden bir kültürden bahsediyoruz. Türk milletinin kültürünü, Kürtlerden, Araplardan İslamiyet’i çıkarın. Çıplak bir Arap yani İslam’dan önceki bir Arabı, İslam’dan önceki bir Kürdü ve İslam’dan önceki bir Türkü ortaya koyun. Ne çıkar, düşünün. Yani İslamsız düşünün. Neye benzer bunlar?
Hiçbir şeye benzemez. Bana göre, kavimler içerisinde bir itibarları olmadığı gibi başkaları nezdinde de itibarları olmaz.
Araplar kız çocuklarını diri diri gömecek kadar vahşetin içine girmişlerdi. Çok kırıcı olmak istemiyorum, Türkler, yerleşik düzeni olmayan, obalarda yaşıyorlardı, at sırtında dolaşırdı.
Onun için Bediüzzaman Said Nursi diyor ki; “Ey Türk kardeş! Bilhassa sen dikkat et. Mazideki bütün mefahirin İslam defterine geçmiştir. Kabil-i tefrik değil, tefrik etse mahvtır.”
Sonra diyor ki; “Türk milleti sair unsurlar gibi ikiye inhisam edilmemiş, Müslim ve gayr-ı müslim diye. Nerede Türk taifesi varsa Müslümandır; Müslümanlıktan çıkan Türklükten de çıkmıştır. Macarlar gibi” Ve daha da önemlisi bana göre İran zorla fethediliyor. Peygamber Efendimiz döneminde başlayan mektuplar gönderilmek suretiyle; mektuplar yırtılıyor, elçiler öldürülüyor, vs. Çünkü kendi debdebe ve şaşaasıyla İran, öteki tarafta fukara gördüğü, mazlum gördüğü Arap bedevilerinden iki kişi geliyor “İslam’a, teslim ol, Sen gel teslim ol, selameti bul” diyorlar..” Nasıl bir şeydir bu?”, diyorlar. Adam kabullenmiyor bir türlü. Ve kılıç zoruyla fethediliyor İran.
Nasıl bir politika uygulanmalı?
Türkiye bir asra yakın yanlış politikalar üreterek, komşu bütün ülkeleri potansiyel bir tehlike ve tehdit kabul ederek politikalar üretti. Onunla ticari ve siyasi ilişkileri çok zayıf bir noktada tuttu. Ve bunun sıkıntılarını ve sancılarını hep yaşandı. Avrupa ve Amerika nezdinde de zayıf bir ülke konumuna geçti.
Çünkü bütün komşuları ile ihtilafı olan bir ülke, aslında çok da itibarlı bir ülke değildir.
Dolayısıyla sadece Kuzey Irak’taki Kürtler için değil, Araplar için de aynı şeyi söylüyoruz, Türkmenler için de aynı şeyi söylüyoruz. Biz, o dönemde de “Büyük Türkiye” iddiası olan bir Türkiye’nin mutlaka Irak’ın içindeki Kürtlere, Araplara, bütün unsurlara eşit mesafede durmak olduğunu, büyüklüğün de gereği bu olduğunu defalarca vurguladık.
Ve bu önerimiz kabul gördü. Şu anda görülen şey;
Kuzey Irak’taki Kürtler Türkiye ile hem siyasi hem ticari hem de her noktada işbirliğine hazırlar ve çok iyi farkındalar. Türkiyesiz Kuzey Irak’ı düşünmek ve imkân sağlamalarının mümkün olmadığını çok iyi biliyorlar ve çok da ihtiyaç hissediyorlar. Türkiye ile mutlaka işbirliği içinde olmak istiyorlar.
İyi ilişkileri var ama. Türkiye’de mesela güneydoğu aynı pozisyona sahip, aynı kültür yapısına sahip olmamıza rağmen niye sorun çıkarıyorlar? Birbiri ile ilişkili değil mi?
Birbiri ile ilişkili değil. Yani bu Kuzey Irak’taki problemler çözülmeden ayrı bir otonom veya ayrı bir yönetim haline gelmeden Amerikalıların müdahalesinden önce PKK 1980’den itibaren başlamış, 1984’ten itibaren de zuhur etti. Bu ise 1990’dan sonra Kuzey Irak’taki bu oluşum. Bu ise özellikle 2003’ten sonra ayrı bir konum kazanmıştır. Yani Amerika’nın fiilen Irak’a girmesiyle başlayan bir konum kazanmıştır. Bu daha önce Türkiye’de başlayan bir şeydi.
(Devam edecek)