Misafir Kalem
Niçin geri kaldık?
Hak Üstündür
Allah tüm kainatın Rabbi ve İlahıdır. Zira kainatta yer alan ve sürekli kemale giden mahlukatına bu yolculukta lazım olanları verip zararlı olanları def eden O’dur. Yine kainatta yer alan ve her tür nimete mazhar olan mahlukatın her ne şekilde olursa olsun yaptığı ibadetler, hamd ve senalar O’nadır.
Tüm kainatın Rabbi ve İlahı olarak Allah’ın özelde kainat meyvesi olan insana, genelde tüm kainat namına Resul-i Ekrem’e (ASM) vahyettiği Kur’an ve ihdas ettiği din olan İslam bize Halik-ı Kainatın rızasını kazanmanın yolunu göstermektedir. Hak’tan gelen ve hak olan bu din mutlak üstünlük sebebidir. Zira bizi ve tüm kainatı yaratan, bizim Rabbimiz ve İlahımız olan Allah’ın rızasını kazanmak, insanın en büyük gerçeği ve üstünlüğüdür. Bu nedenledir ki İslamiyet bizzat Haktır ve Hak her zaman üstündür.
Böyle bir gerçeğe iman etmiş olanlar olarak bizler için İslam Aleminin ve biz Müslümanların içinde bulunduğu durum ve geri kalmışlığın ciddi manada sıkıntılar doğurduğu malumdur. Yapılan sohbetler sırasında “Müslümanların durumu ortada” kabilinden sözlerin bizi ne kadar sıkıntıya soktuğu malumdur.
Bu yazının konusu Diyarbakır’da yaşayıp Mehmet Abinin Lemaat’tan yaptığı dersi dinleyenlerce malumdur. Ancak Mehmet Abi bu dersle aynı zamanda bana “Risale-i Nur’dan herkes istifade edebilir. Ancak herkes her meselesini tam anlayamaz” hakikatinin dersini de verdi.
Doğrusu bu dersi dinlemeyene kadar bu mevzuyu hiç anlamadığımı ders sonunda anladım. Kendisiyle tanışmadan yıllar önce tanıdığım Risale-i Nur’a bakışımı ve anlayışımı değiştiren Mehmet Abiden bahsetmeden bu konuya devam etmenin en düşük ifadeyle nankörlük olacağı düşüncesiyle meselemize devam edelim.
Müslümanların ekonomik, siyasal ve fikri geri kalmışlığının İslam’a mal edilmesi, doğrusu neticeye bakan ve her şeyi gördüğüyle değerlendiren günümüz insanına yakışır bir durumdur. Ancak bunda “doğru İslamiyet’i ve İslamiyet’e layık doğruluğu” fiilleriyle dillendirmeyen bizlerinde büyük kabahati vardır.
Madem İslamiyet haktır ve hak her zaman üstündür; ki bu durum bizzat Peygamber (ASM) tarafından dile getirilmişken neden biz geri kaldık sorusuna “Yüzyılın Büyük Bilgesi” Bediüzzaman, yüzyılları aşan fikirleriyle yine Bediüzzaman’a yakışır bir tarzda cevap vermiştir.
Lemaat’ta geçen ve her cümlesi ve bazen her kelimesi üzerinde dikkatle düşünmek gerektiren ifadelerde Bediüzzaman Said Nursi dört temel ilkeyi elimize olağanüstü bir vecizlikte vermiştir:
1.Kullanılan metodun doğruluğu: “Her hakkın her vesilesi hak olması lazım değildir. Öyle de, her batılın her vesilesi batıl olması yine lazım değildir.” Bir gayeye ulaşmak için doğru metod seçilmesi zorunludur. Uzun bir seyahata çıkan iki kişiden uçağı tercih edenin, otomobili tercih edenden önce istenen yere varacağı açıktır. Bu nedenledir ki mesela teknolojik gelişme için çalışmayı tercih edenler gelişir. Hak hiçbir zaman batıl bir metotla savunulamaz. Kur’an’da en çok kıssası anlatılan Hz.Musa (AS) hiçbir zaman Firavun gibi kavramsallaşmış bir zulüm abidesine karşı haktan ayrılarak hak iddia etmemiştir. İşte bu nedenledir ki doğru metodu seçenler batılda da olsa galip gelirler. Bu durumda batıl hakka üstün olmaz; hak metot batıl metoda üstün olur. Yani üstün olan yine haktır.
Ama son her zaman hakkındır. Zira kuvvetin de bir hakkı vardır. O hakkını alıp gittikten sonra meydan yine hakka kalır. Kur’an’da anlatılan Peygamber kıssalarını harabeler gözlere okutturuyor.
2.Müslüman’ın her vasfı Müslüman olmadığı gibi kâfirin her vasfı da kâfir değildir. Bu durum o Müslümanı kâfir yapmadığı gibi berikini de Müslüman yapmaz. Mesela bir Müslüman vasfı olması gereken doğruluk yerine, bir Müslüman kizbi tercih ederse ve beriki doğruluğu ele alırsa sonuçta galip gelecek olan; zahiren kâfir olacaktır. Ancak esas itibariyle Müslüman vasıf kâfir vasfa galip gelmiştir.
3.Kâinatta mevcut kanunlara ittiba şarttır. Cenab-ı Hakkın kâinatta ihdas ettiği iki tür şeriatı vardır. Birincisi İrade sıfatından kaynaklanan ve kâinatta yürürlükte olan Sünnetullah tabir edilen şeriattır. Diğeri de Kelam sıfatından tecelli eden ve insanın şahsi ve sosyal hayatını düzenleyen emir ve yasaklarını ihtiva eden malum şeriattır ki temel kaynağı Kur’an ve Hadis’tir. Buna uymamanın ceza ve mükafatı genelde Ahiret âleminde görülür. Dünyada bir karşılığı olsa da bu Ahiret karşılığı karşısında ehemmiyetsizdir.
Cenab-ı Hak bu birincisine ittibaı emrettiği gibi diğer şeriata da uymayı emreder. Bu ikinci şeriat ki kâinatta yürürlüktedir; buna uymamanın cezası genelde dünyada görülür. Bediüzzaman; tembelliğin cezası sefalet ve fakirlik, çalışmanın mükafatı içinde zenginlik misalini verir. Yine sabrın mükafatı için zafer, sebat etmenin galibiyet, zehrin gereği şifa diyerek başka bir misal vermeye gerek bırakmayacak şekilde meseleyi izah eder. Bu nedenle bu kurallara ittiba eden hakka ittiba etmiş olur ve hak üstün olur kaidesince de üstün olur.
4. Cenab-ı Hak bazen imtihan sırrıyla hakkı harekete geçirmek ve saflaştırmak için batılı musallat eder. Hak bazen sadece potansiyel olarak kalır. Pek çok batıl hak gibi görünür veya hak olarak bilinir. Hak bulanıklaşır. Bu durum sanırım hiç yabancı gelmiyordur.
İşte Cenab-ı Hak, hakkı harekete geçirmek ve safileştirmek için batılı hakka musallat eder ki hak harekete geçsin, potansiyelini dinamiğe döksün, temizlensin ve güzelleşsin.
Netice itibariyle Resul-i Ekrem (ASM) hakkı üstün tutarken bizzat hakkın üstünlüğüne de, neticeye de bakmıştır. Meseleyi sadece netice ile değerlendirmek eksik olur.
Cenab-ı Hak bizi hakkı hak bilip ittiba edenlerden, batılı batıl bilip çekinenlerden eylesin. Hakka hakça hizmetten eksik bırakmasın. (D.Ö)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.