Ölümü kelebek kanadıyla öldüren Allah

Çocuk gözyaşlarını silmeyi düşünmeden tuttu babasının elini. Hareketsiz ve soğuktu dokunduğu el. Her zamanki yakınlığı ve sıcaklığı hissedemedi bu sefer.

Bu benim babam olamaz diye geçirdi içinden. Saçlarımı okşayan, beni sevgiyle öpen, her gün sırtına alıp oyunlar oynayarak gezdiren o sevimli  adam olamazdı yerde yatan.

Genç kadın, kocasının donuk simasına baktı uzun uzun.  Bembeyaz ve donuk simasına...

Hayalleri vardı geleceğe dair, pespembe hayalleri. Mutlu olacakları o günlerin hatırına bir öpücük daha kondurdu yanağına.

Zaten her sabah da böyle uyandırmaz mıydı hayat arkadaşını? Ancak bugün gözyaşlarıyla da dokunmuştu sarı saçlarına.

Elleri hareket etmiyor, gözlerini açamıyor, her zaman sarıldığı gibi eşine çocuğuna sarılamıyordu genç adam.

Bir başka yerde, insaniyet denilen mahiyetin getirdiği sonuçların çok da uzak olmadığı bir başka yerde, kanserden az önce vefat eden babasının başında kendi akıbetini görür gibiydi ünlü işadamı.

Yaşayacağız ve öleceğiz diye geçirdi içinden. Her biyolojik canlının akıbetidir bu. Hem zaten sadece “yaşamak ve üremek” için gelmiyor muyuz dünyaya? Ya sonrası...

Bu konuyu fazla düşünemedi. Bir 20-30 yıl sonrasına, sanki elinde bir senet varmış gibi muhtemel ölüm anının yaklaştığı o ileri zamanlara erteledi bu hayati konuyu düşünmeyi.

Bir an önce babasını gömmeli ve dünyanın tadını acılaştıran şu ölüm gerçeğinden, işine, eşine, borsasına, bankasına, arsasına doğru kaçtıkça kaçabilmeliydi.

Yaşlı kadın, pencerenin hemen yanı başında bekleşen güvercinlere ekmek kırıntıları verememişti bu sabah.

Ocağının düğmesini çevirememiş, köpüklü kahvesini pişirip afiyetle içememişti. Vakit epey geç olmuştu ama o hala daha gözlerini açıp da yatağından kalkamamıştı. Belli ki 80 senelik hayat onu bir daha uyanamayacak kadar epey yormuştu.

Bir kaç gün sonra komşuları cesedini bulduğunda, onlara teşekkür edemedi. Halbuki ne tatlı dilli bir bayan, ne hatırnaz bir hanımefendiydi.

Elinde tuttuğu oğlunun resmi de ona yardım edememişti onca saat. Zaten oğlunu da günler sonra bulabildiler kadıncağızın.

Haberi bir diskoda eğlenirken alan adam, hiçbir şey söyleyeyemiş aldığı alkolün de tesiriyle oracığa kusuvermişti sadece.

Bir başka evde ise gençler, orta yaşlılar ve  ihtiyarlar toplanmışlar, hem çaylarını yudumluyorlar hem de gülen bakışlarla ölüm içerikli konular konuşuyorlardı.

Bu insanlara göre ölüm, yok oluş, karanlık, ayrılık, çürümek anlamına gelmiyordu belli ki. Söylenenler ve gözlerinde güneş gibi parlayan o sonsuz umut, bu gerçeği açıkça ortaya koyuyordu:

“Dar, sıkıntılı, dağdağalı, zelzeleli dünya zindanından çıkarıp, vüs'atli, sürurlu, ızdırapsız, baki bir hayata mazhariyetle Mahbub-u Baki'nin daire-i rahmetine girmektir.”

“Nevm, nasıl ki bir rahat, bir rahmet, bir istirahattır; hususan musibetzedeler, yaralılar, hastalar için... Öyle de; nevmin büyük kardeşi olan mevt dahi, musibetzedelere ve intihara sevk eden belalara müptela olanlar için ayn-ı ni'met ve rahmettir."

“Zira, meyvelerin, çekirdeklerin, tohumların mevti tefessühle, çürümek ve dağılmakla göründüğü halde, gayet muntazam bir muamele-i kimyeviye ve mizanlı bir imtizâcât-ı unsuriye ve hikmetli bir teşekkülât-ı zerreviyeden ibaret olan bir yoğurmaktır ki, bu görünmeyen intizamlı ve hikmetli ölümü, sümbülün hayatıyla tezahür ediyor.”

“Mevt, ancak, ruhun ceset kafesinden çıkmasıyla tebdil-i mekan etmesinden ibarettir. Ve keza, nev-i beşerde mevcut emarat ve işarat-ı kesireden kat’iyetle anlaşılır ki, insan öldükten sonra birşeyi baki kalır; o şeyi de, ancak ruhtur.”

“Sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fenâ değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil. Belki, bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır. “
Bu konuşmaların yapıldığı sırada yine binlerce insan ölmüştü ölmesine ama milyonlarca da diriliş sahnesi yaşanmıştı yer yüzünde.

Kışın vefat eden milyonlarca bitki ve hayvan taifeleri bahar haşrinin rayihalarıyla gözlerini açmaya başlamışlardı hayata.

Yeşillenen ağaç yaprağının hemen üzerindeki yumurtadan başını çıkaran bu küçük tırtıl da dirilişin canlı bir şahidi olmuştu.

Haftalar geçmiş ve tırtıl, ölüm anının geldiğini anlamıştı her nasılsa. Bir ağacın yaprağına kendi mezarını yani kozasını ördü usulca.

Sakin bir kabullenişle kabullenmiştir ölümü. Sanki ölümün bir yok oluş olmadığının bilincindedir.

Diğer tırtıllar, bu tombiş ve sevimli arkadaşlarının kendilerini terk edişine haftalar boyu yas tutarlar.

“Ne güzel de salınışı vardı yaprakların üzerinde” der bir tırtıl. Başka bir tırtıl üzerindeki yeşil desenlerin güzelliğinden bahseder. Bir başkası, bir oturuşta yediği yaprak mikdarının ne kadar da çok olduğunu anlatır.

Bilge bir tırtıl ise üzülenleri, feryat edenleri, isyan edenleri teselli etmeye çalışmaktadır kendisinden emin bir tavırla.

Hayır kardeşlerim, bu kadar üzülmenize gerek yok, der seslenerek:

“O tırtıl yok olmadı. Sadece mekan değiştirdi. Eskisinden daha mükemmel bir şekilde yeniden dirilecek. Üstelik kuşlar gibi rengarenk kanatlarıyla gök yüzünde süzülecek.”

Tombiş cüsseleriyle hayat boyu sürünmek zorunda olduklarından oldukça ağır hareket eden kimi tırtıllar, böyle bir iddiaya inanmak istemezler. “Tırtıllar ve uçmak ha!” diyerek gülmeye başlarlar kahkahalarla.

Pek çok tırtıl ise bu inançtan başka kendilerini teselli edecek herhangi bir inancının olmadığının farkındadır. Üstelik bir gün bu ağır, hantal bedenlerinden kurtularak gökyüzünde süzülecekleri o günün tatlı hayalleriyle mesud olurlar.

Zavallı tırtılın o narin ve yumuşacık bedeni ölür ölmesine ama haftalar sonra bambaşka bir dirilişle haşredilir tırtıl efendi.

Rengarenk ve upuzun kanatları vardır şimdi. Aylarca binbir zahmetle yerde sürünüşünün, çektiği bütün sıkıntıların mükafatını almıştır.

Üstelik artık diğer tırtıllar gibi habire yemek zorunda da değildir. Rızkı sırtına konulmuştur kelebeğin. Çiçekten çiçeğe konarak, bir kuş gibi gökyüzünde uçarak sürdürür hayatını.

Gerçekte o tırtılı öldürüp kelebeğe dönüştüren zatın bizlere küçük bir mektubudur her zaman yaşanan bu hikaye.

Bana güvenin demektedir o tırtılın, o ağacın, o kelebeğin ve o çiçeklerin Rabbi:

“Bana inanın ve güvenin kullarım! Milyonlarca çeşit bitkiyi, milyonlarca çeşit böcek ve hayvanı yeniden dirilttiğim gibi sizleri de dirilteceğim. Sizler için ölümü öldüreceğim. Sizlere ruh ve hayal midenizde özlemini yerleştirdiğim o sonsuz hayatı vereceğim.”

Ve ölümler devam eder yine. Her gün binlerce kadın, binlerce erkek ve binlerce çocuk cansız bedenlerini bırakarak bir yerlere giderler.

Tırtıllıktan kurtulan o kelebek ise, arkada kalanlara seslenir tüm varlığıyla:

Ey dünya hayatının şuurlu varlıkları! Önceden gidenler yok oldu diye üzülmeyiniz. Onlar bedenlerini burada bıraktılar ama ruhlarıyla sonsuz hayatta kelebekler gibi süzülmeye devam ediyorlar... (OD)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum