Habibi Nacar YILMAZ
Prof. Abdülhak Halim Ulaş'ın gayreti ve Enis Yıldırım'ın 57. sorusu
Abdülhak Halim Ulaş Bey'in çocukluğu, babası çok muhterem âlim ve fazıl abimiz Hüsnü Kutlu Ulaş'ın öğrencilik yıllarında bulunduğu Trabzon'da geçti. Haliyle Hüsnü abi ile aynı dönem Trabzon'da bulunduğumuz için, kendimi bahtiyar görüyorum. Şimdi Türk Dili alanında hoca olan Halim Bey'in çocukluğunda, titiz bir terbiye ve talimden geçtiğinin yakînen şahidiyiz. Maşallah Halim Bey de bunun hakkını vererek, hem nurları anlama ve hizmette hem de uzmanlık alanında kendinden söz ettiren çalışmalara imza atıyor. Ona yetişmek, onu takip etmek ve not almakta bile zorlanıyoruz. Mümkün olan her vesileyi, ona mesleğindeki becerilerini de katarak hâmili olduğu nuranî hakikatleri muhtaç gönüllere aktarmaya çalışıyor. Özellikle gençleri saran, onları karanlık dehlizlerde boğan ne kadar "izm" varsa, Halim Bey'in hedefinde. Belli ki Abdulhak Halim kardeşimiz de bahtiyar bağrıyanıklardan.
Bu nuranî hakikatleri hakkı ile okuyup durmak, duraklamak mümkün mü? Mümkün olmadığının ispatını, hizmet hayatlarıyla bilfiil ortaya koyan binlerce bahtiyarın devamından böylece görüyor ve onları örnek almaya çalışıyoruz. Yine bu bahtiyarlardan olan ve daha yeni tanıdığım Beykoz'daki vakıfane hizmetleri sürdüren çok değerli hizmet insanı Ali Oflu kardeşimizi de zikretmeden geçemeyeceğim. Vilayet vilayet gezerek, örnek hizmet tarzlarını bilfiil gösterip öncülük eden Ali kardeşimiz, Halim Bey ile de birçok noktada irtibatlı çalışıyor. Geçen İstanbul günlerimizde, kendisi ile bir günümüz geçti. Yaptıkları, anlattıkları, uygulamaları gerçekten beni hem imrendirdi hem de bilgilendirdi. Tebrik ediyoruz.
Halim Bey'in bizzat kurduğu "İrfan Okulu" kendi tabiriyle "7'den 70'e çocuk eğitiminden, yetişkin eğitimine kadar eğitim yapan online bir program." Anne ve babalar için ebeveyn okulu, gençler için imanî ve ahlakî sohbetlerin yanısıra, hizmet içi eğitim seminerleri de düzenliyor İrfan Okulu. İşte bunlardan birini de geçen, yine çok değerli eğitimci Enis Yıldırım Bey ile gerçekleştirdi.
Enis yıldırım, özellikle babadan gelen bir verasetle genç yaşta, "izm"lerle tanışmış, fakat annesinin şefkat ve hâl diliyle verdiği derslerin tesiri ile en azından inkâra düşmemiş. Yoğun okumaları, onu inkârın yakınına kadar taşımış, ama içindeki anneden gelen inanç ukdesi, sorgulamalarını sürdürmesine yardım etmiş.
Enis Beyin ibretli bir o kadar da hikmetli fikir yolculuğunu dinlerken, bizzat şahit olduklarımı da hatırladım. Özellikle ağızlarında "özgürlük, bağımsızlık, eşitlik" gibi kulağa hoş gelen sloganları eksik etmeyen bir grubun içinde,tahsil hayatımda üç sene bulunmuştum. Söz hakkı bana geldiğinde, susturuyorlardı. "Hani siz fikir özgürlüğünü savunuyordunuz." dediğimizde ise, "O özgürlük, bizim için, size değil." demişlerdi. Ülkemizin yakın siyasî ve eğitim hayatına baktığımızda da bunun bolca örneklerini görürüz maalesef.
Enis Bey de hep okumuş, okuduğunu sorgulamış, sormuş, sorularının cevabını bulana kadar da bunların peşini bırakmamış. Ama daha önemlisi, lisan-ı hâl onu daha çok etkilemiş. Onun ifadesi ile "Bir yanda, birlikte kaldığı Marksist, dengesiz, ne yapsa tatmin olmayan, sıkıntılı, küfürbaz ve ahlaksız insanlar. Öbür yanda okulda gördüğüm birisi Sivaslı, diğeri İstanbullu mütebessim, saygılı, terbiyeli, notları güzel, sınıf birincisi, huzurlu ve rahat insanlar. Bu iki hâl beni çok etkiledi ve düşündürdü."
80'li yılların ortalarına doğru, Marksist arkadaşlarının evlerini geziyor Enis Bey. Bizim de aynı dönem bu tip arkadaşlara sorduğumuzda cevap alamadığımız "Bugün demirperde ile örülmüş komünist ülkelerde eşitlik, özgürlük, huzur varsa; niçin kapılar açılmıyor. Biz de o huzuru bir görelim." sorusunu soruyor. Marksizmin insanı mutlu etmediğini, devamlı iç içe olduğumuz hastalık, musibet ve ölüm karşısında bir çare getiremediğini arkadaşlarına anlatıyor. Çok sevdiği halasının amansız hastalığının üzüntüsünü derinden yaşıyor. Onun ebedî ayrılığına tahammül edemiyor. Buna bir çare olarak arkadaşlarının söylediği "derin düşünme, bu tip ince şeyleri kafana takma" gibi yüzeysel ve işe yaramayan cevapları ise, işin tuzu biberi oluyor.
Enis Beyi eski bir sol örgüte bir öğretmeni götürmüş. Bu da onu öğretmenlik yapmaya, bu meslekle daha iyi hizmet edebileceği noktasına taşımış. İyi de etmiş. Yoksa ticari faaliyetler yönünde de epeyce yol aldığını anlıyoruz. Enes Bey'in 57. sorusu var ki bana da askerde aynı bölükte bulunduğum ateist bir Yahudi genç sormuştu. "Bazı şeyleri bilmiyorsunuz, Tanrı diyorsunuz. Peki bilim ilerler de bunları bize açıklarsa, ne diyeceksiniz?" Bu soru, önemli. Zira Enis Bey'in arkadaşlarına sorduğu şu kâinatın bir yaratıcısı olması gerekmez mi veya din ile ilgili diğer sorularına Marksist arkadaşları, "Bunları kafana takma, bilim bunları izah edecek" şeklinde oluyormuş. Geçen bir felsefe profesörü de aynı basit soruyu soruyor ve fasit bir dairede dönüp duruyordu.
1984 Şubatında vefat eden aynı çizgideki şairlerden Hasan Hüseyin Korkmazgil'in cenazesinde de gelen gidenleri karşılayan, organize eden olarak bulunuyor Enis Bey. Aziz Nesin'in de katıldığı cenazenin olduğu mekânın alkol kokusuyla dolduğunu ve gelenlerin cenaze ve ölümle ilgili değil de hep hususi işleri ile ilgili konuştuklarını, ölenin mevzu dahi edilmediğini, adeta bir tenasi yani "görüp aldırmama, ölümle yüzleşmeme, ondan kaçma hali" yaşandığını müşahâde ediyor. Bu durum, onu biraz daha düşündürüyor ve bu ortamdan istikrah hâli oluyor.
Bütün bu sebepler ve okuldaki arkadaşlarının ara sıra Enis Beye soru sorup cevaplarını Risalelerden okumaları, özellikle 12.Pencere onda ayrı bir intibaha vesile olur. Yine böyle bir ortamda lise talebelerinin bir tenefüs aralığında, acele ile gelip inkârcı arkadaşlarına cevap için bir çare aramaları, oradaki üniversiteli arkadaşlarının cevapları, liselilere ilgileri onu hayrete düşürür. Lise talebelerine, kısa bir sürede, masada bulunan elma ve portakalı bir kitap gibi okuyup "Bunların tadının dilimize, kokusunun burnumuza, diliminin elimize, vitamininin ise, tam zamanında vücudumuza göre olmasının bunları bize göre ayarlayıp gönderen bir Zatı göstermez mi?" cevabını alan talebeler, heyecanla arkadaşlarına koşarlar. Gerçekten Enis Bey, o zamana kadar bunları düşünmemiş, belki de hiç farkında bile olmamıştır.
57 adet sorusu vardır Enis Beyin. Bunları dershanedeki arkadaşlara teker teker sorar. Tam beş buçuk saat süren bir ders yaparlar. Özellikle tevhid ile ilgili olan tüm sorularının cevaplarını alır. Diğer altı sorusu ise, "tesettür, cüz-i irade ve kader gibi İslamiyetin bazı hükümleri" ile ilgili sorulardır. Onların cevaplarını, kendi araştırmasına havale eder. Asıl 57. sorusunu sorar. Neydi o soru. "Bilim her şeyi halleder, izah ederse..." Buna oradaki kardeş, saat örneğini vererek açıklar. Bir saate, üstünkörü baktığımızda, öylece çalıştığını zannederiz. Fakat biraz daha inceleyip parçalarına, çalışma sistemine, işleyişine, düzgünlüğüne bakılırsa; elbetteki saati yapan bir ustanın varlığına kanaat getiririz. Bu kâinat ve bütün canlılar, bir saatten daha mı basit ki, bir saatin tanzimcisi oluyor da bunların bir yapanı olmuyor. Kâinatı, varlıkları, sanatları incelemek, onların nasıl yapıldığını izah etmek, onları yapanı inkâr etmeyi gerektirmez."
Bu izahı da dinleyen Enis Bey, cevabını alır ve dershanede kalmaya karar verir. Fakat bu kararını birlikte kaldığı Marksist arkadaşlara bildirmesi, hazin olur. Zira bunu dinleyen arkadaşı, bir şey diyemez, fakat üzülür, şaşırır. Şaşkınlığı, üzüntüsü o kadar olur ki ayrıldıklarında yolu şaşırır, tam ters istikamete gider.
Enis Beyin dersane hayatı, başlamıştır. Son sınıf ve sonrası, evliliğine kadar dershanede kalır. Mezuniyet sonrası, bulunduğu illerde hizmete, faal olarak "değerler eğitimine" katılır. Hatta aranan ve istenen konuşmacı olur. Ailesini de nurlarla tanıştırır ve İslamî bir hayata kavuşmalarına vesile olur. Yıllar sonra, memleketi Göle'ye gelir. Zamanında elliden fazla sol örgütün cirit attığı ve göstermelik "Etten, ottan, sütten sömürüye son." sloganlarının atıldığı benim de köyüme çok yakın, o geniş platoda, nur dersleri yapmanın hazzını yaşar
Evet dostlar, "Hizmette sınır ve sinir yoktur." düsturunu tavsiye ediyor Enis Bey. Evrimcilere "At arabası kaç senede mercedese döner." diye soruyor. Atomdan tut hücreye kadar teşekkül eden mühendisliklerin, bir nizam okuması olduğunu, hatırlatıyor. Bunu derslerde anlatıyor ve deistlere "Atomdan kürelere hükmeden kanunları ve koyuyucusu Allah'ı kabul ediyorsanız, bir insan mühendisliği olan dini niçin kabul etmiyorsunuz?" diye soruyor. "Atomu boş bırakmayan Allah, insanı boş bırakır mı? İşte din, bir insan mühendisliğidir." diyor. Nur talebesi bir aileden, dinde lakayt birinin çıkmasını ise, "Bilgi yeterli değildir, ilgi ve birliktelik de önemlidir." diyerek bu durumu, bunların eksikliğine bağlıyor. Bir buçuk saat süren sohbetten, derleyebildiklerim bu kadar. Tamamını elde edip dinlemenizi tavsiye ederim.
Selam ve dua ile.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.