Himmet UÇ
Ramazan Yazıları: Lemeat
Bediüzzaman Ramazan ayında Lemeat isimli eserini yazmıştır İstanbul’da. Ne zaman yazdığını anlatır. “Bu eser birçok meşagil ve Darül Hikmet’teki vazife içinde yirmi gün Ramazan’da günde iki veya iki buçuk saat çalışmak suretiyle manzum gibi yazılmıştır. Bu kadar kısa zamanda ve manzum bir sahife on sahife kadar müşkül olduğu cihetle, birden, dikkatsiz, tashihsiz böyle söylenmiş, tab’ edilmiştir. Bizce Risâle-i Nur hesâbına bir hârikadır. Hiçbir nazımlı dîvan bunun gibi tekellüfsüz, nesren okunabilir görülmüyor. İnşaallah bu eser bir zaman Risâle-i Nur Şâkirdlerine bir nevi Mesnevî olacak. Hem bu eser, kendisinden on sene sonra çıkan ve yirmi üç senede tamamlanan Risâle-i Nur’un mühim eczâlarına bir işaret-i gaybiye, gaybi bir işaret nevinden müjdeli bir fihrist hükmündedir.”
Bediüzzaman’ın bu eseri edebiyattaki adıyla mensur şiirdir. Servet-i Fünun döneminde meşhur olmuş birçok şair bu tarzda yazılmışlardır. Bediüzzaman buna manzum gibi kaydı koydurmuş, manzum gibi yani şiire benzeyen yönleri var demektir. Eserin başına “minbeyni hilali savmı ve hilali iyd” demiş yani eser Ramazan hilali ile bayram hilali arasında yazılmıştır.
Bediüzzaman bu eserine bir fihrist olarak bakar, Risale-i Nur’un fihristleri Lemeat, Mesnevi Nuriye, Nur’un İlk Kapısı gibi eserlerdir. Bunların bazılarına fihrist bazılarına da fidanlık der. Birbirine yakın değerlendirmelerdir. Bediüzzaman’ın eserlerinin konuları ve zihninin etrafında dolaştığı bahisler İstanbul hayatında meknuzdur. Daha sonra Mesnevi’de bu çekirdekler ve fidanlar geliştirilmiş ama akabinde Bediüzzaman bütün İslam dünyasını muhatab alan daha dikkatli bir üslubla eserler yazmıştır, bunlar Barla ve Denizli, Eskişehir ve Afyon yıllarının eserleridir.
Lemeat yanındaki talebelerine hitaben yazılmıştır. “Yanında bulunan birâderzâdesi gibi bâzı talebelerine bir ders-i ilmîdir.” Daha sonraki eserlerinde muhataplar daha genelleşmiştir. “Ey kardeş, ay arkadaş, ilem eyyühelaziz“ gibi. Muhatap has talebeleri iken toplumun tamamı olunca dil ve üslub da daha itinali olarak değişmiştir, çünkü Bediüzzaman’ın kullandığı dil zaman içinde daha gelişmiş ve ayıklanmıştır. Özellikle dilde tahribatın yapıldığı dönemleri seyreden Bediüzzaman sabit mikyas korumak için özel bir dil kullanmıştır. Türkiye bu dile gelecektir.
Bediüzzaman’ın nazma ve şiire kabiliyetinin olmadığını söylemek bu eseri tevil etmek olur, bu eserde nazmın bir özelliği olan kafiye esas alınmıştır, ama mısralarda şiirin cümle eşitliği kaidesi dikkate alınmamıştır. Bediüzzaman sadece kafiyeyi esas alarak bir eser meydana getirmiştir. “Ey kàri! Peşinen bunu itiraf ederim ki: Sanat-ı hat ve nazımda istidadımdan çok müştekîyim. Hattâ, şimdi ismimi de düzgün yazamıyorum. Nazım, vezin ise; ömrümde bir fıkra yapamamıştım. Birden bire zihnime, nazma musırrâne bir arzu geldi. Sahabelerin gazevâtına dâir Kürtçe Kavl-i Nevâlâ Sîsebân nâmında bir destan vardı. Onun ilâhi tarzındaki tabiî nazmına ruhum hoşlanıyordu. Ben de kendime mahsus onun tarz-ı nazmını ihtiyâr ettim, nazma benzer bir nesir yazdım. Fakat, vezin için katiyen tekellüf yapmadım. İsteyen adam, nazmı hatıra getirmeden, zahmetsiz, nesren okuyabilir. Hem, nesren olarak bakmalı; tâ mânâ anlaşılsın. Her kıtada ittisâl-i mânâ vardır. Kafiyede tevakkuf edilmesin. Külâh püskülsüz olur; vezin de kafiyesiz olur, nazım da kaidesiz olur. Zannımca lâfız ve nazım, sanatça câzibedar olsa, nazarı kendiyle meşgul eder. Nazarı mânâdan çevirmemek için, perişan olması daha iyidir.”
Bediüzzaman kıta ıstılahını kullanır, yani şiirlerin kıtaları gibi, ama kafiyenin mana üzerindeki olumsuz tesirini azaltmak için mana itibariyle kıta içinde manaların birleştiğini söyler. Klasik şiir tarifini kabul etmez.
“Şu eserimde üstadım Kur’ân’dır, kitâbım hayattır, muhatabım yine benim. Sen ise, ey kàri, müstemi’sin. Müstemiin tenkide hakkı yoktur; beğendiğini alır, beğenmediğine ilişmez. Şu eserim, bu mübârek Ramazan’ın feyzi olduğundan ümit ederim ki, inşaallah din kardeşimin kalbine tesir eder de lisânı bana bir duâ-i mağfiret bahşeder veya bir Fâtiha okur.”
Bu ifadelere bakarsak Bediüzzaman “birdenbire zihnime nazma musırrane bir arzu geldi” der. Demek Bediüzzaman ısrarla şiir türü bir eser yazmak ister, arzu eder. Kendine mahsus bir manzum tarzı seçmiştir, bu mensur şiirdir. “Nazma benzer bir nesir yazdım” der. Bediüzzaman şair olmadığını söylüyor ama hissettiği nazma arzu ve bir eserin tarzını beğenmesi ve nazma benzer bir nesir yazdım demesi onu şairler kervanına bir şekilde dahil eder veya etmez. Eserini “Mesnevi ve imani bir divan olarak” görür. Eser Ramazan-ı Şerif’in bir feyzi olarak yazılmıştır. Eserinin muhatabının kendi olduğunu söyler, dinleyici makamındaki okuyucularının tenkide haklarının olmadığını belirtir.
Bediüzzaman eserini küçümser ama ihtar vererek de muhataplarını ikaz eder. “Kişi bilmediği şeye düşmandır. Kaidesiyle, ben dahi nazım ve kafiyeyi bilmediğimden ona kıymet vermezdim. Sâfiyeyi kafiyeye fedâ etmek tarzında, hakikatin sûretini nazmın keyfine göre tağyir etmek hiç istemezdim. Şu kafiyesiz, nazımsız kitapta en âlî hakikatlere, en müşevveş bir libas giydirdim. Evvelâ, daha iyisini bilmezdim; yalnız mânâyı düşünüyordum. Sâniyen, cesedi libasa göre yontmakla rendeleyen şuarâya tenkidimi göstermek istedim. Sâlisen, Ramazan’da kalp ile beraber nefsi dahi hakikatlerle meşgul etmek için, böyle çocukça bir üslup ihtiyâr edildi.Fakat, ey kàri! Ben hatâ ettim; itiraf ederim. Sakın sen hatâ etme; yırtık üslûba bakıp o âlî hakikatlere karşı dikkatsizlik ile hürmetsizlik etme.”
Kendini hata yapmış olarak kabul ediyor ama bize hata etmeyi salık vermiyor. Ortada yırtık üslub diye bir şey yok ki Üstadım neden bu eseri küçümsüyorsun, bu bizim mensur şiir tarihimizde çok önemli dini, felsefi, kelami, ilmi, içtimai bir eser.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.