Risale-i Nur ibadetlerin önündeki engelleri bertaraf ediyor

Risale-i Nur ibadetlerin önündeki engelleri bertaraf ediyor

DKM üniversite seminerlerinde bu hafta “İbadet” konusu işlendi.

Ömer Faruk Kaya’nın haberi
RİSALE HABER – Diyarbakır Kültür Merkezi Üniversite Seminerleri programı kapsamında bu hafta “İbadet” konusu İmran Irmak tarafından işlendi.

“Mana ve Mahiyeti İtibariyle İbadet”, “İman-Amel İlişkisi”, “Mevcudatın Lisan-ı Hali ile İbadeti”, “Külli Bir Niyet Hadsiz Bir İtikad ile İbadet Şuuru (ve Namaz)” ve “İbadetin Şahsi ve Toplumsal Faydaları” başlıkları altında incelenen konunun içeriğinden bazı notlar şöyle:

dkm-universite-seminerleri-imran-irmak.jpg

Cenab-ı Hak her cemal ve kemal sahibi kendi cemal ve kemalini önce görmek ve göstermek ister sırrınca kainatı yarattı ve kainatı esma ve sıfatlarıyla süsleyip tezyin etti. Daha sonra onu okuyabilecek kapasiteye sahip insanları yarattı ki; onu tanıyalım, bilelim ve ona ibadet edelim. Dolayısıyla ibadet kainatın yaratılış sebeplerinden biridir.

İkinci bir husus ise Üstad Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin tabiri ile İtikadî ve imanî bahisleri kavi ve sabit kılmak ile meleke haline getiren ancak ibadettir. Yani kafada ve kalpte olan imanlarımızı hayatlarımıza yansıtan, hayatlarımızın iman ile hayatlanmasını sağlayan ibadettir. İbadet kale duvarları gibi muhafaza vazifesi de görüyor. Bu manada ibadet, hayati öneme sahiptir.

Üstadımızın ifadelerinden anladığım kadarıyla; tembellik dolayısı ile (kulluk vazifesi ve farz olan)ibadetler terk edildiğinde bir gizlenme, görünmeme arzusu doğuyor. Bu saik ile de vazife-i ubudiyetin bulunmamasını arzu ediyor. Ve bu arzudan adavet-i ilahiyeyi işmam eden inkar arzusu uyanıyor. Gelecek küçük bir şüpheye delil gibi sarılacak vaziyete düşmekle helaket kapısı açılmış oluyor. İşte ibadetin bu manada terki küfre dahi götürebiliyor.

Ehemmiyetine bir kaç vecihle değindiğimiz iki dünya saadeti için çok önemli olan ibadet nimetini Üstadımız olan Risale-i Nurlardan anladığımız kadarı ile bir kaç yönden inceleyelim;

1) Mana ve Mahiyeti itibariyle İbadet

A. Terim anlamına bakacak olursak;        

İslam'da ibadet, Allah'a karşı gösterilecek saygı, tazim ve hürmet demektir. İbadet Allah'ın emirlerini yerine getirmek, yasakladıklarından uzaklaşmak manasındadır. Allah için yapılan her şey ibadettir.

Bu manada ibadet hayırlı işler yapmak manasına gelen amel-i Salih ile günahlardan sakınmak anlamındaki takvadan oluşur.

B. Takvanın amel-i salihe önceliği;                 

İçinde bulunduğumuz asrın helaket ve felaket asrıdır. Bu asrın özelliği olarak tahribat, sefahat ve cazibeli hevesatlar hiç olmadığı derecede artmıştır. Bu itibar ile asıl vazife bu düşmanlara karşı koyup günahlardan kaçınmaktır. Nitekim üstad hazretleri def'-i şer, celb-i nef'a racih olduğunu belirtmiştir. Bu önemli hususu şu örnekler ile açıklığa kavuşturabiliriz.                             

Açılan delik nedeniyle batan geminin güvertesini temizlemek batmayı engelleyemeyeceği gibi kökü kurumuş olan ağacın dallarını budamakta ağacı çürümekten kurtaramayacaktır. Aynen bunun gibi iman ağacının köklerine saldırılar olmaktadır. Bu saldırılara karşı koymadan bu ağacın dalları hükmündeki ibadetlere sarılmak çok da akıllıca olmasa gerek.

Bunun ile birlikte Takvanın amel-i sâlihe önceliği noktasında şu hususlarda önem arz eder;

1. Amel-i salihe riya girebileceğinden ihlasla amel etmek zordur. Farz ile vacip olan ibadetler bu manada riya giremeyeceğinden bu bahsin dışında tutulmalı. Ve Elbette azami derecede önem verilmeli.

2. Takvanın içinde bir nevi amel-i Salih vardır. Şöyle ki; Bu zamanda, binler günahın tehacümünde yapacağımız tek bir kaçınma hareketi, az bir amelle, bizlere yüzer günahı terk etmek sayesinde yüzer vâcibi işlemeye vesile oluyor. “Takva nâmıyla ve günahtan kaçınmak kasdıyla, menfî ibadetten gelen ehemmiyetli a'mal-i sâlihadır diye bu hakikat Risale-i Nur’da geçmektedir.    

C. Çeşitleri;

İbadet iki kısımdır;

Birinci kısım: Müsbet ibadettir ki, namaz, oruç, zekat gibi malûm ibadetlerdir.

İkincisi: Menfî ibadettir ki, hastalıklara, musibetlere karşı sabır gösterip şikayet etmemek bu ibadetin özelliğindendir. Hastalıklar, musibetler insana aczini, za'fını hissettirdiğinden, hâlis, riyasız manevî bir ibadet olur.

D. Manası Cenab-ı Hakk'ın huzurunda abdin, kendi kusurunu ve acz ve fakrını görüp kemal-i rububiyetin ve kudret-i Samedaniyenin ve rahmet-i İlahiyenin önünde hayretle ve muhabbetle secde etmesidir. Bu noktadan hareketle namaz ve oruç gibi acz ve fakrı en iyi hissettiren ibadetler çok mühimdir. İlkin kişinin kusurunu aczini ve fakrını görmesi lazım biz de onları ele almaya çalışalım:

İnsanın kusur yönü, “acıkması, yorulması, uyuması, hastalanması, ihtiyarlaması, iradesinin cüzi olması, yani bir anda iki şey irade edememesi, iki şeyi birlikte düşünememesi, aynı anda iki farklı yöne bakamayışı” gibi noksanlıklarıdır.

Fakirlik “insanın göze, kulağa, ele, ayağa, havaya, suya, güneşe, geceye, gündüze, atmosfere, bedeninde görev yapan her organa ve çevresini kuşatan bütün eşyaya muhtaç olması” anlaşılmalıdır.

Acz’e gelince, bu kavramı, insanın, muhtaç olduğu dahilî ve haricî nimetlerden hiçbirini yapacak güce sahip olmaması şeklinde anlamak gerekir. Dünyayı döndürmeye, yahut kanın deveranını sağlamaya güç yetirememe noktasında, bir bebekle en kuvvetli bir insanın, hiç mi hiç farkı yoktur. Bu işler, bir İlâhî kudret tarafından görülmekte, icra edilmektedir    

Daire misali elimizin uzandığı yere kadar bir dairemiz olduğunu farz edelim. Bu dairenin dışında olan her türlü ihtiyacımızı onu mülkü altında barındıran zattan isteriz. Bunu da İbadetlerimiz vasıtasıyla bir nevi dua ederek isteriz. Eksik kalan bu tanımı şöyle düzeltebiliriz: Dairenin içi hükmünde olan Kendi bedenimize de malik olmadığımız için onun da ihtiyaçlarını ibadet yoluyla her şeyin sahibi ve maliki olan Cenab-ı Hak'tan isteriz. En basitinden bir nefes almak bile bizim elimizde değil.

Kişi acz, fakr ve kusurunun farkına vardığı oranda Cenab-ı Hakk’ın kudretinin sonsuz genişliğini kavrayabilir ve bu oran dahilinde terakki edip Rahmet’e layık bir vaziyet alabilir. Eğer kullanabirsek:

Kusurumuz bizleri Allah'ın Kemal-i Rububiyetine götürerek Cenab-ı Hakk'ın Celaline karşı Sübhanallah diyerek onu tespih etmemizi sağlamaktadır.

Fakrımız bizleri Allah'ın Rahmet-i ilahisine götürerek Cenab-ı Hakk'ın Cemaline karşı Elhamdulillah diyerek şükür etmemizi sağlamaktadır.

Aczimiz bizleri Allah'ın Kudret-i Samedaniyesine götürerek Cenab-ı Hakk'ın Kemaline karşı Allah-u Ekber diyerek tazim etmemizi sağlamaktadır.

Bu şuura sahip olduğumuz vakit ibadetin manası ifşa olur, kıymeti bilinir. Beşer dahi yaratılış gayesini kavrar.

2) İman- Amel ilişkisi

İtikadi ve imani bahisleri Kavi ve sabit kılmak ile meleke haline getiren ancak ibadettir. Bu şekilde ibadet ile terbiye olan iman hükümleri hayata tesir eder. Böylece sürekli ilişki içinde olan sonsuz bir döngü karşımıza çıkmaktadır. İman etmenin gereği ibadeti yapmaktır ve yerine getirilen ibadet ile iman kuvvet kazanıp hayata etki ve tesir etmektedir.

İman bir nevi bir binanın yapılış aşamasında plan ve krokinin çizilmesi ibadet ise binanın yapılmaya başlandığı fiiliyat aşamasıdır.

Burada malzeme-eser ilişkisi ortaya çıkmaktadır. Malzemenin kaliteli ve bol olması binanın elbette ki yapısını etkileyecek sağlam ve dayanıklı olmasını sağlayacaktır. İbadet adeta imanı pekiştirmiş olmakta, kafada ve kalpte olan imanlarımızı hayatımıza aksettirip bu manada adeta kökü iman olan hayatla ağaçlarımızın meyveleri de bu cinsten olmuş olur.

Hatta namaz bu minvalde düşünürsek bunu sağlamadaki en önemli ibadetlerdendir. Çünkü; Günde beş vakit kılınması ile süreklilik arz etmekte böylece imanı içselleştirme bir yaşam biçimi haline getirmede en büyük role sahiptir.

dkm-universite-seminerleri-.jpg

RİSALE-İ NUR İBADETLERİN ÖNÜNDEKİ ENGELLERİ BERTARAF EDİYOR

Bu zamanda ibadetin önünde birtakım engeller yer almaktadır. Dolayısıyla bu engeller imanlarımızın davranış şekli almasının da önünde engel olmakta. Ülfet, gaflet, tembellik gibi. Bunlardan en önemlisi iman zayıflığıdır. İşte Risale-i Nur ise bu zamanda İbadetlerin önündeki engelleri bertaraf ederek Nur talebelerine tahkiki imanı kazandırıp tam bir abid olunmasına vesile olmaktadır.

Peki bunu nasıl kazandırıyor?

Risale-i Nur bu zamanda iman-amel-ibadet arasındaki dengeyi kurmada bir rehber vazifesi görmektedir. Örneğin Risale-i Nur talebesi olmanın şartları:

1. Feraize uymak
2. Kebairi terk etmek
3. Sünnete ittiba etmek
4. namazı tadil-i erkan ile kılmak
5. Akabindeki tesbihatı yapmak olarak sıralamaktadır. (Ki bunları yerine getirmek zaten ibadetlere hakiki anlamda uymak manasına gelmektedir.) Öte yanda bir de
6. şart olan nurlar ile meşguliyeti koyuyor. Bu sayede bu ibadetlere uyulması sonucu imanlar hayatlara hayat oluyor.

Aynı zamanda tahkiki imanın bir sonucu olarak da ibadetlere en üst seviyede önem verilmesine vesile olmaktadır. Dolayısıyla burada çift taraflı bir fayda, döngü söz konusu.

3) Mevcudatın Lisan-ı hali ile ibadeti

Çevremize baktığımızda canlı cansız her yaratılan sürekli bir ibadet halindedir. Bu yönüyle diğer yaratılanlar insana bir numune hükmündedir, her biri lisan-ı haliyle Cenab-ı Hakk’ın azametini ve büyüklüğünü tesbih misali vazifesini yerine getirmekte ve bu vesile onun ibadetini teşkil etmektedir.

Mesela bitkiler köklerini toprağa salıp aldığı besinlerle insanlara Allah namına birer tablacı hükmünde en güzel yemişleri vermektedirler, bitkilerin ibadeti bu şekildir. Veyahut hayvan tabakasından olan koyun Allah namına bizlere hem süt hem et hem de yününden elbise yapmak tarzında olan vazifesini yerine getirmekte böylece ibadetini yapmış olmaktadır. Güneş hem dünyamızı aydınlatmak hem de ısıtmak nevinden kendi vazifesini yerine getirmekte ve ibadetini eda etmiş olmaktadır.

Dolayısıyla vazifesini yerine getirmek ile ibadetini yapmış olmakta tüm mahlukat.

Yukardan anlaşılacağı üzere Cenab-ı Hak bizleri seviyor ve bize sonsuz nimetler bahşetmiş, mahlukatı bize musahhar eylemiş. Bizim de bu sonsuz nimetlere karşı sonsuz derece acz, fakr kusur ve noksanlığımızın farkına varıp vazife-i asliyemiz olan ubudiyetimizi en güzel şekliyle yerine getirerek bizleri bu kadar seven Cenab-ı Hakk'a kendimizi sevdirmemiz gerekmektedir.

Fakat unutmamalıyız ki yapacağımız ibadet mukaddeme-i mükafat-ı lahika değil netice-i nimet-i sabıkadır. Bize verilecek olan nimetler için değil verilmiş olan nimetlere karşı bir nevi şükürdür. Mesela cennet nimeti Cenab-ı Hakk’ın fazl ve keremiyle bizlere ihsan edeceği bir nimettir, kendi ibadetlerimiz ile kazanabileceğimiz bir makam değildir. (Çünkü bizler bir gözümüzün dahi hakkını veremiyoruz. )

Nedir bu nimetler;

ilki bizleri yokluk aleminden varlık alemine çıkarmış ve bize tatlı bir nimet hükmünde olan hayatı bahşetmiş. İkincisi bizleri bir hayvan veya bir bitki olarak değil insan olarak yaratmış. İnsaniyet vermiş. Yani bizlere akıl vermiş. Bir diğeri bizlere İnsaniyet-i Kübra olan İslamiyeti ve imanı vermiş. Daha sonra da imanın bir nuru olan muhabbeti bizlere vermiş. Bu asrın misafirleri olan bizlere birde Risale-i nur gibi sonsu şükür isteyen bir nimet bahşetmiş.

Peki biz bu külli nimetlere karşı nasıl şu mahdut ve cüzi şükrümüzle mukabele edebiliriz?(bu kadar aciz ve bir o kadar fakir iken)

4)Külli bir niyet ve hadsiz bir itikat ile ibadet şuuru

Evet tüm mevcudat ibadet etmekte ancak yapılan o ibadetleri Allah’a takdim etme görevi insana verilmiştir. Bu anlamda halife olan bizler hem bu ibadetleri yapmış gibi olacağımızdan bu yüksek bir rahmettir hem de bu vazifeyi yüklendiğimizden bir ödevdir.

Padişah örneğinde olduğu gibi sultan herkesten hediye talep eder. Herkes meslek ve meşrebine göre ziynetler elmaslar sandık içinde altın ve mücevherler getirir. Ve bir köylü gelir elinde beş kuruşu var. Hediyeleri görür ve "Ey seyyidim getirilen bütün bu hediyeleri kendi namıma sana takdim ediyorum. Çünkü sen bunların hepsine layıksın. Eğer benim de elimden gelseydi bunların bir mislini hatta daha fazlasını sana hediye ederdim. " der. Zaten bu hediyelerin hiçbirine ihtiyacı olmayan padişah sırf halkının ona olan sadakatini ölçmek için bu tertibi düzenlemiştir. İşte şu niyet ve itikat pek geniş bir şükr-ü küllidir.

Mesela Nebatatın tohumları ve çekirdekleri de bir nevi onların niyetlerdir. Mesela bir kavun der ki; Ya rabbi! bana imkan ver senin esma ve sıfatlarının nakışlarını küre-i arzın birçok yerlerinde ilan edeyim. " Cenab-ı Hakk'ın ilmi hem geçmiş hem geleceği ihata ettiğinden gelecek olan şeylerin nasıl geleceklerini bilmektedir. Böylece o kavunun niyetini bilfiil ibadet olarak kabul eder.

Mü'minin niyeti amelinden hayırlıdır, hakikati bu sırra işaret eder. Aynen öyle de biz insanlarda bu tarz bir niyet ile bu sırrın hazinesinden faydalanabiliriz.

Bunun uygulamadaki en güzel bir surette karşılığı ise namazdır.

NAMAZ

Namazın külli bir niyet hadsiz bir itikad sırrını gerçekleştirmesine ilişkin özellikleri pek çoktur, bir kaçını inceleyelim;                      

1. Namaz dahi bütün ibâdâtın enva'ını şamil bir fihriste-i nuraniyedir. Yani namaz tüm ibadetleri içinde barındırır. Peki nasıl diğer ibadetleri içinde barındırıyor? Şöyle ki;      

Hac vazifesini Kabe'ye yönelerek oruç vazifesini namaz esnasında bir şey yiyip içmekten kendini alıkoyarak Zekat vazifesini zamanından feragat ederek Kelime-i şahadet ise zaten her ki rekatta bir ettahiyyatu'yla birlikte okumaktayız.

Burada namazın rahmet olma boyutunu da konunu dışına çıkmadan ele almak isterim;

Malumdur ki islamın şartı beştir. Fakat bazen olur ki bir şahıs elinde olmayan nedenlerden dolayı bunların hepsini yerine getirememektedir. Mesela maddi durumu iyi olmayan biri hac veya bir zekat vazifesini yani ibadetini sağlıklı olmayan biri de oruç vazifesini yerine getirememektedir. Fakat hangi durumda olunursa olunsun özrü olmayan ibadet namazdır. Bu yüzden hem kimse tarafından yapılması ağır gelmeyen hem de tüm ibadetleri kendisinde cem eden namaz büyük bir nimet olmuş oluyor.

2. Namaz bütün esnaf-ı mahlukatın elvan-ı ibadetlerine işaret eden bir harita-i kudsiyedir. Miraç peygamber efendimiz(asm)'ın arşı alaya çıkıp Cenab-ı Hakk'a tüm mahlukatın ibadetlerini ve tahiyyelerini takdim etmesi hadisesidir. Namaz da müminin miracıdır. Dolayısıyla olayı der hatır ederek bizler de her namaza durduğumuzda bu şuur ile niyet edip ibadet edersek adeta tüm mahlukata imam olup hem o ibadetlerin sevabını alabiliriz hem de halife olduğumuzdan onlara Allah’a takdim etmiş oluruz.

Peki bunu namazda nasıl ifade ediyoruz?

Mesela kıyamda durduğumuz vakit arz ile sema arasına bir direk misali çakılmış olan dağın ibadetini veya bir bitkinin başını kaldırıp arş-ı alaya doğru uzanıp vazifesini ifa etmesini temsil Rükudayken dört ayaklı hayvanların ibadetlerini ve secdedeyken de sürüngenleri ve sair diğer haşerelerin ibadetlerini Cenab-ı Hakk'a sunmaktayız.

3. Anladığım kadarıyla fatiha-i şerife'de okuduğumuz iyyeke na'budu ve iyyeke nestain'de yer alan "nun" sırrınca üç cemaati kastetmiş olmaktayız bu niyet ile. Tüm latifelerimizden oluşan ilk cemaat, namaz kıldığımız anda kainatta bizle birlikte namaz kılanlarla oluşturduğumuz ikinci cemaat ve şuurlu- şuursuz, küçük büyük hal dilleri ile ibadette bulunan tüm mahlukatın oluşturduğu üçüncü Cemaat.

İşte yine bu niyet ve itikad ile ibadetlerini takdim ve ilan etmekteyiz.

5) İbadetin Şahsi ve Toplumsal Faydaları

İbadetin faydaları saymak ile bitmeyecek kadar çoktur. Birkaç noktada ele alalım.

Cenab-ı Hakk'ın rızası bütün menfaat ve faydaların menbaı kaynağı olduğundan insanın en büyük menfaat ve faydası Allah'ın rızasını kazanmaktır. Çünkü; Menfaat ve zarar onun eliyle olur. Bunun da tek yolu iman ile amel etmektir.

İman ve ibadetin bir diğer menfaati saadet-i ebediyenin vesikası olması cihetidir. Yani insan eğer ebedi bir hayat ile saadeti istiyorsa hayatını iman ile hayatlandırmalı ve ibadetler ile de süslendirmelidir.

İnsan cismen küçük, zayıf, aciz olmakla birlikte pek yüksek bir ruhu taşır İşte böyle bir insanın ruhunu doyuran, teşbihte hata olmazsa ruhunun zincirlerini kıran onu manevi alemlerde dolandıran ibadettir.

Sınırlanamayacak meyilleri mevcut, sayılamayacak emellere, arzulara sahiptir. Meyillerinin kötülüklere yönelmesini engelleyen meyillerinin yüzünü hakka hakikate çeviren ibadettir.

Belirtilemeyecek kadar fazla fikir ve istekleri var ve tabiri caizse bütün canlı çeşitlerinin bir fihristesi biçiminde yaratılmış acip bir sanat eseridir. Fikirlerini düzenleyip aklını başıboşluktan kurtaran nefsani, hayvani duygular(kuvve-i şeheviye) ve gazap-öfke ile alakalı duyguların (kuvve-i gadabiye) isteklerini dizginleyen yine ibadettir.

İnsanın sorumluluk bilincinin gelişmesini sağlar. İnsanın yaratılış gayesi iman ve ibadettir ki bunu yerine getirmek en büyük fayda ve menfaattir. Mesela nasıl ki bir cihaz amacının dışında kullanılırsa ya kırılır ya yıpranır. Aynen öyle de insan asıl amacı olan iman ve ibadetin dışına çıkarsa kırılır ve yıpranır. Menfaatten ziyade zarar görür.

Allah iman ve ibadetin içine cennetin küçük bir modeli olan peşin bir ücreti koymuşken; küfür ve isyanın içine de cehennemin küçük bir modeli olan peşin bir azap koymuştur. Öyleyse dünyada da cennetin küçük bir misalini yaşamak istiyorsak hayatımızı iman ve ibadete göre dizayn etmeli; ya da hayatımızı üçük bir cehenneme çevirmek istemiyorsak yine çözümü hayatımızı iman ve ibadet çerçevesinde dizayn etmektir.

Toplumdan da biraz bahsedersek

Allah'a iman edip itaat ile bağlanan bir milyon insanı idare etmek on tane münkiri idare etmekten daha kolaydır. Yani toplumun dirliği ve asayişi bakımından iman ve ibadet ehli insanlar imansız ve ibadetsiz insanlardan kıyas edilmeyecek derecede ehven ve daha menfaatlidir.

Dünyadan küsmüş, ağır musibete uğrayıp azap ve sıkıntı içinde olan bir insana en güzel teselli yine iman ve ibadettir. Mesela ölüme yaklaşmış ihtiyar ve hasta bir adamı iman ve ibadetten başka ne mutu edebilir? Toplumun büyük bir kısmı hasta, yaşlı, kadın, çocuk ve musibete düşmüş insanlardan oluşuyor. İman ve ibadet dışında dünyanın hangi uyutucu ve aldatıcı şeyleri bu kesimleri tatmin edip mutlu edebilir.

Çok mühim bir husus; Evet tüm bu faydaları anlayarak bu manada iman ve ibadetin dünyada da bir manevi cennet yaşattığını görüyoruz ancak kesinlikle unutmamalıyız ki; İbadetin ruhu, ihlastır. İhlas ise, yapılan ibadetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet ve bir faide ibadete illet gösterilse, o ibadet bâtıldır. Faideler, hikmetler yalnız müreccih olabilirler, illet olamazlar.

 

 Sözler s. 41

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.