İsmail BERK
Risale-i Nur ve Avrupa Birliği
Risale-i Nur, medeniyet yolculuğunda, İslam'ın batı yakasını ve orada ekilen tohumları çok değerli bulur. 20. Yüzyıl ve sonrası medeniyet inşasında, Avrupa'dan alacağımız motivasyonu önemser. Avrupa’yı iki görür; Müspet ve menfi.
İslam medeniyetinin yeniden inşasında taşıyıcı olan İslam dünyasının Müspet Avrupa ile yapması gereken işbirliklerine dikkat çeker.
Neden işbirliği? Çünkü çağın vebası küresel bozguncu kuvvetler olan "İfsat komiteleri"ne karşı bu dayanışma kaçınılmazdır. Aksi halde ikisini de mağlup eden bu "Zındıka komitesi" dünya barışına ve evrensel ölçekte hak ve hukuka dayalı medeni yaşama standartlarına ve beraberliklere fırsat vermez.
Evrensel fesadın ahtapotları;Sürekli çatışan, sömüren, ezen, fobik zeminler ve kurumlar üreterek yaşanmaz bir dünya kurar. Savunma gücüne dayalı askeri kuşatmanın belirleyici olduğu katliamlar, hak ihlalleri ve dünya jandarmalığına soyunan zulüm çeteleri bu çağın zulmü olarak kurumsallaşır/devleşir/devletleşir.
Bu ikinci güruhtaki de batı, birlikte olabileceğimiz de batı.
Eğer "Hangi batıdan bahsediyorsunuz, görmüyor musun yaptıklarını? " şeklinde bir soru ile sıkça karşılaşırsak, doğrusu hiç şaşırmam. Belki anlatılanları doğru kabul edebiliriz. Ancak menfi kısmı anlatılıyor. Burada hemfikir kalabiliriz. Birde madalyonun müspet yüzünü görme mecburiyetimiz var.
İşte Risalenin ayırdığı Avrupa, bu menfiler karşısında duran ikinci yapıdır. Müspet Avrupa’dır. Bunu Risale çizgisi dışında, ta Osmanlı'dan bu yana sağlıklı olarak gören olmadı. Ya kuru Tanzimat kafası yada Avrupa muhalifi milli bir tepki olundu hep. Bu günlerde ayrışma bu kadar kategorik olmasa da, iki Avrupa’yı ayırt edememe hali geçerliliğini koruyor.
Bediüzzaman’ın Avrupa analizleri, Osmanlı dönemine dayanır, Cumhuriyet döneminde ise yeni okumalar yapar. İslam dünyasının iç yapısından kaynaklanan perişan hali ile batı’nın sebebiyet verdiği problemleri insaflıca ele alır.
Nitekim 1911 Şam'ında söylenen "Avrupa terakkide istikbale uçması ile bizi kurun-u ustada bırakan" sebeplerle ve İslam dünyasının sebebiyet verdiği hataları ortaya koyan Bediüzzaman, bunları bir bir sayar. Bu hastalıklar; Siyasi ve sosyal yalancılık, istibdat, ümitsizlik, husumet, nurani bağı bilmemek ve bencilliktir.
Cumhuriyet Türkiye'sinde Kemalizm bütün yatırımını ve işbirliğini menfi Avrupa’ya yaparken, onun alternatifi olan müspet Avrupa’ya yatırımı ise Bediüzzaman yapmıştır. Bu şekilde Avrupa'nın Yahudilikle baskılanan ve dışlanan İsevi ruhuna ve istikbalde İslam'a dönüşecek büyük buluşmasına hazırlık yapmıştır.
İçeriye baktığımızda ise, 12 eylül 1980 öncesi dönemde sol, milliyetçi ve dindar partiler Avrupa Birliğine karşıydılar. Hatta bu akımlar o etkisini kısmen sürdürüyor. Risale çevresi ise Avrupa konusunda farklıydı ve AB ye taraftardı. Bunun siyasi zemini ise demokratlardı.
2000 yılında yapılan ve içinde yer aldığım bir kaç AB eğilim araştırmasında toplumun yüzde 68'i AB ni istiyordu. Bu talep, askeri vesayeti kaldırmak, demokratik yönetimi tesis etmek ve vatandaşını katılımcı yapmak için kaçınılmazdı.
Yaşanan zulümlerin son halkalarından 28 Şubat’ın siyaseten gerilemesinde, gelişen siyasi değişimlerin topluma yansıyan kısmi rahatlamalarında ve hükümetin kuruluş süreçlerinde içerdeki baskıya karşı nefes aldıran küresel dinamiğin yine AB müktesebatı olduğunu da bir yere kaydetmek zorundayız.
Bu gün gelinen noktada üretilen algılarla AB’ne talep, maalesef yüzde 30'lara inmiştir. Burada Avrupa'nın menfiliklerini önümüze koyup bizi müspetten uzaklaştıran yapı, aynı zamanda Avrupa gibi yaşayıp teknik standartlarına bağlı çevrelerdir.
Müspet Avrupa karşıtı ulusalcı ve statükocu tepkilere dikkat çekmek ve muhafazakar kesimin bu noktadaki tutukluluğunu da görmek gerekir.
Risale-i Nur hareketleri, tarihi sorumluluklarını ve farkı ortaya koyup, demokratikleşmemizin önemli bir ayağı olan Müspet Avrupa vurgusunu yapmalıdır. Gelecekte dünyayı kolektif huzur havzasına götürecek evrensel beraberliği nazara vermesi ve vurgusunu arttırması bir zarurettir.
İslam dünyası, "İsevilerin dindar ruhanileri" ile birlikte, hem Avrupa’nın ihtiyacı olan küresel barışı güçlendirebilir, hem de kendi coğrafyasındaki demokratikleşme ve iyi yönetişim alanlarında AB ile işbirliği ve stratejik ortaklık yapmalıdır. Çünkü, küresel barış koridoru İslam Birliği ile AB koalisyonundan geçer.
Bize düşen ise İslam Birliğinin öncelikle dini, kültürel, insani, sosyal ve ekonomik varlığını ortaya koymaktır. Evrensel düşünüp dünya barışına bir kaldıraç olabileceğimizi göstermektir. Siyaset, bu çerçeve ve üslupta bir araçtır ve gerekliliktir. Aksi halde İslam dünyasında koloni bir siyasal güç oluşturma çabalarının bizi getirdiği son hüsranları, batıyı korkutan ve bunu koz olarak kullanan İslamafobyayı kıramayız.
Risale çevreleri, sıcak gündemlerin sathi nazarlarından ve sebep sonuç ilişkisi ile ulusalcı milli/milliyetçi/muhafazakar tonların vatan müdafaası biçiminden ve hala azınlıkları ve farklı unsurları hazmetme sıkıntısı çeken resmi çerçeveleri, ciddi ve derinden sorgulayacak ilmi tezlerini ortaya koymakla mükelleftirler.
Türkiye’nin entelektüel hafızasına, siyasi iradesine ve bölünmüşlük yaşayan farklı kesimlerine bir katkı sağlamak için sığ ve tarafgir seri görüşlerden ve fikri kabızlıklardan uzak, "Hürriyet-i şer'iye" ekseninde şefkat dünyasını inşa edecek "iman ve hürriyet " kavramı etrafında yeniden çalışmak gerekiyor.
İnsan hakkını ve hürriyetini kısıtlayan ve buna sürekli güvenlik ve bölünme senaryoları yazan vehham ve devletçi reflekslere karşı iman tazeliğinde ve hürriyet özgüveni ile bir duruş sergilemek zamanıdır. Demokratik açılımların rüyasına kadar senaryosunu yazmak ve teşvik etmekle mükellef olan Risale çevresi, sorumlulukları sahip oldukları referansın sağladığı büyük avantajdır.
"Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam." hakikati ve haykırışı, ekmekle oyalandığımız ve ekmeğimizin büyütülerek ekonomik büyüme fırsatını yaşarken, "insani gelişmişlik endeksi" kategorisinde iyi not alamamak, daha çok meşru hürriyetlerle çözülebilecek bir noktadır.
Bu hürriyetlerin devletin kabı kadar değil, milletin talebi kadar olması, siyasetin kabı kadar değil toplumun beklentileri kadar olması, korku ve güvenlik kabı kadar değil insanlığın gerektirdiği kadar olması için bireyi ve hürriyetlerini hiç bir kurum/kuruluş/güruh ve oluşuma kurban etmeyecek sağlam anayasal çerçeve ve zihni zeminler lazım. Bunun manifestosu ve ilkesel pratiği risalede fazlasıyla vardır.
Yukarıda kısaca değindiğimiz ana temaların işlemesi ve insanca ve insanlıkla yürümenin idari ve siyasi kısmı ancak AB süreci ile sürdürülebilir ve kaldıraç değeri taşıyan metotlarından ve tecrübesinden yararlanarak mümkün olabilir.
Kısır, çok bilinmeyenli ve içinde ütopik rüyalar barındıran Ortadoğu denklemleri yaşanan süreçte başarısız olurken, belirsizliklerin artması ile batının ejderhalarına yem olacak yeni ülkeler aranmaya başlanmıştır. Kışkırtılmış çaresizliğin nevrotik bunalımına/sarmalına düşen bir Ortadoğu var ki, Türkiye AB ile İslam Birliği arasında yakınlaştırıcı ve işbirliklerine dayalı AB müktesebatı ile sonuç alabilir.
Şimdi Risaledeki "Avrupa, batı, medeniyet, İslamiyet, terakki, hürriyet, fen ve felsefe" konuları ve kavramları üzerinden yeniden düşünme vaktidir.
“Eski hal muhal” hakikatinden yola çıkıp tefekkür ve tecditle yol alınabilir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.