Afife ARTIK
Risale-i Nur’da çiçek metaforu
Çiçek nedir?
Gördüğümüz zaman gülümsediğimiz şeydir çiçek
Başka nedir?
Kokladığımızda içimiz ferahlayan şeydir çiçek
Başka nedir?
Bir mütefekkir için her ne ki Cennet’te var işte onların cümlesini kendisinde seyrettiği şeydir çiçek
Başka nedir çiçek?
Bir penceredir çiçek
Ne görünür o pencereden bakınca?
Kainatın yaratıcısı ve sahibi ve her an tasarruf edeni olan Cenab-ı Hakkın her yere kendi mührünü basmış olduğu görünür.
Başka nedir çiçek?
Çiçek, bir neticedir, bir meyve mukaddemesidir. Bediüzzaman’ın “mezar taşım” olarak nitelediği Van Kalasının duvarındaki Horhor mağarasına gidince götürülecek olan Zühre’dir. Demek “genç Said” olan her kes de Horhora götürülecek bir çiçektir. Risale-i Nur’un meyvesidir yani.
“Fa'al, cidden çalışkan, Risale-i Nur ve Medrese-i Nuriye talebelerinden Marangoz Ahmed'in mektubunda, Eşref namında on yaşında bir masum çocuğun; köyünü, malını terkedip, iki gün mesafeden gelip, hiç yazı yazmadığı halde, on gün zarfında Risale-i Nur'u yazmağa muvaffak olması, Risale-i Nur'un bir kerameti olduğu gibi, Medrese-i Nuriye'nin de hârika bir çiçeğidir deniliyor. Evet biz de deriz ki: Maddî bir kışta güzel çiçeklerin açılması, bir hârika-i kudret olduğu gibi; bu asrın manevî ve dehşetli kışında, Sava Karyesinin, yani Sava şeceresi bin güzel çiçekler ve Cennet meyveleri açması ve Isparta memleket bahçesi, binler gül-ü Muhammedî (A.S.M.) çiçekleri açması (Haşiye); elbette hârika bir mu'cize-i rahmet ve bu memlekete hârika bir keramet-i inayet-i Rabbaniye ve Risale-i Nur talebelerine hârikulâde bir ikram-ı İlahîdir diye itikad edip, Cenab-ı Hakk'a hadsiz şükrederiz. Haşiye: Ve her biri (sad berk) olarak, yani herbir çiçekte yüz parça yaprak.”[i]
Risale-i Nur’da çiçekle alakalı bir kavram da “kutsi çiçek” kavramıdır. Çok mühim bir sebeble Barla Lahikasının başına da iltihak edilmiş olan 28. Mektubun 7. Risalesi olan Yedinci Mesele’de Risale-i Nur’a gelen inayetlerin neden anlatılması gerektiğine dair sebeblerin beşincisi olarak zikredilen sebeb budur: “Çok zaman evvel bir ehl-i velâyetten işittim ki: O zât, eski velîlerin gaybî işaretlerinden istihraç etmiş ve kanaati gelmiş ki, “Şark tarafından bir nur zuhur edecek, bid’alar zulümâtını dağıtacak.” Ben böyle bir nurun zuhuruna çok intizar ettim ve ediyorum. Fakat çiçekler baharda gelir. Öyle kudsî çiçeklere zemin hazır etmek lâzım gelir. Ve anladık ki, bu hizmetimizle o nuranî zâtlara zemin ihzar ediyoruz.
Madem kendimize ait değil; elbette, Sözler namındaki nurlara ait olan inâyât-ı İlâhiyeyi beyan etmekte medar-ı fahir ve gurur olamaz; belki medar-ı hamd ve şükür ve tahdis-i nimet olur.”[ii]
Demek gelecek olan kutsî çiçekler, Risale-i Nur tarafından hazırlanan zeminde açılacaklardır. Tahkiki iman sahibi ve bu imanı, kainatın rengini değiştirecek kadar kuvvetli olan zâtlar. Madem ki zemin Risale-i Nur tarafından hazırlanmıştır öyle ise bu çiçeklerin ne idiğüleri de çok net bellidir:
- Enaniyetten tecerrüd ile tam mahviyet ve tevazu-u mutlak içindedirler
- Baş veya idareci veya kendisine tabi olunması farz gibi bir algı oluşturmaktan uzaktırlar
- Şan ve şeref ve şöhretten beridirler
- Daim çalışmakla beraber kimseye “bana ne çok şey borçlusunuz” demez ve hissettirmezler bile
- İman ve Kur’an hakikatlerini incitecek bir işi (karşılığı dünyaya hakim olmak bile olsa) yapmaz ve yapılmasına da ön ayak olmazlar, müsaade de etmezler
- İçi boş kalıplara ehemmiyet vermez ve bir hakikat üzerinde tesis edilmeyen hiçbir yapılanmaya iltifat etmezler.
- Adalet-i mahzaya riayet ederek küçük bile olsa hiçbir hakkı feda etmezler ve edilmesine vesile olmazlar. Hakkın hatırını ali tutarlar ve hiçbir hakka feda etmezler
- Şahıs egemenliğine ve sorgulanamaz bir başkanlığa meyletmezler, Kuran’ın meşveret emrine riayet ederler
- Hakka hizmet eden her kese ve her kuruma destek verirler
- Hak ve hukuk tanımayan kim olursa olsun açık ya da zımnî destek vermezler sadece bir tercih mecburiyeti var ise ehven-i şer olanı tasvib etmeden ve kalben taraftar olmadan tercih edebilirler
İşte bu gibi ve daha Risale-i Nur’da yer alan pek çok vasıflara haiz olanlar Risale-i Nur’un yetiştirdiği kutsî çiçeklerdir. Net ve açıktırlar, şeffaftırlar, her an hesap vermeye hazırdırlar, kendilerini daim Kur’an ve Sünnetin terazisinde tartarlar. Bir çiçeği gördüğünüzde olduğu gibi onları gördüğünüzde de gülümsersiniz çünkü hoş kokulu müzeyyen çiçekler gibidirler. Risale-i Nur bahçesinin çiçeklerini fark etmek elbette Risale-i Nur’daki hakikatleri fark etmek ile olabilir.
Risale-i Nur’da çiçekle alakalı bir başka kavram da “hitap çiçeği açıldı” diye ifadesini bulur. Sani-i Hakîm’in, kendisine muhatap olarak yarattığı insanın Rabbisine hitap edebilir hale gelmesidir. Nutka gelip bütün kainatın ubudiyyetlerini tahiyyat ile Rabbisine sunmasıdır. “işte Rabbim ben ve bütün bu mahlukat seniniz” diye ikrar etmesi ve Rabbisinin huzuruna bütün kainat ile beraber duruvermesidir. Rabbisine bütün mahlukat dilleri ile hamd etmesi, bütün mahlukat dilleri ile zikretmesidir. La ilahe illallah hakikatini bütün kainattan dinlemesi ve dinleyip de işittiklerini Rabbisine arz etmesi ve bu yolculuğu
شَهِدَ اللّٰهُ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۙ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَاُو۬لُوا الْعِلْمِ قَٓائِماً بِالْقِسْطِۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۜ[iii] ayeti ile hitama erdirmesidir.
İşte Bediüzzaman böyle harika bir della-ı Kur’ndır. Bunları ve dahasını yapmış. Öyle bir hitap çiçeği olarak açmış ki bütün kainat dilleri ile Rabbisine niyazda bulunmuş ve bu yolu da açık bırakmıştır. Risale-i Nur’un her bir okuyucusuna “haydi kardeşim yol bu yoldur durma sen de yürü” demiştir. Bir cadde-i kübra açmıştır. Böyle geniş bir caddede yolunu kaybetmek dûnhimmetliktir, aymamazlıktır, nefse ve enaniyete hisse, hevaya ve vehme kapılmaktır ancak. Hele bu yol dururken yeni yollar açmaya kalkmak… ne ise…
Risale-i Nur’da bir başka çiçek de “saadet çiçekleri” dir. Altıncı Söz’de nefis ve malını Allah’a satmanın birinci kârı budur ki: “Fânî mal bekâ bulur. Çünkü Kayyûm-u Bâkî olan Zât-ı Zülcelâle verilen ve Onun yolunda sarf edilen şu ömr-ü zâil, bâkîye inkılâb eder. Bâkî meyveler verir. O vakit, ömür dakikaları, âdetâ tohumlar, çekirdekler hükmünde, zâhiren fenâ bulur, çürür. Fakat, âlem-i bekâda saadet çiçekleri açarlar ve sünbüllenirler. Ve âlem-i berzahta ziyâdar, mûnis birer manzara olurlar.”[iv]
bir başkası da “Rahmet çiçekleri”dir. Bu da Altıncı Söz’ün Üçüncü Kâr’ı içinde böyle geçer: “Meselâ, göz, bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. Eğer Cenâb-ı Hakka satmayıp, belki nefis hesâbına çalıştırsan, geçici, devamsız bâzı güzellikleri, manzaraları seyr ile şehvet ve heves-i nefsâniyeye bir kavvat derekesinde bir hizmetkâr olur. Eğer gözü, gözün Sâni-i Basîrine satsan ve Onun hesâbına ve izni dairesinde çalıştırsan, o zaman şu göz, şu kitâb-ı kebîr-i kâinatın bir mütâlaacısı ve şu âlemdeki mu'cizât-ı san'at-ı Rabbâniyenin bir seyircisi ve şu küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübârek bir arısı derecesine çıkar.”[v]
Bediüzzaman Said Nursî, neden en ziyade çiçek ve çekirdek üzerinden misal verdiinin izahını da bu şekilde yapmıştır: “Eğer dense, "Neden en çok misâlleri çiçekten ve çekirdekten ve meyveden getiriyorsun?"
Elcevap: Çünkü onlar hem mu'cizât-ı kudretin en antikaları, en hârikaları, en nâzeninleridirler, hem ehl-i tabiat ve ehl-i dalâlet ve ehl-i felsefe onlardaki kalem-i kader ve kudretin yazdığı ince hattı okuyamadıkları için onlarda boğulmuşlar, tabiat bataklığına düşmüşler.”[vi]
Bir de “manevi çiçek” vardır: “Hem, nasıl bütün kalblere, insan ise her nevi ulûm ve hakikatleri bildiren, hayvan ise her nevi hâcetlerinin tedârikini öğreten bütün ilhamât-ı gaybiye, bir Rabb-i Rahîmin vücudunu ihsâs eder ve rubûbiyetine işaret eder; öyle de, gözlere kâinat bostanındaki mânevî çiçekleri toplayan şuâât-ı ayniye gibi zâhirî ve bâtınî bütün duyguların ayrı ayrı âlemlere herbiri birer anahtar olmaları, yine o Sâni-i Hakîm, o Fâtır-ı Alîm, o Hâlık-ı Rahîm, o Rezzâk-ı Kerîmin vücûb-u vücudunu ve vahdet ve ehadiyetini ve kemâl-i rubûbiyetini güneş gibi gösterir.”[vii]
Lemeat adlı eserin bir adı da: “çekirdekler çiçekleri” dir.
Cenab-ı Hakkın isimlerinin cemalinin cilvesini gösteren ayineler olarak çiçeklerden Dördüncü Şua’da da ehemmiyetle bahis vardır. şöyle ki: “Hem Fettâh ve Musavvir isimlerinin tecellîleriyle başta insan olarak bütün hayvanatın su katrelerinden açılan pek çok mânidar suretlerine ve bahar çiçeklerinin habbe ve zerreciklerinden açtırılan çok cazibedar simalarına bak, fettâhiyet ve musavviriyet-i İlâhiyenin mu'cizâtlı cemâlini gör.
İşte, bu mezkûr misallere kıyasen, Esmâ-i Hüsnânın herbirisinin kendine mahsus öyle kudsî bir cemâli var ki, birtek cilvesi koca bir âlemi ve hadsiz bir nevi güzelleştiriyor.
Birtek çiçekte bir ismin cilve-i cemâlini gördüğün gibi, bahar dahi bir çiçektir. Ve Cennet dahi görülmedik bir çiçektir. Baharın tamamına bakabilirsen ve Cenneti İmân gözüyle görebilirsen bak, gör, cemâl-i sermedînin derece-i haşmetini anla. O güzelliğe karşı İmân güzelliğiyle ve ubudiyet cemâliyle mukabele etsen çok güzel bir mahlûk olursun. Eğer dalâletin hadsiz çirkinliğiyle ve isyanın menfur kubhuyla mukabele edip karşılasan, en çirkin bir mahlûk olmakla beraber, bütün güzel mevcudatın mânen menfurları olursun.”[viii]
Yedinci Şua’da; bulutların, muhtaçlara acıyıp ağlamak ile çiçeklerle yeryüzünü güldürmesi ise harika bir anlatımdır. İşte burada da çiçek ve gülmek birleştirilmiş oluyor. Yine aynı Risalede çiçeklerin “cezaletli çiçekler” olarak tavsifi de hakikadır.
Kur’andaki tekrarata dair olan meselenin de “Emirdağ Çiçeği” tesmiye edilmesi ve Hüsrev Ağabey’in de bu çiçek kalbimizdeki firak ateşini söndürdü diye mukabelede bulunması da zikredilecek bir ayrı çiçek bahsidir.
Evet, görülüyor ki çiçek konusu Risale-i Nur’da başlıbaşına işlenebilecek bir konudur. Elbette çiçekten anlayan ve kendi san’atkarını tanımak bahtiyarlığına erişmiş bir ilim erbabının bunu yapması temennimizdir.
Çiçeklerin Fettah ismine nasıl ayine olduklarından, Cennet ve baharın dahi bir çiçek olmasından ve 32. Söz’deki bir Hasna ve çiçek misalinden bahsedemedik bile.
Bu bahar henganımda bol çiçekli ve bereketli tefekkürlü anlar temennisi ile… Unutmayalım ki gülümseyen bir sima dahi bir çiçektir ve gülümsemek sadakadır…
[i] Nursi, Bediüzzaman Said Risale-i Nur Küliyatından Kastamonu Lahikası Envar neşriyat İstanbul 1995, s.131 – 132. erisale 91. mektub
[ii] Nursî, Bediüzzaman Said Risale-i Nur Külliyatından Mektubat, Envar Neşriyat 1996 İstanbul, s. 370
[iii] Kur’an, Al-i İmran Suresi 18. Ayet (3/18): “Şahadet eyledi Allah şu hakikate: «başka Tanrı yok ancak o», bütün Meleklerle İlim uluları da adl-ü hakkaniyyetle durarak şahid: başka Tanrı yok ancak o, azîz o hakîm o”
[iv] Nursî, Bediüzzaman Said Risale-i Nur Külliyatından Sözler, Envar Neşriyat 2007 İstanbul, s. 27
[v] A.g.e. s.27
[vi] A.g.e. s.86
[vii] A.g.e. s.658 (Altıncı Pencere)
[viii]Nursî, Bediüzzaman Said Risale-i Nur Külliyatından Şualar, Envar Neşriyat 1995 İstanbul, s. 78
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.