Serdar BİLGİN
Risale-i Nur’da dimağ kavramı
İpek böceğinin hikâyesini biliyoruz. Hikâye, tırtılın kelebeğe tebdili üzerine kuruludur. Tırtıla, önce kozasının dış kısmı yaptırılır. Ondan sonra kendi vücudunun etrafı sardırılır. Sarma işi ilerledikçe hayvan küçülür, küçülür; sonunda kozanın içinde görünmez olur; tırtıl, 2-3 hafta içinde kelebek haline getirilir ve kelebek kozayı delerek uçar gider. Tıpkı ipek böceği gibi insanın kozası da dimağıdır. Hayal kurmakla başlar ve hakikatin dimağda gerçeğe en yakın şekilde inşa edildiği an, insan dimağı delerek hakikate uçar gider. Risale-i Nur’da kozasından çıkamayıp kozasında hapsolan insanların hikâyeleri de var elbette. Mesela Münazarat’ta akılları elinden alınan ve dimağında hapsolan bir kavmin, kozadan çıkış reçetesini okuruz. Biz bugün bu hikâyenin kahramanlarından “insan ve koza” üzerinde duracağız inşallah.
“Dimağ” kavramı Arapça kökenli bir kelimedir. Kavram Arapça’da “beyin, kafanın içi” anlamlarını karşılar. Ancak kavram Türkçe’ye Arapça’dan değil Farsça’dan geçmiştir. Kavramın Türk Edebiyatında ilk olarak Feridüddin-i Attar’ın Tezkiret-ul Evliya adlı eserinde kullanıldığını görüyoruz. Farsça’dan Türkçe’ye tercüme edilen bu eser, Klasik Türk Edebiyatının nesirde kazandığı en önemli örneklerinden biridir. Eserin tasavvufi bir eser olduğunu da göz önüne alırsak kavramın tasavvufi bir mecrada anlam kazanarak Türkçe’ye girdiğini ifade etmek istiyorum. “Gördü ki kibir ve gurur onun dimağına tesir eylemiş.” ifadesinde de görüldüğü gibi tasavvufi bir mecrada “nefis ve dimağ” karşı karşıya getirilmiş, dimağ kavramı nefis düşmanına karşı beden kalesini kontrol eden, gözlemleyen kubbe olarak tanımlanmıştır. “Dimağ” kavramının Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlüğünde “beyin, bilinç, zihin” anlamlarını, Kamus-ı Türki’de bu anlamlara ek olarak “şuur” anlamını da karşıladığını görüyoruz.
Risale-i Nur’da “dimağ” kavramının geniş anlamda kullanıldığını, “zihin, akıl, kalp, ruh, hayal, hafıza, fikir, beyin, zekâ” gibi kavramları da içine aldığını görüyoruz. Dimağ kalbe bağlıdır. Dimağın merkezinde kalp vardır. Esasında dimağ çok şümullüdür. Akıl, zihin, fikir, zekâ ve beyin o şümul içindedir. Bu kavramlar Rahmânî defineleri açmaya ve anlamaya programlanmış fıtri bir olgu olarak, Sâni-i Hakîmin san'atı olarak karşımıza çıkıyor. Bu san’at; fayda ve zararı, iyi ve kötüyü birbirinden temyiz için esmâ lisânı ile tanımak için verilmiştir.
Dimağ kavramı insanı, hayatı ve kâinatı gözlemleyen bir kubbe gibidir ve gücünü, işlerliğini kâinattaki ism-i Hakîm’in tecellilerinden alır. İmtihanın da imanın da merkezi bu kuledir. O nedenle akıl, zihin ve fikir cihâzâtlarının gıdaları tefekkür etmekle Rabbini tanımaktır ki işte bu tanıma akıl, zihin ve fikrin mânevî şükürleri olacaktır.
İnsanda, Rahmetin umum hazinelerinde iddihar edilen bütün Rahmânî hediyeleri, atiyeleri tartacak, bilecek yüzer mizancıkları, ölçücükleri ve Esmâ-i Hüsnânın nihayetsiz cilvelerinin definelerini açacak, anlayacak binler âletlere şahit oluruz. Dimağ, bütün Rahmânî hediyeleri, atiyeleri tartmaya, bilmeye, Rahmânî defineleri açmaya ve anlamaya dönük bu âletlerin kullanım kılavuzlarını taşır. İrade ve şuur bu kullanım kılavuzlarında saklıdır.
Dimağ, çekirdek haletinde bir şecere-i azîmenin cihazatını tazammun eder ve ebedî, uhrevî, haşmetli bir makinenin âletleri ve çarkları içinde derc edilmiştir. Dimağ, Rahmânî defineleri açmaya ve anlamaya programlanmış bir bilgisayardır. “zihin, akıl, kalp, ruh, hayal, hafıza, fikir, beyin, zekâ” bu bilgisayarın donanımlarıdır. İrade ve şuur da programın çıktısıdır.
Dimağ; fikri inşa etmez, fikrin inşasına zemin olur, terakkiye ve inkişafa çekirdek olur. Bu yönüyle dimağ, fikrin girdiği ve işlendiği mânevî bir fabrikadır ve imanın mahallidir. Akıl ve kalp olmak üzere iki şubesi vardır. Bu şubeler; insanın ve kâinatın bir nevi merkez-i mânevîsidir, bu merkez-i mânevî âlem-i mânâdan bir kütüphane kadar vücudu içine alır. Ve âlem-i haricîden olan tırnak kadar bir âyine-i vücudun âlem-i misal tabakasından koca bir şehri içine alır. Hem dimağda merâtib vardır. Her mertebenin bir hükmü var ve o hükümler zihin aşamalarından geçebilir. En sonunda ise fikir olur.
Dimağ, fikrin piştiği mutfaktır. Her türlü zahiri ve batıni latifelerle dimağa gelen malumat ve fikirler bu mutfakta pişer, yemek olur. Ardından pişen fikir sofraya tebdil edilir. Fikrin sofraya tebdilinde malumunuz Risale-i Nur yedi merâtipten bahseder. Fikrin mutfağa girip yemek olarak sofraya sunulması zihni bir süreçtir. O nedenle -bu konuda okuduğum birçok makalenin aksine- şunu belirtmek istiyorum. Risale-i Nur’da zihin ile dimağ kavramları eş anlamlı olarak kullanılmamıştır. Zihin fiildir, hakikat özne, dimağ tümleçtir. Cümle ise dilde ve davranışta vuku bulan bir olgudur, mutfaktan ya da sofraya konan yemekten gelen güzel kokulardır, fikir ve edebin tebessümüdür.
Sakalımın beyazlanmakla parlaması seni korkutmasın. Zira nur-u mütecessim gibi dimağdan erimiş sakaldan mecrâ bulup kendini gösteren fikir ve edebin tebessümüdür. Hakikat, ışık veren fitildir; mecaz ise, ziyasını tezyid eden şişesidir. Evet, muhabbet kalbde ve akıl dimağdadır; elde ve ayakta aramak abestir. Çünkü dimağ, bir et parçası değildir; zihin, akıl, kalp, ruh, hafıza gibi mânevî vücudun bir parçasıdır.
Latife-i Rabbaniyenin mazhar-ı hissiyatı, vicdan; ma’kes-i efkârı, dimağdır. Vicdanın anâsır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan "irade, zihin, his ve lâtife-i Rabbaniye" dimağ sahnesinde sunumunu yapar.
Dimağ; fen ve san'at ve tesanüd-ü hikmet-i Kur'âniye cevherinden yapılan kılıcın kınıdır. Bu yönüyle mânevî cihatın mânevî kınıdır.
Şekil 1:
Yukarıdaki şekil 1’i izah edelim. Dimağ verileri kabul ediyor, zihin işliyor ve fikir doğuyor. Bu süreçte beyin, duyu organları, algılar, hisler, sezgiler, duygular işçi; akıl ve kalp komutan olarak görev alıyor. Yine bu süreçte bilmek, anlamak ve kavramak isteyen bir aklın ve idrak etmek isteyen bir kalbin serzenişlerine şahit oluyoruz. Akıl; ölçer, tartar. Akıl algılara ve kalp idrake yön verir, rehberlik eder, hakemlik eder, komutanlık eder, bekçilik eder. İnsan, kemal ve noksan; hayır ve şer arasında mesafe alır. Akıl ancak kalp ile şahikaya çıkar. O nedenle terakki enerjisini akıldan, akıl da inkişafını kalpten alır. Terakki biter, dimağ durağanlaşır ise şuur ve irade kaybolur, istikrarsız ve dengesiz bir hal ortaya çıkar, bütün mahlûkat üstünde bir muhatab-ı İlâhî ve Cennete lâyık bir misafir-i Rabbanî olduğunu göremez. Ve tırtıl kozasının içerisinde hapsolur, kelebek olup uçamaz, tırtıl olarak ölür. Oysaki o tırtıl, aklın ve kalbin ittihad ve imtizacı ve ruh ve sair letâifin teavünü ayağıyla hareket ederek kelebek olup evc-i âlâya uçabilirdi.
Velhâsıl: “Makine-i insaniyenin merkezi ve zembereği olan kalbi, işletmekle, sâir letaif-i insaniyeyi harekete getirip, netice-i fıtratlarına sevk ederek tırtılın kelebeğe tebdili hikâyesi vuku bulur. Hikâyenin özü de bu.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.