Risale-i Nur’da Esma-ül Hüsna müzakerelerinin birincisinden notlar

Risale Akademi 15 Eylül 2018 tarihinde Risale-i Nurda Esma-ül Hüsna müzakerelerini başlattı. Bu ilk hafta el-Adl ve el-Alîm isimleri hakkında müzakere edildi. Alîm isminin sunumunu yapan Serdar Bilgin kendi köşesinde sunumunu paylaştığından ben Adl ismi ile ilgili Ömer Şeker’in sunumundan notlar ve bu ismin hatırıma getirdiklerini paylaşıyorum:

-Risale-i Nur’da Lemalar mecmuasının Otucuncu Lem’asında el-Adl ismi altı ismi azamdan biri olarak zikredilmiştir. Otuzuncu Lemanın başında bu ayet zikredilmektedir: “Hiçbir şey yoktur ki hazineleri bizim yanımızda olmasın. Her şeyi biz belirli bir miktarla indiririz.” (Hicr-21) Demek kainattaki her şey bir ölçü dahilindedir, muvazenelidir.

-Rahman suresinde dört nevi, dört mertebe mizana işaret edilmesi (gökyüzünü yükseltip nizam ve ölçü verdi. Tâ ki ölçüde sınırı aşmayın. Ölçüyü ve tartıyı adaletle yerine getirin ve ahiretteki mizanınızı ziyana uğratmayın) kainatta mizanın ne derece ehemmiyetli olduğunu ifade ediyor.

-Yirmi dördüncü sözde de izah edildiği gibi Allah’ın isimleri birbiri içinde görünür. Abdülkadir Badıllı Ağabeyin tercüme ettiği Mesnevi-i Nuriye eserinde de esma ile ilgili ve esmanın birbiri içinde görünmesi hakkında güzel kısımlar vardır. Bu eserin indeks kısmından bakarak esma ile ilgili yerlerin okunması istifadeli olur inşallah. Mezkur kısımlardaki bilgiler nazara alınarak deriz ki; Adl ismi tecelli ederken Hayy ismi dahi tecelli eder çünkü; her mahluka hakk-ı hayatını veren Adil olan Allah’tır. Demek hayatı dahi veren O’dur, halk eden Halık O’dur (cc). Adil ismi tecelli ederken Tevvab ismi dahi tecelli eder çünkü bazen hak ettiği halde tövbe eden kulunun tövbesini kabul eder, hak ettiği cezayı vermez.

-Allah mutlak adalet sahibidir. Hiçbir hakkı zayi etmez. Allah kuluna zulmetmez. Adil olmak demek zulmetmemek demektir, herşeyi yerli yerine koymak demektir. Hak sahibine hakkını vermek demektir.

-Hayatımızın temeline Allah’ın Âdil-i Mutlak olduğu, asla bize zulmetmeyeceği hakikatini yerleştirebilirsek inşallah huzurlu ve rahat oluruz.

-Âdil-i mutlak olan Allah biz kullarının da adaletli olmalarını ister ve emreder. Kur’anda hususen ölçü ve tartıda dürüst olma, zulmetmeme hakkında pek çok uyarılar vardır. Bir insanın âdil olması öncelikle kendi içinde aladetli olması ve adaleti yeryüzünde tesis edip adaletin hâkim olmasına çalışması evvela iman etmesi ile mümkündür. Farzların yerine getirilmesi bizi yaratan ve yaşatan Allah’a karşı borcumuzdur. Bu borcu önemsemeyen bir insan zulmetmiş olur. Üzerindeki hakkı ifa etmemiş olur. Her insanın Allah’a karşı vazifesi iman ederek farzları yerine getirmesi ve Allah’ın kendisine koyduğu hudutlar içinde kalmasıdır.

-Allah’a karşı vazifelerini ifa etmesi insanı hem kendine hem ailesine hem de topluma faydalı bir fert haline getirir. Allah, ana babaya iyilik yapmayı komşu hakkını gözetmeyi, hak sahibine hakkını vermeyi emreder. Bu emirlerin yerine getirilmesi ile insanlar toplum içinde huzurlu yaşayabilirler.

-Kur’anın dört esasından biri adalet ile ibadettir. Diğer üç esası; tevhid, nübüvvet ve haşirdir. Bütün mahlukât kendi lisanları ile, halleri ile ibadet ederken insanın hem onların ibadetini görmeyip inkar etmesi, hem de kendisi ibadet etmemesi zulümdür. Başta kendi nefsine zulümdür. Çünkü aciz ve fakir olan insan sonsuz kudret ve gına sahibine sığınmakla ancak huzuru bulabilir. İnsanın fıtratı ibadeti ister. Allah’a abd olmayan heva ve hevesine abd olur ve heva ve hevesi tahrik eden şeytanın maskarası olur.

-Adalet denince aklımıza daha ziyade devlet ve hukuk sistemi gelir ama merkezde insan vardır. Fertler kendi iç alemlerinde âdil olup evvela kendi cihazlarının hakkını vermeleri gerekir. İradenin hakkı ibadetullahtır. Yani insan iradesi ile Allah’a ibadet ederse iradesinin hakkını vermiş olur, âdil olur. İradesini nefis ve şeytanın hükmüne bırakırsa zalim olur. Zihnin hakkı marifetullahtır. Allah’ı tanımaya sarf edilmemiş bir zihin israf edilmiş olur. İsraf zulümdür. Hissin hakkı muhabbetullahtır. Allah’a muhabbete sarf edilmeyen hisler ziyan edilmiş olur ve sahibini elemler içinde bırakır. Hak etmiş olarak (yerinde sarf edilmeyen muhabbetin cezası elem çekmektir) sevdiklerinden yediği tokatların acısı ile elem içinde bir dünya hayatı ve Allah’tan uzaklık sebebi ile cehennemi hak etmiş olur. Latife-i Rabbaniyenin hakkı müşahadetullahtır. Allah’ı müşahade etmeyen latife-i Rabbaniye ıstırapta kalır, vazifesini yapamamanın bunalımını yaşar. Netice olarak âdil bir insan Allah’ı bilen veya güzelce bilmeye çalışan, ibadet eden, Allah’ı seven ve Allah’ı müşahade eden insandır. Her şeyde Rabbisini bulur ve görür. Ancak bu fertler âdaleti yeryüzüne hâkim kılabilirler. Dünyanın şimdiki hâli buna şahittir. Dünya ıstırap içindedir dünyada hükmü geçenler müminler olmadığı sürece dünyanın göz yaşları devam edecektir. Her müminin kendi iç âleminde ve içtimai hayatta adaletin temini için vazifeleri vardır. Bütün müminler için ve bütün insanlar için saadet istemek de âdil olmanın gereğidir. Kendi grubu, mensub olduğu kabilesi mesut olsun da gerisi ne olursa olsun tavrı zulümdür.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum