Risale-i Nur’u okuduktan sonra tekrar Kur’ân’a yöneldim
Nur talebeleriyle tanışan Nazlı öğretmenin yaşadığı ibretlik hayat hikayesi
Bediüzzaman Said Nursî’nin eserlerinden, önce yaşayan bir eseriyle tanıştı Çorlulu Nazlı öğretmen, sonra da yazılı eserleriyle. Ondan sonra da, Risale-i Nur’un gerçekten yaşayan bir tefsir olduğunu imzalayan sayısız talihliler kervanına katıldı.
İİKV’nin Yaşayan Tefsir programının Mart ayı konuğu, özel eğitim öğretmeni Nazlı Yıldıran Akbaş idi.
Nazlı öğretmen çocuk yaşında kanserle tanışmış ve uzun süre tedavi görmüştü. Kanser koğuşlarında ölümle yüz yüze geçirdiği o bitmeyen yıllardan sonra sağlığına kavuşunca, “hayata olan borcunu ödemek için” meslek olarak özel eğitim öğretmenliğini seçmişti.
Bunda bir iş var
Çalıştığı rehabilitasyon merkezinde bir hanım meslektaşının mesleğine olan sevgisi ve engelli çocuklara ve ailelerine karşı büyük bir ilgi ve şefkatle muamelesi onu derinden etkiledi. Uzun süre bu meslektaşını gözlemleyen Nazlı öğretmen, “Bunda bir iş var” diye düşündü. “Bunun bir öyküsü olmalı; ya yaşadıklarında, ya da okuduklarında.”
Böylece Nazlı öğretmen iş arkadaşını yakın takibe aldı ve çok geçmeden karşısına Risale-i Nur çıktı.
“O elindeki şey bana çok iyi geldi” dedi Nazlı Akbaş.
Arkadaşı Risale-i Nur okuyordu. Hem de başka hanımlarla bir araya gelerek.
İlk Risale-i Nur dersinde “Bu tam bana göre” diye düşündü
“Ben de gelebilir miyim? Beni de alırlar mı?” diye sordu büyük bir hevesle Nazlı öğretmen.
Birlikte gittikleri ilk Risale-i Nur dersinde “Bu tam bana göre” diye düşündü. “Okumak ve üzerine yoğunlaşmak.”
Yadırganma ve önyargılarla karşılanma endişesi ile gitmişti o ilk derse. Fakat insanların dış görünüşlerine aldırmayan ve sıcak bir muhabbetle kendisini “kardeşim” diye kucaklayan insanlarla karşılaştı.
Bir süre bu derslere büyük bir şevkle devam etti Nazlı öğretmen. Derken, kendisini önce büyük bir hayal kırıklığına uğratan, sonra da zihnindeki büyük bir önyargının kırılmasına vesile olan birşeyle karşılaştı:
Daha önce hep derslerde gördüğü ve çok sevdiği Meryem ablasını dış kıyafetiyle, yani çarşafıyla gördü.
“Meryem abla nasıl çarşaflı olabilir?” diyordu.
İlk şaşkınlığını attıktan sonra, “Çarşafın içinde bir insan var,” diye düşündü. “Hem de çok iyi bir insan.”
Sorularının cevabını yogada aramıştı
Nazlı öğretmen, önyargılarının böyle peş peşe yıkıldığı günlere bir anda gelmemişti. Kanserle boğuştuğu çocukluk günlerinden beri zihnini kurcalayan ve bir türlü anlam veremediği nice sorular vardı:
“Hayatı sorgulamaya başlamıştım. İyileştikten sonra da hastalığımı bir yere koyamıyordum. Bebekler neden ölüyor? Neden doğar doğmaz kanserle tanıştılar. Nedir bunun anlamı şimdi? Dünyadaki savaşları da, zulümleri de, ölümleri de bir yere koyamamak beni ciddi bir sıkıntıya sokuyordu. Yaşadığıma sevinemiyordum.”
Öncesinde ölümden bahsetmeye bile tahammül edemiyordu Nazlı öğretmen. “Ben bu ayrılık düşüncesine katlanamıyordum. Bana sonsuz bir muhabbet gerekti” diyordu. Gerçi hayatındaki güzellikleri parça parça görebiliyor, ama tüme varamıyordu. Hastalıkları, zulümleri gördüğünde ise hemen tüme vararak bir cezalandırma mekanizmasının işlediği çıkarımında bulunuyordu.
Akbaş sorularının cevabını yogada aramıştı bir süre. “O süreçte ‘Bu bir karma felsefesi, insanları affederek bu karmayı bozabiliriz’ diye gezdiğimi hatırlıyorum” diye anlattı arayışını.
Risale-i Nur’u tanımadan önce “Zaten biz yanmışız. Sınıfın arka sıralarındaki gözden çıkarılmış yaramaz çocuklarız. Bizden ne olur ki” diye düşünüyordu Nazlı öğretmen.
Sonra herşey bir huzura dönüştü
Gittiği ilk derste On birinci Söz ile başlayan yoğun bir okuma dönemi başlamıştı artık Nazlı öğretmen için. Sorularına cevap aldıkça yenileri geliyordu:
“Sonra herşey bir huzura dönüştü. Sanki bütün tablo güzelliğe doğru dönüşüverdi. Risale-i Nur, bir kuşa, bir ağaca, bir insana, bir çocuğa, her neye olursa baktığım yeri tamamen değiştirdi. Evet, herşeye Allah’ın tecellilerine mazhar yaratılmışlar nazarıyla bakabiliyordum. Bu müthiş bir dönüşümdü.”
Bu yeni bakış açısı onun mesleğini icra ediş biçimini de değiştirmişti. Önceden başarısızlıkları sebebiyle kendisini suçlayan Nazlı öğretmen, bize düşen şeyin çaba harcamaktan ibaret olduğunu öğrendikten sonra, üzerinden büyük bir yük kalkmıştı:
“Önceden ‘Ben yaparım ve olur’ diye düşünüyordum. Bu düşüncem Risale-i Nur’u tanımamdan sonra tamamen değişti. Bizden olmadığını, herşeyin ‘Ol’ deyince olduran Allah’tan olduğunu gördüm ve artık yükümü gemiye bıraktım.”
Nazlı Yıldıran Akbaş bir yolculuk sırasında yanına aldığı Dördüncü Sözü okuduğunda ise arkadaşına otobüsten şu mesajı gönderdi: “Benim namaz kılmam lâzım pampa.”
Risale-i Nur kendini anlatır ama gerçekten açık olmak şartıyla
Nazlı öğretmen ilk önceleri Risale-i Nur’un dili konusunda zorlanmakla beraber zamanla günlük hayatında Risale-i Nur’un kelimelerini kullanmaya başladığını, çünkü Risale-i Nur’daki kavramları günümüz Türkçesinin karşılamadığını söyledi:
“Sâni-i Zülcelâl, nokta-i istinad… Bunların yerine ne desem? O öylece kalmalıydı. Aslında o haliyle bana nüfuz ettiğini de gördüm. Benim de dilim, yaşayışım oraya dönmeye başladı.”
Nazlı öğretmen izlenimlerini anlatırken “Risale-i Nur kendini anlatır. Ama gerçekten açık olmak şartıyla, önyargısız olarak ‘Burada ne var?’ gözüyle bakmak şartıyla” dedi.
Daha önce Kur’ân’la doğrudan muhatap olmaya çalışan Nazlı öğretmen, anlayamadığı şeylerle karşılaşınca “Bari iş daha kötüye gitmesin” düşüncesiyle okumayı bırakmıştı. Ama Risale-i Nur’u okuduktan sonra tekrar Kur’ân’a yöneldiğinde durum böyle olmadı:
“Risale-i Nur bir tefsir olarak Kur’ân’dan süzülmüş. Okumalarımızda Risale-i Nur, Kur’ân-ı Kerîm’e götürüyordu bizi. Risale-i Nur Kur’ân’ı anlamama vesile oldu. Her bir konu sanki bir yaraya merhem için yazılmış gibiydi.”
Nazlı öğretmen Risale-i Nur’u tanıdıktan sonra hayatını tek bir “ayar” etrafında düzenlemişti:
“İçimizde Allah’ı aratan bir ayar var. O ayar cevap bekliyor. Sonrasında herşey, hayatın merkezine neyi aldığınıza göre şekilleniyor. Risale-i Nur’la bu, benim için ‘Allah razı mı?’ sorusu oldu. İnşaallah hayatıma bu soruya göre yön vermek istiyorum.”
Bütün mevzu iman konusu
Bu inançla, Nazlı öğretmen, çocuğuna da “İnanç” ismini verdi: “Hiçbir şey elinde olmasa, biz ona Rabbini anlatamazsak o ismine tutunsun, arasın. Belki aramak için bir kıvılcım olsun diye ‘İnanç olsun’ dedim. Çünkü bütün mesele bu. Bütün mevzu iman konusu. Düşünüyorum da şimdi daha önce olsaydı ben İnanç’a ne anlatırdım? Rabbini nasıl anlatırdım? Onun sorularına nasıl cevap verirdim?”
Nazlı Yıldıran Akbaş’ı yepyeni bir hayata kavuşturan şey, yapılan konuşmalar, telkinler, tartışmalar değildi. Onu, inanan ve inandığı gibi yaşayan bir insanın hayatı değiştirmişti.
“Bana bu kadar tesir ettiğine, kırılmaz denilen birçok algımı kırabildiğine göre lisan-ı hal, bir tebliğ biçimi olarak son derece etkili. Sonuçlarını kendi hayatımda gördüm” diyerek sözlerine son verdi.
Kaynak: Bircan Erden Sayın-Barla Platformu
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.