B. Said ÇİFTÇİ
Risale-i Nurun şerh ve izahlarını ancak ihtisas ehli heyetler yapabilir
Risale-i Nurun şerh ve izahları kapsamında; her şeyden önce, bizim Risale-i Nuru nasıl algıladığımız önem kazanmaktadır.
Kuran-ı Hakimin bir mucize-i maneviyesi olarak gördüğümüz Risale-i Nur, madem ki kaynağını ondan almaktadır; o halde Kuranın özelliklerini de bitamamiha yansıtmaktadır. Öyleyse İşaratul-İcaz kitabının başında yer alan tefsir realitesindeki ölçülerin Risale-i Nur için de aynen geçerli olduğu kanaatindeyim. O da şudur:
Risale-i Nur Kuran-ı Hakimin bir mucize-i maneviyesi olarak, âhir zamanın en âhir yıllarının arkasında muhtelif nev-i beşer tabakalarına hitap edip ders veriyor. Hem bu kâinat Hâlık-ı Zülcelâlinin kelamının bir manevi tefsiri olarak, Rubûbiyetin en yüksek mertebesinden çıkıp, bu binler muhtelif tabaka muhataplarla konuşuyor, umumunun bütün suallerine ve ihtiyaçlarına sual sormadan cevap veriyor.
Risale-i Nurun mânâları külli ve umumidir. Anadoluda zuhur etmiş olmasına rağmen sadece bu toprakların insanına cüz'i bir manayla hitap etmiyor, âhir zamanda fen ve teknolojinin sunduğu hizmetlerle kültürleri çeşitlenmiş (tenevvü etmiş) insan türünün tamamına hitap ediyor. Tüm insanların muhtelif tabakada olan efkâr ve ukûl ve kulûb ve ervahının her birisine layık gıdaları verip dağıtıyor.
Risale-i Nur Kuran-ı Kerimin bir mucize-i maneviyesi olarak, Kur'an-ı Hakimin gayet külli manalarının cevherlerinin sadefi hükmünde olan lafz-ı Kur'ani nasıl külli ise Risalelerin de lafızları küllidir. İşte bu külli lafızlardan çıkarılacak manalar onun şerh ve izahlarıyla ortaya konabilir.
Bir şeyin hüsün ve cemali, o şeyin mecmuunda görünür. Cüzlere ayrıldığı vakit, mecmuunda görünen hüsün ve cemal, parçalarında görünmeyebilir. O şeyin umumunda tezahür eden nakış ve güzellik, her bir kısmında aranmaz. Görünmediği vakit, görünmemesi, onun sebeb-i kusuru tevehhüm edilmez. Böyle olmasına rağmen, Risale-i Nur parçalarında icaz-ı nazm, hey'at ve keyfiyat itibariyle tahlil edildiği vakit, başka bir tarzda yine kendini ehl-i tetkike gösteriyor.
Risale-i Nur Kuran-ı Kerimin bir mucize-i maneviyesi olarak, 20. asırdan sonraki yüzılların bütün tabakât-ı beşerine hitap etmesi hasebiyle, manasında bir camiiyet ve külliyet-i harika vardır. Elbette onun manası, cüz'i bir manaya ve hususi bir maksada münhasır değildir. Onda görünen ve sarahat, işaret, remiz, ima, telvih, telmih gibi tabakalarla araştırma yapacaklara sunduğu manalar şerh ve izahlarla gelecek kuşaklara sunulacaktır.
Risale-i Nur Kuran-ı Kerimin bir mucize-i maneviyesi olarak, bütün nev-i beşerin tabakalarına, milletlerine ve fertlerine hitaben şümullü bir nutuk ve umumi bir hitabe olduğu gibi; bilinmesi, bir ferdin veya küçük bir cemaatin iktidarından hariç olan ve bilhassa bu zamanda, dünya maddiyatına ait pek çok fenleri ve ilimleri camidir. Bu itibarla, zamanca, mekanca, ihtisasça daire-i ihatası pek dar olan bir ferdin fehminden ve karihasından çıkan yorumlar, bihakkın Risale-i Nurun şerh ve izahı olamaz. Çünkü ona muhatap olan insanların ahval-i ruhiyelerine ve maddiyatlarına, cami bulunduğu ince fenlere, ilimlere bir fert, vakıf ve sahib-i ihtisas olamaz ki, ona göre bir tefsir yapabilsin. Hem bir ferdin mesleği ve meşrebi taassuptan hali olamaz ki bitarafane beyan etsin. Hem bir ferdin fehminden çıkan bir dava, kendisine has olup, başkası o davanın kabulüne davet edilemez-meğer ki bir nevi icmaın tasdikine mazhar ola.
Binaenaleyh, Risale-i Nurun ince manalarının ve şerh ve izahlarındaki dağınık bir surette bulunan mehasininin ve zamanın tecrübesiyle fennin keşfi sayesinde tecelli eden hakikatlerinin tesbitiyle, her biri birkaç fende mütehassıs olmak üzere muhakkıkin-ı ulemadan yüksek bir heyetin tetkikatıyla, tahkikatıyla izah ve şerh yapılması lazımdır.
Nitekim kanuni hükümlerin tanzim ve ıttıradı, bir ferdin fikrinden değil, yüksek bir heyetin nazar-ı dikkat ve tetkikatından geçmesi lazımdır ki, umumi bir emniyeti ve cumhur-u nasın itimadını kazanmak üzere millete karşı bir kefalet-i zımniye husule gelsin ve icma-ı millet, hücceti elde edebilsin.
İşte bu gayret, bu zamanda ve bu şartlarda ancak yüksek ve azim bir heyetin tesanüdüyle ve o heyetin telahuk-u efkarından ve ruhlarının tenasübüyle birbirine yardım etmesinden ve hürriyet-i fikirlerinden ve taassuplarından azade olarak tam ihlaslarından doğan dahi bir şahs-ı manevide bulunur. Çünkü "Cüzde bulunmayan, küllde bulunur" kaidesine binaen, her fertte bulunmayan bu gibi şartlar, heyette bulunur. (İ. İcaz 11.-18. sayfalar arasından Risale-i Nura göre yeniden uyarlanmıştır.)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.