Prof. Dr. Şadi EREN

Prof. Dr. Şadi EREN

İslâm’ın Önündeki Engellerin Kalkışı

Güneş nasıl maddi âlemimizi aydınlatıyorsa, İslâm güneşi de mana âlemimizi aydınlatır. Ancak güneş tutulması yaşandığında nasıl ki güneş bütün şaşaasıyla görülmez, benzeri bir şekilde din ile ilim arasında çatışma ve muhalefet olduğunu tevehhüm etmek gibi durumlar İslâm güneşinin bütün haşmetiyle görülmesine engel olur.

İslam Dini bütün insanlara gönderilmekle beraber, mesajı henüz bütün insanlara ulaşmamıştır. Bediüzzaman Muhakemat isimli eserinde bunun geçmişte gerçekleşmeme gerekçesi olarak sekiz engele dikkat çeker:

Bunlardan dördü gayr-i Müslimlerde o zamanlarda bulunan şu dört özelliktir:

1-Taklit,

2-Cehalet,

3-Taassub,

4-Din adamlarının saltanatı.

Şu üç özellik ise o zamandaki Müslümanlarda bulunmakta ve İslamın intişarına engel olmaktadır:

5-Çeşit çeşit istibdat,

6-Ahlâksızlık,

7- Halimizin perişaniyetini ve tembelliği netice veren ümitsizliktir.

Bir de hem gayr-i Müslimlerde hem de Müslümanlarda görülen şu özellik vardır:

8- “Din-ilim çatışması” tevehhümü.

Bediüzzaman, bu sekiz engelin şu üç hakikatle yerle bir olacağını söyler:

1-Taharri-i hakikat

2-Muhabbet-i insaniye

3- Meyl-i insaf

Bu meyilleri harekete geçiren, maarif ve fenlerdir. Bilgi gittikçe yaygınlaşmakta ve bilgiye ulaşım kolaylaşmaktadır. Fenler ise kâinatı en ince ayrıntılarına kadar araştırmakta, insanları doğru bilgiye ulaştırmaktadır.

1- Taharri-i hakikat / Gerçeği araştırma meyli

İnsan mükerrem bir tabiata sahip olduğundan fıtraten gerçeği arar. Gerçeklerin “Günün birinde ortaya çıkmak” gibi bir tabiatı vardır. Dolayısıyla, gerçeklerin sürekli olarak gizli kalması düşünülemez. İnsanlık âleminde bilimin hükmetmesi, bütün meselelerini akla kabul ettiren İslâm’ın daha iyi anlaşılmasına yol açacaktır. Nitekim gerçeği araştıran nice gayr-i Müslim, 20. yüzyılda ve onun devamında İslâm’ı din olarak seçmişlerdir.

2000 - 2003 yılları arasında Hollanda’da Rotterdam İslam Üniversitesinde görev yapmıştım. Görevim esnasında bir gün üniversitemize gelen bir Hollandalı kendisinin “Hakikati Araştırma Vakfı'nın” bir üyesi olduğunu ve İslam’la alakalı araştırmalar yaptığını söyledi. Bu bağlamda bize bazı soruları oldu. Kendisiyle müteaddit defa bir araya gelindi, soruları cevaplandırıldı. Bir gün bizi kendi evine davet etti. Baktık ki evinin her tarafı büyük bir kütüphane hükmünde… 6.000 kitabı olduğunu söyledi. Bu kitaplardan İslamiyet’le alakalı üç tanesini yanımıza getirdi. Bunlardan biri Hollandaca Kur’an meali idi. Diğeri İslam sanatlarıyla alakalı renkli ve resimli bir kitaptı. Üçüncüsü ise İmam Gazalinin el-Munkız mine’d- Dalal isimli kitabının Hollandaca tercümesiydi. Hayli sohbet ettikten sonra biz “Yatsı namazını burada kalabilir miyiz?” dediğimizde “hay hay, hatta ben de sizinle kılayım” dedi ve böylece ilk namazını bizimle eda etti. Bu türden ihtida olayları dünyanın hemen her tarafında bulunmakta, İslam’ı araştıran nice insan araştırmalarının sonucu olarak hidayete ermektedir.

2- Muhabbet-i insaniye / İnsanlık sevgisi

İnsan mükerrem bir varlıktır. Bunun bir sonucu olarak insaniyete layık bir şekilde yaşamaya meyillidir ve öyle de yaşamalıdır. Bunun kemali ise İslâmiyet ile gerçekleşir. Medeniyetin güzellikleri ve felsefi düşünceler insanın dünya ve ahiret mutluluğunu temine yetmemektedir. Cep telefonu alanında mini bir bilgisayar gibi olan akıllı telefonlar çıktığında insanların o tarafa yönelmesi misali, İslâmiyetin güzelliğini farkeden gayr-i Müslimler de İslâm’a yöneleceklerdir.

Meselenin bir ciheti de şu olabilir: Eskiden insanlar kendi ülkelerinde yaşıyor, dış dünyayı çok da fazla bilmiyordu. Ama son dönemde kitle iletişim ve ulaşım araçlarının yaygınlaşması, insanların diyaloglarını artırdı. Dünya âdeta bir köy halini aldı. İnsanlar arasında karşılıklı saygı ve sevgi bağları güçlendi. Bu da İslâm’a karşı zihinlerde var olan yanlış ön kabullerin büyük ölçüde yıkılmasına sebebiyet verdi.

Dünyanın hemen her yerinde yardım kuruluşları vardır. Bunlar ihtiyaç olduğunda hiçbir ayırım gözetmeden insanlara yardım etmektedir. İnsanların böyle yardım kurumlarında görev alması ve faaliyette bulunması küresel çapta bir sevgi atmosferi oluşturmakta ve nice insanı daha objektif düşünür hale getirmektedir.

3- Meyl-i insaf / İnsaf meyli

İnsaf kelimesi “nısf” kökünden gelir. Nısf ise “yarım” demektir. Bu durumda insaf “yarılamak” anlamını ifade eder. Eskiden insanlar bencillik ve gurur gibi etkenlerle kendilerini daima haklı zannederken, insaf meylinin gelişmesi “Acaba muhatabım haklı ve ben haksız olabilir miyim” sorularının sorulmasına yol açmış, bu da gerçeğe ulaşmaya neden olmuştur.

Bediüzzaman’ın nazara verdiği “İnsaf meyli” kavramı, günümüzde objektiflik veya nesnellik şeklinde ifade edilmektedir. Bunların zıddı subjektiflik ve öznelliktir.

"Objektiflik, olguları olmasını özlediğimiz gibi değil, gerçekte oldukları gibi görüp kabullenmektir. Subjektiflik ise, verilen hükmün, varılan sonucun kişinin şahsiyet yapısına, özlemlerine, değer yargılarına göre olması, bu ölçülere göre değerlendirilmesi ve nesnenin özellikleriyle gerçek ilgisi bulunmamasıdır."[1]

İnsanlar gerçeği gerçekte olduğu gibi görmek yerine genelde kendi algılarına göre görürler ve yorumlarlar. Mesela, kırmızı renkli bir gözlük takan kimse, “Her şeyi kırmızı olarak görüyorum” dese, bu hüküm kendisi açısından doğru olmakla beraber, gerçeğin ifadesi değildir. Hele hele, her şeyi kırmızı görmekten “Her şey kırmızıdır” şeklinde bir genellemeye gitmek, gerçeğe büsbütün aykırıdır.

Kör birinin görme olayını anlaması imkânsız olduğu gibi, bozguncu birinin ıslahçıları, cimri birinin cömertleri, menfaatçi birinin fazilet sahiplerini… anlayabilmesi mümkün değildir. Aynı dünyada yaşayan insanların iç âlemlerinde farklı farklı dünyalar bulunmaktadır.

Muhtemelen hiç sadık rüya görmemiş olan Freud’un (ö. 1939), “Bu tür bir rüya yoktur” demesi, gerçeğin ifadesi olamaz. İlhamdan nasibini almayan birinin, “Öyle bir bilgi türü yoktur” demesi de aynı şekildedir. “Onlar ilmen kuşatmadıkları ve henüz te’vili kendilerine gelmeyen şeyleri yalanladılar”[2] âyeti, geniş muhtevası içerisinde bu gerçeğe de işaret eder.

Hamdi Yazır şöyle der:

"Garaz, hırs ve teşehhi, kalp ve aklı sislendirir, basiret gözünü şaşı yapar. Ya hiç göstermez veya çatal gösterir. Bunun için ilm-i dinde teşehhiden tecerrüd şart-ı azamdır."[3]

Yani, dini meselelerde kendi şahsî arzularını, garaz, hırs gibi zaaflarını ön plana çıkaranlar, isabetli hüküm veremezler, gerçeğe ulaşamazlar. Bundan dolayı, din adına yapılan değerlendirmelerde kendi keyfine göre konuşmaktan sakınmak, en büyük bir esastır.

Gayr-i Müslimlerin pek çoğunun kitapla iç içe olmaları sevindirici bir durumdur. Bu kimseler değişik kitaplar okurken merak edip İslâm’ı da araştırmakta, ondaki güzellikleri görüp bir kısmı

[1] Sabri Akdeniz, Eğitim Sosyolojisi, İst. 1990, s. 17-18

[2] Yunus, 39

[3] Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, I, 88

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.