Habibi Nacar YILMAZ
Şahin Doğan'ın kitapları-1
Risale Haber'deki yazılarından tanıdığımız Şahin Doğan kardeşimizin bildiğim beş de kitabı var. Kitaplarından haberim yoktu. Bir yazısında "Yazıyorum ama okuyan var mı ki?" mealindeki serzenişinden anlamış oldum bunu. İki kitabını "Ezelî Mağluplar" (Yüzleşme Yayınları 2018) ve "Hakikatin İzinde" (İz Yayincilik-2019) sipariş verdim ve okudum. Birkısmı Risale Haber'deki yazılarından derlenmiş. Diğer kitaplarından ikisi anladığım kadarıyla biraz da mesleki yönüne bakıyor. "Yozgat Kent Tarihi ve Ruhumuzun Masalı Şehr-i Urfa" (İkisi de Gelenek Yayınları-2015) Bir kitabı da "Entelektüel Yalnızlık." (Yüzleşme Yayınları 2017)
Öncelikle ben bir edebiyat eleştirmeni değilim. Onun için bu yazımdaki teknik ve muhteva hatalarımıza şimdiden müsamaha ile bakmanızı istirham ediyorum.
Şahin Doğan kardeşimi de tanımam. Sohbetim, hoş beşim, alışverişim yoktur. Sadece iki kitabından ve bu sitedeki yazılarından tanırım. Bu sitede düzenli yazan arkadaş ve hocalarımızın hepsinin bir derdi, tasası var öncelikle. Hepsinin yazılarında derin bir feryat, kesif bir mesaj ve dertlenme var. Fakat Şahin Doğan biraz farklı. Yanık kokusu gelen bazı yazıları dışında diğerlerinde müthiş bir derinlik, eminlik ve keskinlik var. Bunu ben iki şeye bağlıyorum. Birincisi, Kur'an'ın mânevî bir mucizesi olan Risale-i Nurları çok iyi okuması, ikincisi de tahlilini yaptığı düşünce ve kişiyi çok iyi tanıması. Şahin Doğan kendini Nurların kalasında sağlama almış bir kere. Fakat okuduğu tefsir ve diğer İslâm klasikleri de ona ayrı bir bilgi birikimi katmış. İkisi birleşince ele aldığı her konuda derinlemesine bir sözü, iz bırakacak bir kelâmı oluveriyor. Ayrıca müellif tarafı da ağır basıyor. Yani mesela benim gibi derlemeci değil. Kendi sözünü, bilgisini, görgüsünü, zekâsını, hissini bir potada eritip onları yüreklere ve akıllara dokunan bazen bir "alev topuna", bazen de sevimli ve nâzik bir gül yaprağına dönüştürebilme becerisi var.
Kelâm etmede biraz daha avâmîleşse, mesela -Risale sohbetlerine katılabiliyorsa eğer- o sohbetlerin havasını da katsa yazılarına, yazılarının ayrı bir kıvamı ve sevimliliği de olacaktır kanaatimce.
Şahin Doğan benim yaptığımın tam tersini yapmış. 1970'li yılların ortalarında Risale-i Nur'u tanımadan önce, daha lisedeyken üç yüz kadar kitabım olmuştu. Ayrıca Hekimoğlu hastasıydım. Nurları tanıdıktan ve vakf-ı hayat ettikten sonra, meslekîler ve tanınmışlar dışında başka eser okuyamadık. Bana tat vermediler ve beni kesmediler. Hizmetin yoğun mesaisi içinde vakit de bulamadık, lüzum da hissetmedik. Risale-i Nur'lar her şeye yeterince yer veriyor ve bizi doyuruyordu zaten. Yeter ki lâyıkıyla ve derinlemesine okuyalım.
Ama Şahin Doğan, bunun tam tersini yapmış. Risale-i Nurları iyice hatmettikten sonra, belki de beklediği gibi, bir senede âlim de olamadığını görünce, belki başka saiklerden diğer kitaplara yönelmiş ama Nurları asla terk etmemiş. Okuduğum yazı ve kitaplarından -bizi bazen yanıltsa da- onu aziz ve sâdık bir nur talebesi olarak görüyor ve biliyorum. Sağlam duruşunu şaşmayışını, bu kadar kitap okumasına rağmen sarsılmayışını, doksan altı yılını dinsizlikle geçiren Russel'i; "Aklı, akıl ile mat ettim" diyen ve bizdeki önemli muhafâzakârların selamladığı Bergson'u sıfırlayışını, başka türlü izah edemem.
Fakat çok okumak ona ikinci ve rahatsız edici bir karakter ve şahsiyet katmış. Bunu "İlk Söz" yazısındaki cümlelerinden anlıyorum. Onu uykusuz bırakan, ona sinir krizleri geçirten ve Yaratıcıya karşı 'zelîl bir mahcubiyet' duyuran şey başka ne olabilir? Bunlardan kurtulmanın yolu olarak -haddim olmayarak- Risalelere ağırlık vermesini öneririm.
Bu genel değerlendirmelerden sonra okuduğum iki kitabına geçebilirim. Elimdeki kitaplardan "Ezelî Mağluplar"dan başlayalım. Yüzleşme Yayınlarından çıkan, 2018 baskısını okudum. Az da olsa yazım yanlışları var kitapta. Bu yanlışları kendisine bildirdim zaten. Kitap ismini, Cemil Meriç'in "Ben bir ezelî mağlubum" cümlesinden almış. Zaten kitapta en uzun değerlendirme de Cemil Meriç ve eserlerine ayrılmış.
Kitaptan çok istifade ettiğimi ve birçok konuda merakımı giderdiğimi söyleyebilirim. Sanki Şahin kardeş bu kadar kitabı benim için, benim yerime okumuş gibi oldu. Mesela Yaşar Kemal'in özellikle 'İnce Memet' romanının, Batı dillerine çok çevrilmesinin ve Batının bu esere sahip çıkmasının nedeninin "bizi 'İnce Memet'te görmek istedikleri gibi görmelerine" bağlaması çok ilginç ve yerinde bir tespit. "İnce Memet" nedir ki Batılı bizi öyle görmek istiyor? Yani "biz olmayan, bizden olmayan ve bizi anlamayan soğuk, yabancı ve sathî bir dünyanın tasavvuru ve terennümüdür" İnce Memet. Türkiye'de belli kesimin bir zamanlar âmentüsü olan bu kitap, o zihniyetteki çoğu insanların yetişmesinde dâyelik yapmıştır. Yerinde bir tespit.
Yine Şahin Doğan'ın Tanpınar ve Cemil Meriç için "İki kutup arasında ezilmiş, sıkışmış ve bir türlü çıkış yolu bulamamış, iki huzursuz entelektüel. Batıya düşman iki Batılı" tespiti çok yerindedir.
Kemal Tahir'i biraz okumuştum ama eksik okumuşum. Sol kesimin ona hücumundan dolayı biraz da insaflı biri zannetmiştim. Fakat gözünde marksizmin süzgeci olunca, medeniyetimize uzanmaları da maalesef yavan ve sathî kalmış. Hiçbir yere de yaranamadan gitmiş.
Tanpınar'ın, Menderes düşmanlığının nedenini de çözdüm kitaptan. İsmet'e olan hayranlığı onu İslam'la direkt temastan da men etmiş herhalde.
Şahin kardeş, Cemil Meriç'in Said Nursi hakkındaki tespitinin 'Yedi Güzel Adam' için de geçerli olduğunu belirtmesi, beni çok sevindirdi. Çünkü 'Yedi Güzel Adam'ı hususen Nuri Pakdil'i derinlemesine okumadım. Cemil Meriç söyle diyor üstadımız Said Nursi için: "Said Nursi demek, celadet demek. Bir manayı tek başına bütün husumet dünyasına karşı müdafaa etmiş adamdır. Belki onun gibi düşünenler çoktu Türkiye'de; milyonlarca insan vardı. Fakat onların hepsi sindiler ve sustular. Said Nursi sinmedi ve susmadı. Bütün zorluğa rağmen iktidara karşı koydu. Bir davanın müdafaasını yüklendi üzerine. Mühim olan celadettir. Çünkü ferdî iman, şahsî iman, susan iman, şerle mücadele etmeyen iman, kendi evinde oturan İman hürmete lâyık değildir."
Ayşe Şaşa ile ilgili yazısından da çok etkilendim. Varlığın gayesini sorgularken İbn-i Arabi'nin 'Fusulü'l Hikem' eseri ile intibaha gelen Ayşe Şaşa'nın Risale-i Nurları okuyup okumadığını çok merak ettim. Mühtedi birinin bakışını hep merak ederim. Bir de Ayşe Şaşa'nın Kemal Tahir'le ile ilgili vak'a tespiti dikkatimi çekti. Şöyle diyor: "Kemal Tahir hayatının sonlarına doğru kansere yakalanır, ne kadar teselli etmeye çalışsam kâr etmiyor. Kemal Tahir'in büyük değer verdiği tarih ve sosyoloji bilimi, o anda ölüm karşısında ona hiç yardımcı olmuyor. Ölüme karşı bir çözüm, bir öneri getirememek... Çünkü ateistler için, ölüm ötesinin olmayışı çok korkunç bir şeydir. Bazı sofralarda, bazı yemeklerde Kemal Tahir "Yahu çocuklar öldüğümüz zaman bu birikim kaybolacak, kültürümüz, düşüncemiz, her şey kaybolacak, yok olacağız. Bu dehşet verici bir şey" demişti. Aslında bütün dinsizler, her an onu diyor ama çığlıkların frekansları farklı.
Ali Şeriatı ile ilgili değerlendirmeleri bana Hekimoğlu'nun "İslâm, modern bir gemiye benzer. Modern gemiyi bilen insanın, günü ve modası geçmiş gemileri bilmesine ihtiyacı yok" sözünü hatırlattı. Çok şükür ki Risale-i Nuru tanıyoruz. Yoksa İslamı anlayacağım ya da anlatacağım diye kim bilir biz de ne gibi yaralayıcı kitaplara başvuracaktık.
Şahin kardeşimiz, Senai Demirci için de birkaç sayfa açmış. Sadece Senai kardeşimiz için değil, Metin Karabaşoğlu, Ümit Şimşek, Himmet Hocamızı da zikretmiş. Bunu yapmaması bir eksiklik olacaktı. Senai Demirci için ne söylemişler, bilmiyorum. Söyleyenler, onu okumamıştır da onun için. Senai'de, Metin Karabaşoğlu'nda "Benim kitabımı okusunlar, Risale okumasınlar" iddiası yoktur. Tam tersi onlarda, tamamen nurlara ayna olmak, nurların daha derin okunmasını sağlamak ve sathî okumanın önüne geçmek için gayret görmüşümdür. İyi ki varlar ve yazıyorlar. Söylenenlere de kulaklarını tıkasınlar.
Yalnız Şahin kardeşime de tavsiyem bunlar gibi olmak tavsiyesidir. Bırak zıtlıklar terminalini kardeşim. Bak, gördün, kitaplar dünyasını taradın. Okumadığın kitap, incelemediğin 'izm' kalmamış. Bunlar senin mânevî dünyana ne kattılar, senden neler götürdüler, iyice tart. Acizâne tavsiyem tamamen Senai, Metin ve Ümit Şimşek tarzına dönmendir. Senden çok şeyler bekliyoruz. Buna kalemin de bilgin de ilmin de görgün de yeterlidir.
Mutsuz dev dediği Balzac da etraflıca tanıtılmış kitapta. Mutsuz olan sadece Balzac değil. Doğan'a göre Dücane Cündioğlu da mutsuz ve huzursuz bir entelektüel.
Peride Celal ise, kendisiyle barışmayan karamsar çocuk.
Dağlarca ise, kavgasız sanatçı ve hâdımlar edebiyatının zavallı bir çocuğu.
Bence kitabın en kirli iki sayfası, Mustafa İslamoğlu'na ait. Silelim bu Aymazoğlunu yahu.
Akif İnan ise, Necip Fazıl'ın cümlesiyle tanıtılıyor: Akif Urfalı değil, Urfa Akiflidir.
Ve Sezai Karakoç. Şöyle diyor Şahin Doğan, fazla söze hacet yok: "Üç büyük medeniyet mimarımız var: Said Nursi, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç. Said Nursi, İslam'ın içinden çıkmış, Onu içeriden okumayı başarabilmiş nadide şahsiyetlerden. Necip Fazıl ve talebesi Sezai Karakoç, İslam'a sonradan dahil olmuş, onu biricik hayat gayesi ittihaz etmiş iki güzide şair. Said Nursi ile diğer ikisi arasında detaylı bir fark var. Biri âlim/arif, diğerleri sanatçı /şair."
Üstada yönelen cifir ve ebced tenkitlerine de cevap vermiş, Şahin kardeş: "Evet Said Nursi Kur'an'ı anlamada bir usül olarak değil, sadece tahsiniyyat kabilinden ebced ve cifri çok kullandı, neden peki? Çünkü maruz kaldığı insanlık dışı barbarca muamele, dayanılmaz ve katlanılmaz bir hal aldı. Birinci cümleyi alıp sitayişle göstermek ve fakat bunun nedenini açıklayan ikinci cümleyi gizlemek dürüstçe olmasa gerek."
Kitapta daha birçok kişinin ve yazarın tanıtımı, içten ve samimî bir üslupla yapılıyor. Hepsine yer veremeyeceğim. Devamını kitaba bırakırken, İspanyol edebiyatından Gabriel Marquez'in ölümden önce yazdığı veda mektubunun son cümlesi ile bitiriyorum: "Ey insanlar sizlerden ne kadar da çok şey öğrenmişim. Tüm insanların, mutluluğun gerçekleri görmekte saklı olduğunu bilmeden, dağların zirvesinde yaşamak istediğini öğrendim. Yeni doğan küçük bir bebeğin, babasının parmağını sıkarken aslında onu kendisine sonsuza dek kelepçe ile mahkûm ettiğini öğrendim. Sizlerden çok şey öğrendim. Ama bu öğrendiklerim pek işe yaramayacak. Çünkü hepsini bir çantaya kilitledim. Mutsuz bir şekilde... Artık ölebilir miyim?" Kemal Tahir'inkine ne kadar benziyor değil mi?
Okuduğum diğer kitabını da bir sonraki yazımda anlatacağım nasip olursa
Evet dostlar, böylece kitabın bir kısmını tanıttım. Bu kitabı alıp okuma tercihini size bırakıyorum.
Selam ve dua ile.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.