'Said Nursi beddua etmedi' sözlerine cevap geldi

'Said Nursi beddua etmedi' sözlerine cevap geldi

Fethullah Gülen'in sohbetlerinin yayınlandığı Herkul sitesi Genel Yayın Yönetmeni Osman Şimşek itiraz etti

Risale Haber-Haber Merkezi

Fethullah Gülen'in sözleriyle başlayan "beddua" tartışmalarında, Bediüzzaman Said Nursi'nin beddua etmediği şeklindeki açıklamalara Herkul sitesinden cevap verildi.

Herkul.org internet sitesi Genel Yayın Yönetmeni Ali Osman Şimşek tarafından verilen uzun cevapta, Fethullah Gülen'in "Yolsuzluk Sohbetindeki Sözlerin Arka Planı"na dair ayrıntılar yer alırken Peygamber Efendimizin (asm) ve Bediüzzaman Hazretlerinin de beddua ettiğine dair örnekler verildi.

Yer yer çok sert ve hakaretamiz ifadelerin kullanıldığı yazıda Şimşek'in, Risale-i Nur'un sadeleştirme tartışmalarına da atıfta bulunması dikkat çekti.

Yazının ilgili bölümü aynen şöyle:

"Hemen bir koro oluşturulduğu ve aynı manşetlerin, tıpa tıp haberlerin yaptırıldığı âşikârdır. Dört bir yandan dinimizde beddua olmadığı, Peygamber Efendimiz’in hiçkimseyi lanetlemediği ve Hazreti Üstad gibi büyüklerin asla kahriye okumadıkları yazılıp çizilmekte, gürültüyle seslendirilmektedir. Hatta bu konuda Diyanet’in bir fetvasından bahsedilmekte ve maalesef o da sağından solundan kırpılıp neşredilmektedir. Öyle mi gerçekten? Bunlar sadece birer ezberden ibaret olmasın?!"

"Bediüzzaman Hazretleri’nin Bedduası ve Yanan Bina

Bir mesele daha var ki, o da bazı Nur talebelerinin de muhterem Hocaefendi’ye Hazreti Üstad’ın şefkatini anlatmaya kalkışmaları. Bu insanların “Risale’yi sadeleştirenlerin elleri kırılsın!” deyip beddua halkaları oluşturduklarını söyleyenler arasından çıkması da manidar. Evet, Üstad’ın şefkatini öğretmeye kalkıyorlar. Bir kere daha “Birazcık edep yahu!..” diyeceğim. İnsan Allah’tan korkar. Bana, ona, öbürüne “merhamet” deyin ama “mücessem şefkat” haline gelmiş bir insana karşı ukalalık yapmaya hiç kimsenin hakkı olmasa gerektir!..

Halbuki Risale mektebinin ilkokul sırasındaki çocuklar bile duymuştur: Zamanının kudretli valilerinden biri, sürgün edilen Bediüzzaman hazretlerinin görüşme talebini kabul eder. Vali, Hazreti Üstad’a zorla sarığını çıkarttırıp şapka giydirmeye uğraşır. Üstad, “Bu sarık ancak bu kelle ile beraber çıkar!” der, gider; valilik binasını terkederken de “Başından bul!” diyerek ona beddua eder. Üç yıl sonra, zulümlerle anılan ve bir cinayet hadisesine de adı karışan vali kafasına kurşun sıkarak intihar eder.

Hayır, Bediüzzaman Hazretleri’nden aktaracaklarım bu kadar değil. Bakınız bir mektubunda Hazreti Üstad ne diyor:

“Ben şimdi hürriyetime çok muhtacım. Yirmi seneden beri lüzumsuz ve haksız ve faidesiz tarassutlar artık yeter. Benim sabrım tükendi. İhtiyarlık vaziyetinden, şimdiye kadar yapmadığım bedduayı yapmak ihtimali var. ‘Mazlumun âhı,. tâ arşa kadar gider.’ diye bir kuvvetli hakikattır.”

Nitekim, o sabır kahramanı kendi haklarından vazgeçse de hukukullah söz konusu olunca beddua da ettiğini yine kendisi anlatıyor:

“Meşihat (İslâmın ilmî meseleleri ile uğraşan devlet dairesi, diyanet) ve adliyenin yanması münasebetiyle, bir sözüme yanlış mânâ verilmiş. Şöyle ki: Bundan on dokuz sene evvel, haksız bir surette İstanbul’a menfî (sürgün) olarak perişan bir surette gönderildiğim vakit, bir zaman Meşihat’taki Dârü’l-Hikmet’te bulunduğumdan, Meşihat’ı sordum: “Ne haldedir?” Dediler: “Büyük kızların lisesi olmuş.” Ben de hiddet ettim. Bir beddua ettim. Hem dedim: “Ya Rab! Meşihat’ı kurtar.” O gece Meşihat kısmen yandı. Ben de o münasebetle dedim: “Bazen ateş temizlik yapar. Bu fakir millete beş milyon zarar veren adliyenin yanması da belki inşaallah bir temizliktir; o zarar telafi edilir!”

Hazreti Üstad, bir başka risalesinde o bedduasını şöyle açıyor:

“Ben menfî olarak İstanbul’a getirildiğim vakit bir zaman Meşihat-ı İslâmiye dairesinde bulunan Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiyedeki hizmet-i Kur’âniyeye çalıştığım için, o alâkadarlık cihetinde, “Meşihat dairesi ne haldedir?” diye sordum. Eyvah! Öyle bir cevap aldım ki, ruhum, kalbim ve fikrim titrediler ve ağladılar. Sorduğum adam dedi ki: “Yüzer sene envâr-ı şeriatın mazharı olmuş olan o daire, şimdi büyük kızların lisesi ve mel’abegâhıdır.” İşte o vakit öyle bir hâlet-i ruhiyeye giriftar oldum ki, dünya başıma yıkılmış gibi oldu. Kuvvetim yok, kerametim yok; kemal-i me’yusiyetle âh vah diyerek dergâh-ı İlâhiyeye müteveccih oldum. Ve bizim gibi kalbleri yanan çok zatların hararetli âhları, benim âhıma iltihak ettiler. Hatırıma gelmiyor ki, acaba Şeyh-i Geylânî’nin duasını ve himmetini, duamıza yardım için istedim mi, istemedim mi? Bilmiyorum. Fakat her halde o eskiden beri nurlar yeri olmuş bir yeri zulmetten kurtarmak için, bizim gibilerin âhlarını ateşlendiren onun duasıdır ve himmetidir. İşte o gece Meşihat kısmen yandı. Herkes “Vâ esefâ” dedi; ben ve benim gibi yananlar, “Elhamdü lillâh” dedik. Zannederim ki, bu fakir millete iki yüz milyon zarar veren Adliye dairesindeki yangında böyle bir mânâ var. İnşaallah bu da bir ikaz ve intibahı verecektir. Ateş bazen sudan ziyade temizlik yapar.”

Görüyorsunuz değil mi, kendi şahsî haklarının hesabını hiç yapmayan mefkure insanları söz konusu milletin hukuku olunca nasıl düşünüyor ve ne suretle davranıyorlar?!.

Yazı "O sözler söylenmeliydi ve söylendi. Nasibi olan ibretini ve dersini alır. Nasipsize hiçbir beyan kâr etmez. Genel üslubumuz yine ıslah duasıdır; virdimiz, “Allahım, bizi de ıslah eyle, diğer inananları da ıslah eyle!” niyazıdır" cümleleriyle tamamlandı.

 

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.