Senai DEMİRCİ

Senai DEMİRCİ

Said Nursî kim değildir?

1.Said Nursî “çağın yetiştirdiği adam” değildir. Çağın bütün şartları aleyhinde olduğu halde dik durmuş, diri ve diriltici olmuştur. Ne iktidardan medet ummuştur ne de çoğunluk peşinde koşmuştur. Yazdıkları cezaevi hücrelerinde sigara kâğıtlarına gizlice yazılmış,okuma yazma bilmeyen köylüler tarafından da aşkla çoğaltılmış ve okunmuştur. “Çağa rağmen yetişmiş” ve “çağı yetiştiren” adamdır.

2.Said Nursî “dindar” değildir. “Dindarlık” dine dışarıdan bakanların icat ettiği bir tanımdır. “Dinin emir ve gereklerini yerine getirmede başkalarına göre daha ileri giden”leri tanımlamak için kullanılır. Oysa “din” “Allah’a borçluluk bilinci”dir, “Alemlerin Rabbinin kendisine her an yapmakta olduğu sayısız iyiliklere şükürle karşılık verme aşkı”dır. Bu bilinç ve aşk dışarıdan gözlenemez; ölçülemez. Açığı ya da koyusu olmaz. Bu bilinçle ve bu aşkla yaşamak adam olmanın standardıdır. İyiliğe karşı nankörlük etmeyi, borcunu inkâr edecek denli duyarsız olmayı “adam”lık diye tarif edenlerin biraz daha “koyusu”, az daha sofusu değildir “dini yaşayanlar”; yani dindar değildirler. Said Nursî, “ben dindar bir cumhuriyetçiyim” sözünü mahkemede savunması sırasında söyledi. Sözde cumhuriyetçilerin anlayacağı dil üzerinden konuştu, o kadar. Eserlerinde “dinimiz bunu gerektirir”, “nitekim dinimiz emreder ki..” yollu bir hitap ve üslup bulunmaz.

3.Said Nursî “din adamı” değildir. “Din adamlığı” ruhbaniyetin bir şekilde uygulandığı, dini yaşamanın bir “iş” haline getirildiği toplumlarda vardır. Din adamlarının özel kıyafetleri, özel statüleri vardır ve özel bir sınıftan gelirler. Kilise ve havralarda rahip ve hahamlar özel kıyafetleriyle, İran’ın Kum şehrinde “molla”lar ancak kendilerinin giyebildiği siyah ya da beyaz sarıklar ve rüzgârda salınan pelerinleriyle bir “din adamı”dır. Diyanet İşleri Başkanlığı kıyafeti, imama özel cübbe ve sarık diye bir şey yoktu eskilerde. Peygamberimiz (asm) arkadaşları arasında bir ziyaretçinin “hanginiz Muhammed?” diye sormak zorunda kalacağı kadar “sıradan”dı. Ne özel postu vardı ne pelerini vs. Din, din adamlarının mesleğidir. Özel rütbeleri ve özel mekânları da vardır. Bir takım ayrıcalıkları ve dokunulmazlıkları olur. Ne özel kıyafetlidir Said Nursî ne özel bir sınıftan, soydan geldiğini vurgular. Hayatın ortasında acıkan, üşüyen, öfkelenen, seven, gerekirse savaşan bir “adam”dır sadece. “Din adamı” değil, “dinin adamı”dır. “Allah’a karşı borçluluk bilinci”ni iliklerine kadar hisseden bir “insan”dır sadece. “Namaz kılmak iyidir ama her gün beşer defa olduğundan bitmiyor, usanç veriyor” diyen bir adam için (yani en başta benim ve bu makaleyi okuyan herkes için) “empati” kuracak kadar kalenderdir. “Namaz farzdır, kılacaksın!” şeklindeki üstenci tutum ve tavrı hiçbir alanda göstermemiştir.

4.Said Nursî “din âlimi” de değildir. “Din bilginliği” yenilerde türetilmiş seküler bir sınıflandırmadır. Dine göre yaşamayı hayatın özel bir alanına öteleyen, bazılarının özel hobisine indirgeyen bir tanımlamadır. Din yaşamak içindir.Yaşamak ise herkese düşer. Kur’ân’a muhatap olmak herkesin işidir. Vahyin iniş üssü haline getirilebilecek akıl herkeste vardır. Dinî konularda bazılara bazılarından daha çok şey bilebilir. Olsa olsa bu “din âlimliği” diye tarif edilebilir. Allah’a borçlu olarak yaşamak ise kimsenin uzmanlığına bırakılacak kadar karmaşık değildir. İyilik karşısında mahcup olmak özel bir ilgi alanı olacak kadar seçmeli bir iş değildir. Allah’a karşı borçlu olma sırrının farkına varmak, adamı “âlim” eyler, “bilgin” kılar. Said Nursî, işte bu yüzden “din âlimi” değil, “âlim”dir, “bilge”dir. Güllerin soluşuna üzülecek kadar, vahşi hayvanların sesine alışacak kadar hayatın içindedir. Kalbinin sonsuzluk sevdasını hissedip yazacak denli, ihtiyarlığın hüzünlerini ve hastaların acılarını görecek kadar özüne iner varlığın. Söyledikleri “dinî konular”la sınırlı değildir. Nefsi olan, kalbi olan, gökleri gören, ölüme üzülen, denizleri seven, güllere meftun herkese söyler sözünü. Söylediği ancak “din adamları”nın uzmanlık sahasına giren “dinî” detaylar değildir. Varlığın dilini çözer Said Nursî. Varoluşa dair konuşur.

5.Said Nursî, bir “şeyh” değildir. Ömrü boyunca yanındaki herkese, her öğrencisine “kardeşim” diye hitap etmiştir. Hiçbir talebesiyle “şeyh-mürid” ilişkisi içinde olmamıştır. Bu konuda “İhlas ve Uhuvvet Risalelerini meraklısı okuyabilir.

6.Said Nursî “milliyetçi” değildir. Bir insanın soyu üzerinden yüceltilmesini ya da yerilmesini her “akıl sahibi” olmak üzerine farz olan her “iman ehli” gibi esastan ve usûlden reddetmiştir. Türkiye’de Türk ırkı üzerinden üretilen ve sistematikleştirilen rejim ırkçılığına kendisi Kürt olduğu için değil mümin olduğu için karşı durmaktadır. Kürt olduğu için Türkçülüğe karşı çıkanlar, Kürt oldukları için Kürtçülük yapmayı hak görürler kendilerine... Said Nursî’nin “açılımcı görüşleri” Kürt halkı hatırına değil, Kur’ân’ın hatırınadır. Birilerinin sandığı gibi “müsbet milliyetçiliği” de önermiş değildir. Sadece bu zamanda milliyetçilik fikri üzerinden zevklenen ve nemalanan kişi ve grupların, soya yükledikleri yücelikten devşirdikleri lezzeti, Allah’a kul olma lezzetine şefkatli bir üslupla dönüştürmeyi hedefleyen bir dil kullanmıştır. Yani “müsbet milliyetçilik” Said Nursî’ye “terk edilen milliyetçilik”tir. En olumlu ırkçılık, öldürülen ırkçılıktır.

7.Said Nursî, Said Nursî’ci değildir. Hatıraları ve menkıbeleriyle özlenecek, kerametleri ve kahramanlıkları ile anılacak bir tarihsel figüre indirgenemez. Said Nursî’nin hatıraları, en meraklısını bile tatmin edecek ayrıntılarıyla Risâle-i Nur’dadır. Bizzat kendisi tarafından yazılmıştır. Yakın tarihte yaşamış hiç kimsenin hayatı hem de kendi kaleminden içinin sesini yansıtacak berraklıkta, hüzünlerinin ve sevinçlerinin her kıpırtısını satırlara akıtacak şeffaflıkta yazılmış değildir. Dolayısıyla, Said Nursî bir arkeolojik kazı konusu yapılmayacak kadar orta yerde ve diridir. Son Şahitler gibi tarihsel çalışmalar da, ancak Said Nursî’nin kişiliğinin yansıdığı aynalar gözüyle okunabilir, okunmalı.  Kerameti ve kahramanlığı üzerinden Said Nursî’cilik yapılmasına da ihtiyaç duymaz Said Nursî; hayatı hece hece herkesin elinin altındadır. Söylediklerinin ve söyleyeceklerinin hepsi hemen şimdi ve burada anlaşılır olarak okunabilir niteliktedir. Risale-i Nur’u okuyan herkes şimdi ve burada Said Nursî ile konuşabilir. Dolayısıyla, Risâle-i Nur ortada dururken, hiç kimse Said Nursî varisliğine, halifeliğine soyunamaz. Buna hiç gerek yoktur, hele de bunu Risale-i Nur’a rağmen, hele bir de Said Nursî’yi aşarak ya da yedeğine alarak yapmak kimseye düşmez.

8.Said Nursî, devletten itibar ve mezar bekleyen biri değildir. Resmî iade-i itibarlara ihtiyacı yoktur. Mezarının yokluğu da kendi duası ve temennisidir. Hayatında istemediği türbeleşmeyi ölümünden sonra hiç istemez. Said Nursî’yi ziyaret etmek isteyen mezar taşına değil kitaplarının sayfalarına baksa yeter de artar bile. Zaten sağlığında da, kendisini kendisi için ziyarete gelenlere, kendi canlı bedenini her yıl biri ölmüş Said’lerin başında bekleyen bir mezar taşı olarak tarif eden Said Nursî, “mezar taşı”nı değil, “satır başı”nı göstermiştir. Gidin, Risâle okuyun kardeşim demiştir. Ve hâlâ demektedir.

9.Said Nursî, Risale-i Nur takıntısı olan biri de değildir. Kendi yazdığı kitaplar Kur’ân’ı anlamak ve yaşamak içindir. Risale-i Nur’un hatırı Kitab’ı okutmaya kadardır. Eğer Risale-i Nur da, kendisinin de şikayetçi olduğu kimi “tefsirler” “ahkâm kitapları” Kur’ân’a pencere değil perde oluyorsa okunmamalıdır. Risâle-i Nur’u okuyanların ilk anladığı ise Kur’ân’dır-kendileri bunun farkında olmasa bile…

10.Said Nursî İslamcı değildir. İslamcılık Oryantalistlerin ürettiği bir terimdir. Her şartta, her zaman, her yerde “Müslümanlardan yana olmak” demektir. Kimi Batılılar kendi şablonları ancak bu kadarını taşıdığı için, Müslümanları İslam etiketi üzerinden taraftarlık yapacak, İslam’ın ırkçılığını üretecek içeriksizler olarak görmek istemiştir, görmüştür.  İnsanın içine doğru derin ve zorlu bir yolculuk olan iman etme serüvenini sadece dışa vuran, sadece kalıpta kalan kuru bir tarafgirliğe hapsetmek istemişlerdir. Oysa İslam olmak insan olmaktan geçer.  İnsan olmayı atlayarak Müslüman olursak, sadece “Müslümanlardan yana” olan bir politik kitleye dönüşürüz. Müslüman zulmün karşısındadır; zulmü yapan Müslüman da olsa. Müslüman mazlumdan yanadır, zulmedilen kâfir de olsa. Yani, mümin yaşama kodlarını dışarıdaki siyasal kalıplardan değil, vicdanının Rabbiyle sıcacık temasından alır. İşte bu yüzden Said Nursî’nin iman etmenin inceliğini yeni baştan inşa ettiği, yenilediği Risale-i Nur’da “biz Müslümanlar” söylemi yoktur. Risale-i Nur söylemi, “bil ey nefsim!”dir. Yani, nefsi olan herkes Risale-i Nur’un rahlesine oturur. Ne cemaat şartı vardır, ne kıyafet şartı ne de siyasal taraftarlık şartı…

11.Said Nursî benim anladığım/anlattığım kadar değildir. Ben kim olduğumu bilinceye kadar onun kim olmadığının hakkını vermem mümkün değil…  (Demek ki bu yazı devam edecek…)

Not: Said Nursî’ye dair yazdıklarımı yazı bitince fark edecektim ki onun misafir olduğu bir şehirde yazıyorum. Berlin’den selamlar…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
27 Yorum