Abdulkadir MENEK
Said Nursi ve Cizre (I)
Tarihin başladığı ve yazıldığı topraklarda doğan ve günümüze kadar şekilden şekle dönüşerek ulaşan kadim Mezopotamya topraklarının kalbinin attığı bir yerdir Cizre.
İnsanlığın ikinci babası olan Hz. Nuh(AS) tarafından kurulan ve Cudi dağının bütün ihtişamını seyrederek büyüyen ve serpilen bir şehir.
Onlarca medeniyet bu topraklarda doğdu.
Yüzlerce kral ve hükümdar, bu kadim ve mübarek topraklara egemen olmak için ne kadar büyük gayretlerde bulundu ve bütün hünerlerini sergiledi.
Tüyler ürperten, bütün duyguları rencide eden bir küfür ve inkâr furyasının ardından, Tevhid ehlinin mekân olarak seçtiği ve İlahi takdirin böyle uygun gördüğü bir coğrafyanın yürekleri ılıtan asil bir yüzü.
Beş bin yılı aşan muhteşem bir tarihin içine neler neler sığdı.
Ne kadar çok renk ve ne kadar çok kültür temaşa edildi.
Dicle Nehrinin kenarında ne kadar çok farklı ses yükseldi ve Cudi’nin eteklerine çarpıp yankılandı bütün cihana.
İlahi ve hak dinlerin hepsi, bu mübarek topraklarda, akıl ve vicdanlarda en müstesna bir şekilde, mutena ve mümtaz yerini aldı asırlar boyunca.
Cizre-Dicle ve Cudi üçlüsünün yaşadığı hazin veya mes’ud hikâyelerin haddi ve hesabı tutulamamış bu güne kadar.
Bundan sonra da, tutulabilmesi imkânsız.
İnsanlığın ikinci dirilişine sahne olan bu toprakların uçsuz ve bucaksız manevi iklimleri, şeytanların ve tağutların hile ve tezgâhlarına sahne oldu aynı zamanda.
Hak ile batıl, iman ile küfür, hayır ile şer, nur ile karanlık kıyasıya bir mücadele içinde bulundular binlerce yıl boyunca.
Hz. Nuh Peygamber (AS), bu mübarek diyarları vatan edindikten sonra, davetini ulaşabildiği herkese buralardan ulaştırdı.
Bu topraklara Büyük İskender’in yolu düştü.
İslam’ın ruhları ve kalpleri aydınlatan mesajı, Kürt diyarlarında en evvel, bu bölgenin muvahhid ve inançlı insanları tarafından büyük bir iman ve huzurla kabul edildi.
Harun Reşid, bu mübarek toprakların cazibesine kapılarak buraları ziyaret etti.
***
Anadolu topraklarının İslam’la müşerref olması için, bu şehrin beyleri, hükümdarları ve ileri gelenleri, hiçbir gayret ve fedakârlığı esirgemediler.
Tarihin şeref levhaları mesabesinde olan yüzlerce medrese, han, hamam ve hayır yapıları, çeşitli dönemlerde, bu şehrin insanları tarafından büyük bir ihlâs ve iman ile inşa edildi ve insanlığın hizmetine sunuldu.
Cizre medreselerinde yetişen âlim ve Seydalar, İslam’a hizmet etmek ve irşad faaliyetleri için devamlı bir surette, etraf yerleşim yerlerini ziyaret ettiler.
Özellikle Ramazan ayının manevi atmosferi yaklaşmaya başladığı günlerde, imamsız köy bırakmamak için çok özel bir gayret gösterilirdi.
İşte böyle bir dönemde, Cizre’de ikamet eden çok sayıda Seyyid ailesine mensup iki kardeş, bu maksatla Nurs köyüne gitiler.
Ramazan ayı boyunca, bu köyde dini hizmetlerde bulundular.
Köylüler ile çok büyük bir yakınlık ve muhabbet iklimi oluşturdular.
Nurs köylüleri, bu iki kardeşin, köylerine yerleşmesi için bir yol arayışına girdiler.
Önceleri, onları Ramazan ayından sonra da bir müddet daha köyde kalma konusunda ikna ettiler.
Daha sonraları da bu iki âlim kardeşi evlendirdiler
Böylece bu iki Seyyid kardeş, Nurs köyüne yerleşti.
Ve yıllar sonra bu kardeşlerden birisinin torunu olarak Said dünyaya geldi.
İşte bu küçük Said, neşrettiği Risale-i Nur Külliyatı ile bütün dünyaya ‘’Kur’an’ın sönmez ve söndürülmez manevi bir güneş olduğunu ispat eden’’ Said Nursi olarak ölümsüz bir tesir bırakacaktı.
***
Cengiz ve Hülagu, bütün hışım ve öfkeleri ile buralarda yüzyılların emeği ve gayreti sonucu ortaya çıkan muhteşem eserleri yıkmak için var güçleri ile saldırdılar.
Bu eserler, birçok zalim hükümdar ve kralın öfke ve düşmanlıklarının hedefi oldu.
Bazen de cehalet, küçük menfaatler, basit hesap ve çıkarlar, bu muhteşem eserleri, tarih sahnesinden sildi.
Geriye ancak parmakla gösterilebilecek bir sayıda kırık, dökük eser günümüze intikal etti, bu muhteşem ve gurur verici tarihten.
Bu mümbit ilim zeminlerinden doğan güneşler, ışıkları ile bütün dünyayı aydınlattılar.
Melayé Cıziri’nin ilim ve irfan sofrası, çağı ile birlikte sonraki dönemleri de aydınlattı ve bütün ihtişamı ile manen doyurmaya devam ediyor.
Kırmızı Medrese- Medresa Sor’un manevi ve efsunlu iklimi, binlerce gönül ehlini kendine celp etti.
Fekeyé Teyran, ta Serhat’tan bu cazibeye kapılarak Botan’a, Cizre’ye geldi ve Mela’nın en büyük sırdaşlarından birisi oldu.
Mela, zamanında anlaşılmadı.
Garip ve mümtaz kelamı, bazı insanları hayrette bıraktı.
Bazı insanlar da ötelerden gelen bu derin sözlere yanlış manalar verdiler.
O da zamanının yöneticileri tarafından sürgüne gönderildi.
Fakat bir müddet sonra anlaşıldı ve yeniden mekânına davet edildi.
Mela Saidé Meşhur, Cizre’ye geldiği zaman, Kırmızı Medrese’nin manevi ve esrarlı ortamında bir müddet kaldı.
Kim bilir, Melayé Cıziri ile manevi âlemlerde ne kadar manevi vuslatlar gerçekleştirdiler?
Derin meseleleri, Vahdet-i Vücudu hangi enfüsi âlemlerde ve ne kadar büyük bir derinlikte müzakere ettiler?
Said Nursi’nin Melayé Cıziri ile irtibatı, bundan sonra da hiç kesilmedi.
Ankara’da en kara bir halet hissederek Van’a, Erek dağına çekildiği yıllarda, Mela’nın Divan’ını hep cebinde bulundurur ve ara sıra okurdu.
Hatta ziyaretine gelen ve sesinin güzel olduğunu öğrendiği kişilerin eline cebinden çıkardığı Divan’ı verir ve kaside tarzında okuturdu.
Yine Cizre’ye geldikten yaklaşık otuz beş yıl sonra Barla’da kendisini ziyaret eden bir talebesine aynen şunları söylemişti:
‘’Mevlana Celaleddin, Mevlana Cami ve Melayé Cıziri’nin maneviyattaki makamları birdir.’’
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.