Safa MÜRSEL
‘Said Nursi’nin ufku dar’ mı?
“Bilmediğini bilmek” irfan ve izan göstergesidir.
Bir konuda yeterli bilgi sahibi olmadan kanaat beyan etmek ise, cahil cesareti olsa gerektir.
Farklı fikre açık olması gereken çevrelerin çağdaş İslam düşüncesinin kaynaklarından birisi olan altmış dile çevrili, altı bin sayfalık Risale-i Nur Külliyatına istiğna ile ilgisiz duruşunu, herhalde aydın aymazlığından başka hiçbir mazeret açıklayamaz.
Bundan yirmi beş yıl kadar önce Külliyatı, tekrarlardan arınmış şekilde, akademik formatta, ansiklopedik boyda, iki cilt halinde yayınlayarak bütün üniversitelere ve kütüphanelere göndermiştik. O zaman, 28 Şubat’ın arifesi olmasına rağmen bu kurumların tamamına yakını Külliyatı kabul edip kütüphanelerine koydular. Çok az bir kısmı, ideolojik bağnazlıkla iade etti. Ayrıca bu konuda bir otelde tanıtım toplantısı düzenledik. Davetlilerden, şimdi rahmetli (son nefesini imanla vermiş olmasını dilediğim) tanınmış ilahiyatçı bir öğretim üyesine, düşüncelerini ifade etmesi için söz verdik:
“Üniversiteliler olarak şimdiye kadar, “risaleler akademik formatta değil” diyerek ilgisizliğimizin bahanesi vardı. Bu formatta neşretmekle o bahaneyi elimizden aldınız. Bundan sonra üniversite ve akademisyenler olarak ilgilenmezsek, bu ayıp bizim olacak. Şimdi sorumluluğu bize bıraktınız” dedi.
Bu yayından yirmi sene sonra Külliyat, sayın Cumhurbaşkanı’nın inisiyatif almasıyla, müellifin üç vasiyetinden birisi olarak Diyanet İşleri Başkanlığınca, hem de tahkikli bir tanzimle neşredildi. İsteyenin istediği formattaki Külliyatı orijinalinden okuyup çalışabileceği bir ortam oluştu.
Değerli ilim ve fikir adamı İhsan Kasım Salihî, (1937) yurt içi ve dışı akademik zeminlerde risaleler üzerine yapılan toplantılarda yaşanan müzakere, soru ve cevaplarla ilgili elli yıllık, ilginç ve bir o kadar öğretici ve tanıtıcı hatıraları içeren “Risale-i Nurla Yolculuğum” kitabının çevirisini yayınladı.
Nur risalelerini yurt dışında ilk tanıtma teşebbüsünü müellif Bediüzzaman bizzat başlatmıştır. Rahmetli Necip Fazıl’ın Büyük Doğu mecmuasında idare müdürlüğü yapan Malatya asıllı Ahmet Ramazan (1927-2019) Risaleleri tanıdıktan sonra dergiden istifa ederek, 1951 yılından itibaren Bediüzzaman’ın emriyle İslam dünyasında eserleri tanıtmaya çıkıyor. İhsan Kasım’ın kitabında, bu konuda okunmaya değer ilginç hatırlar var. Bir insanın hiç dil bilmemesine rağmen, cebinde yol parası bile yokken, hizmet için neler yapabileceği, Ahmet Ramazan’ın hayranlık uyandıran hatıralarında ibretle görülüyor.
“Risale-i Nurla Yolculuğum” eserini kaleme alan İhsan Kasım Salihi, Bediüzzaman’ın aslı Arapça olan İşarat-ül İ’caz isimli eseri tahkikle yayına hazırlarken, Bağdat Üniversitesi’ndeki arkadaşı otuz yıllık tefsir hocası Prof. Muhsin Abdülhamid’e kontrol etmesi için verir. Bu zat, gerçekten değerli bir ilim adamıdır. Bazı eserleri, Türkiye’de 1980’li yıllarda yayınlanmıştır. Ayrıca Körfez Savaşından sonra altı ay Cumhurbaşkanlığı yapacak kadar hayatın içindedir. İhsan Kasım’dan kitap dosyasını alan Prof. M. Abdulhamid, biraz da istiskal edercesine, “İhsan, bunu yapmaya ne gerek vardı. Daha başka bir eser tercüme etseydin olmaz mıydı”, manasında sözler sarf eder. Buna rağmen kitap dosyasını incelemek üzere alır. Bir hafta dolmadan, İhsan Kasım’ı telefonla arar ve, “Bu muhteşem bir tefsir ve engin bir deniz” diyerek hayranlığını ifade eder. Bunun üzerine İhsan Kasım, “madem öyle, bir önsöz yaz” der ve o da yazar. Bir hafta önce, “ben Said Nursi’yi kırsal kesimdeki bir cami imamı gibi düşünüyordum” diyen Prof. M. Abdülhamit yazdığı önsözün sonunda, “bu kitabı okuyan, Üstad Said Nursi’yi, parlak tarihindeki İslam büyükleri ve müceddidleri arasındaki hak ettiği yere koyacaktır” der ve “tek başına bir ümmet olan Bediüzzaman’ı hayırla” yad eder.
Beni bu yazıyı yazmaya sevk eden sebebe gelince: Risaleleri okudukça hayranlığı artan Prof. M. Abdülhamit, Türkiye’de ve dış dünyada yapılan bir çok sempozyuma tebliğleriyle katıldı. Halen de ilgisi devam ediyor. İstanbul’da 1995’de düzenlenen Uluslararası sempozyuma geldi ve bir tebliğ sundu. Bu vesileyle akşam Türkiye’deki Iraklı öğrencilerle bir toplantı düzenlemişti. Toplantıda sempozyum konuşulurken öğrencilerden birisi Hocam, “Said Nursi’nin ufku dar” diye bir söz sarf eder.
Olaya şahitlik eden İhsan Kasım, yüzünün rengi değişen hocanın, öğrenciye ve oradakilere sakince şu sözleri söylediğini naklediyor: “İslam düşünce tarihinde Esma-ı Hüsna hakkında yazılmış eserlerin en kapsamlı ve mükemmelini İmam-ı Gazali yazmıştır. Arapçanın bütün mana ve inceliklerini kullanarak, insanın o isimlerdeki payını beyan ederek, insanların anlamasını ve istifadesini sağlayarak diğer eserlerin önüne geçmiştir. Onun kitabını değerli kılan da budur. Onu aşan bir kitap henüz yazılmamıştır.
“Üstad Said Nursi’nin ise, Esma-ül Hüsna tecelliyatını nasıl işlediğine birlikte bakalım; Said Nursi, Esma-ül Hüsna’dan her bir ismi ele alır, sadece insanın bu isimlerdeki payını değil, bilakis tüm mevcudatın nasibini şerh eder. Bir başka deyişle Esma-ül Hüsna’nın tecellilerinin tüm mevcudatta hâkim olduğunu açıklar ve gösterir: Yüzünü nereye çevirirsen çevir, bu isimleri bulursun; nereye bakarsan bak, bu isimleri görürsün. “Her şeyde bir ayet vardır; Allah’ın tek olduğunu gösterir” dedikten sonra, “bu, dar ufuklu olmak mıdır? Yoksa Kur’an-ı Kerim’in bereketiyle tüm varlığı kapsayıcı geniş görüşlülük müdür?” diye sorarak ifadelerini tamamlar.
Değerli profesörün ifadelerinden anlıyoruz ki, Allah’ın isim ve sıfatlarını Arapçanın mana zenginliğiyle insanlara etkili bir şekilde anlatmak elbette önemlidir. O isimlerin kainat, insan, hücre, zerre ve galaksilerdeki İlahi Kudretin tecelli, tezahür ve tasarruflarını talim etmek ise, daha başka bir şeydir. İmam-ı Gazali zamanında insanlara o seviyede Esma izahı yetiyordu. Fakat 19. asırda ilim kisvesi giyerek laboratuvara sığınan pozitivizmi, ilim ve düşünce adına oradan alıp haddini bileceği yere koymak için, İmam-ı Gazali’nin yaptığının ötesinde, Allah’ın ilim, irade ve kudretini, eşya ve kainat üzerinden, gerekirse laboratuvara girerek okumak ve okutmak bu asrın ihtiyacı idi. Bediüzzaman bunu yaptı. Gazali ve Bediüzzaman yaşadıkları dönemde yapmaları gerekeni yaptılar.
Muhterem İhsan Kasım “Risale-i Nurla yolculuğum” adlı eserinde, elli yıllık ve halen devam eden “yolculuk” hatıralarından, her biri diğerinden ilginç iki yüze yakın hatırayı anlatıyor. Bu çalışma risaleleri tanımada ve başkalarına tanıtmada hayatın içinden alınan örnekleriyle önemli bir kaynak niteliği taşıyor.
“Neden hep Risale-i Nur” sorusunun cevabı, ilmi ve fikri zeminlerde yaşanan olay ve hatıralarla müşahhas bir tebliğ ve ikna belgesine dönüşüyor.
Yılların emeğini ve birikimini taşıyan böyle değerli bir eseri, Türkçeye de kazandırdığı için muhterem müellif İhsan Kasım’a teşekkür borçluyuz.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.