Salahattin ALTUNDAĞ

Salahattin ALTUNDAĞ

Bilim, Akıl ve Vicdan: Sandalyeden Yaratıcıya Felsefi Bir Yolculuk–17

SCIENCE, REASON AND CONSCIENCE: A PHILOSOPHICAL JOURNEY FROM THE CHAIR TO THE CREATOR – 17

(TÜRKÇE VE İNGİLİZCE)

Odadaki derin sessizlik, gerçeğin izini süren zihinleri sarmalarken, atmosferi neredeyse elle tutulur bir gizem ve gerginlikle dolduruyordu. İnançlı Kişi’nin sarsıcı ve düşündürücü sözleri, dinleyenlerin zihninde yeni soruların filizlenmesine sebep olmuş, yüzlerindeki ifadeye dikkatli bir beklenti yerleşmişti. Gözlerinde, bir sırrı çözmenin eşiğinde olmanın sabırsızlığıyla karışık bir heyecan vardı.

İnançlı Kişi, hafifçe gülümseyerek, arkadaşlarının üzerinde düşünceli bakışlarını gezdirdi. Sanki henüz açığa çıkmamış katmanlar ve derinlerde saklı kalan hakikatlerin birer habercisi gibiydi. Onların zihinlerinde uyandırdığı sorgulamaların farkında olarak, bakışlarını Deist’e çevirdi. Bu bakış, daha önce yüzeysel olarak dokunulmuş bir konuyu derinlemesine ele almak için sessiz bir davet niteliğindeydi. Odadaki herkes, onun düşüncelerin derinliklerine açılan bu yeni tartışmada ortaya koyacağı gerçekleri sabırsızlıkla bekliyordu. Deist’e gülümseyerek baktıktan sonra yumuşak ama kararlı bir ses tonuyla sessizliği bozdu:

İnançlı Kişi: “Bir kez daha soruyorum,” diye söze başladı, davetkâr ama sorgulayıcı bir tonla, “Yaratıcı, kâinatı yarattıktan sonra gerçekten kendi haline mi bırakıyor? İşleyişini sürdüren bu muazzam düzen, sahipsiz mi? Bu saat gibi işleyen varlıklar alemi gerçekten, yönlendiren bir el olmadan devam edebilir mi?”

Deist hafifçe gülümsedi, sanki bu sorunun cevabını vermek için bekliyormuş gibi. O an odadaki herkes, konuşmanın derin bir tartışmanın eşiğinde olduğunu hissetti. Anlaşılan, yeni bir keşif yolculuğu başlamıştı. Deist, ellerini yavaşça açarak açıklama yapmaya başladı:

Deist: Evet, tam olarak öyle. Deizme göre Tanrı, evreni yarattı ve işleyişini sürdürecek yasaları koydu. Ancak bu yasaları kurduktan sonra evreni kendi haline bıraktı. Evren, tıpkı kurulmuş bir saat gibi, kendi yasaları çerçevesinde işlemeye devam ediyor.[1]

Bu sırada İnançlı Kişi bir an duraksadı. Kaşlarını hafifçe çatarak, yüzünde merak ve hafif bir şaşkınlık ifadesi belirdi:

İnançlı Kişi: Peki, yaratıcı bu işleyişte hiç mi etkili değil? Sonuçta bir düzen var ve bu düzenin sürmesi yaratıcının bir katkısı değil mi?

Deist, ellerini hafifçe sallayarak sakin bir tonda konuştu:

Deist: Hayır, tam tersine, Tanrı’nın bir düzen kurduğunu kabul ediyoruz. Deist bakış açısına göre, Tanrı bu düzeni yaratmış ve her şeyin nasıl işleyeceğini belirleyen yasaları koymuştur. Ancak bu düzen mucizelerle ya da olağanüstü müdahalelerle değil, doğa yasaları aracılığıyla sürdürülüyor. Yani Tanrı’nın katkısı, dolaylı bir katkı olarak düşünülebilir.[2]

İnançlı Kişi yavaşça başını salladı, gözlerini bir an için uzaklara dikti, sanki düşüncelerini toparlamaya çalışıyordu. Sonra, arkadaşlarına doğru hafif bir tebessümle döndü:

İnançlı Kişi: Anladığım kadarıyla, “Yaratıcı kâinatı yaratıp işleyişini başlattı ama bu işleyişi devam ettirmek için bizzat müdahale etmiyor” diyorsunuz.

Deist, sakin ve kararlı bir tonla başını sallayarak yanıtladı:

Deist: Evet, tam olarak bu. Biz deistler Tanrı’nın evrene belirli bir düzen, amaç ve anlam verdiğine inanırız. Ancak bu katkı, yalnızca evrenin yaratılışı sırasında yapılan bir düzenlemedir. Tanrı’nın sürekli bir müdahalesi yoktur, çünkü evren zaten koyduğu yasalar çerçevesinde işlemeye devam ediyor. Deizmde Tanrı, evrenin başlatıcısı ve ona düzen veren ilk sebep olarak kabul edilir. Ancak daha sonra işleyişine karışmaz. Yani Tanrı’nın rolü yaratma süreciyle sınırlıdır diyebiliriz.[3]

İnançlı Kişi, ortamın dikkatini yeniden toparlamak istercesine, arkadaşlarına dönerek düşüncelerini paylaşmaya hazırlanıyordu. Arkadaşlarının gözlerindeki ilgi, tartışmanın daha da derinleşeceğinin bir işaretiydi. İnançlı Kişi, çevresine dikkatlice bakarak arkadaşlarının ilgisini çekmek istercesine, kendinden emin ve derin bir ses tonuyla sordu:

İnançlı Kişi: Peki, kâinattaki bu düzen ve uyum? Bu, yaratıcı bir gücün varlığına dair bir işaret değil mi sizce de?

Deist, soruyu ciddiyetle dinlerken başını hafifçe eğdi, ardından düşünceli bir ifadeyle karşılık verdi. Ellerini yavaşça birbirine kenetledi, sanki açıklamasına bir ağırlık katmak ister gibi:

Deist: Elbette, evrendeki düzen bizim için de Tanrı’nın varlığını gösteren bir işaret. Ancak…

Diyerek duraksadı ve yüzünde sakin bir ifade ile devam etti:

Deist: Bu düzenin, Tanrı’nın sürekli müdahalesiyle değil, başta koyduğu yasaların kendi başına işlemesiyle sürdüğüne inanırız. Tanrı, bu düzeni en baştan tasarlamış ve yasaları koymuştur. Bu yasalar sayesinde evren, kendi düzenini devam ettirir.

İnançlı Kişi, bir süre düşündü, yüzündeki hafif tebessüm daha da belirginleşti. Başını onaylarcasına salladı, ardından aydınlatıcı bir tonla konuştu:

İnançlı Kişi: Anladım. Yani, deist düşünceye göre yaratıcı kâinatı bir sanat eseri olarak yaratmış, işleyişini sağlayacak yasaları vermiş ve ardından izlemekle yetiniyor. Doğru mu anlıyorum?

Deist, bu soruya karşılık bir an için gülümsedi, ardından sakin ve kendinden emin bir sesle başını sallayarak onayladı:

Deist: Evet, deizmin özeti tam da bu. Tanrı evrenin yaratıcısıdır; ona bir düzen ve işleyiş kazandırmıştır. Ancak, artık evrene doğrudan müdahale etmez. Evren, Tanrı’nın koyduğu yasalar sayesinde kendi kendine varlığını sürdürüyor.

Bu sırada, odadaki sessizlik dikkatle takip edilen bir ânı yansıtıyordu. Ateist ve Agnostik, tartışmanın derinliğine doğru sürüklenmiş, yüzlerinde düşünceli ifadelerle onları izliyordu. İnançlı Kişi de özellikle Ateist’in bunları duymasını istercesine sanki bunu planlıyor gibiydi; kâinatın yaratılışına dikkat çekmeye çalışıyordu.

İnançlı Kişi, anlatımını daha anlaşılır kılmak için ellerini kullanarak, hevesli ve açıklayıcı bir şekilde konuştu:

İnançlı Kişi: Öyleyse şöyle düşünebilir miyiz: Çok zengin ve yetenekli bir mühendis düşünün. Bu mühendis, bir otomobil fabrikası kuruyor ve fabrikanın her detayını incelikle tasarlıyor, tüm kurallarını ve işleyişini belirliyor. Fabrikayı o kadar mükemmel bir şekilde planlıyor ki, baştan sona otomatik çalışan, her aşaması bilgisayarla kontrol edilen bir sistem ortaya çıkıyor. Fabrika, mühendisin müdahalesine ihtiyaç duymadan kendi kendine otomobil üretebilir hale geliyor.

İnançlı Kişi, ellerini hafifçe açarak, gözlerinde sorunun derinliğini vurgulayan bir ifadeyle devam etti:

İnançlı Kişi: Bu durumda, bu mühendis tüm detayları düşünerek fabrikayı kurduktan sonra, fabrikayı otomatiğe bağlayıp kendi haline bırakabilir. Çünkü kurduğu sistem zaten her şeyi kendi başına yürütebiliyor, değil mi? Hatta bu fabrika öyle tasarlanmış ki ihtiyaçlarını giderebiliyor ve olası aksaklıkları çözebilecek bir düzen içinde. Böylesine harika bir mühendis sürekli fabrikanın başında durmak zorunda değil. Demek istediğiniz bu mu?

Deist, İnançlı Kişi'nin sunduğu örneği dikkatle dinlerken yüzünde bir şaşkınlık belirdi. Çünkü bu örnek, onun yıllardır savunduğu deist görüşü o kadar net ve güncel bir şekilde ifade ediyordu ki, kendisinin bile düşünemediği kadar somut ve anlaşılırdı. Kendi savunduğu fikri İnançlı Kişi'nin bu kadar etkileyici bir anlatımla dile getirmesi, bir yandan kendisini onaylanmış hissetmesine sebep olurken, diğer yandan beklemediği bir şekilde düşüncelerini sorgulamasına yol açtı. İnançlı Kişi'nin bu kadar derin bir kavrayışla aynı düşünceyi aktarması, aralarındaki tartışmaya farklı bir boyut katmış, Deist'in zihninde yeni bir bakış açısının tohumlarını ekmişti.

whatsapp-image-2024-11-12-at-11-34-28.jpeg

Deist, bu benzetmeye çok şaşırmış ama bir o kadar da hayran kalmıştı. Hafifçe gülümsedi, başını onaylar şekilde salladı. Kendinden emin bir tonla cevapladı:

Deist: Evet, tam da böyle düşünüyoruz. Tıpkı usta bir mühendisin otomobil fabrikasını kurup tüm sistemi otomatik işleyecek şekilde tasarlaması gibi, Tanrı da evreni yaratıp yasalarını belirlemiş ve her şeyin bu yasalar çerçevesinde işlemesini sağlamıştır. Nasıl ki Mühendis, kurduğu sistemin kendi başına çalışabileceğini bildiği için sürekli başında durmaya ihtiyaç duymuyorsa, Tanrı da yarattığı evrenin işleyişine sürekli müdahale etmek zorunda değildir. Yani evren, Tanrı’nın koyduğu yasalara göre kendi kendine devam eden bir sistemdir.

Bir an duraksayan Deist, konunun hassasiyetine vurgu yaparcasına daha yumuşak bir ses tonuyla ekledi:

Deist: Fakat bu, Tanrı’nın evreni terk ettiği ya da onunla ilgilenmediği anlamına gelmez. Aksine, evrenin bu kadar kusursuz ve kendi kendine işleyebilen bir sistem olması, Tanrı’nın büyüklüğünü ve mükemmelliğini gösterir. Deist bakış açısına göre Tanrı, yarattığı düzenin kendi kuralları çerçevesinde sürmesini sağlayacak kadar bilgeliğe ve güce sahiptir. Bu yüzden, evrenin işleyişine her an müdahale etmesine gerek kalmaz.

İnançlı Kişi, başını hafifçe eğip Ateist ve Agnostik’e göz gezdirdi. Onları işaret eder gibi bir bakışla, sanki herkesin bu tartışmanın özünü anlamasını istercesine ses tonunu biraz yükseltti:

İnançlı Kişi: Bu konuşmayı özellikle sürdürdüm ki, burada bizi dinleyen arkadaşlarımız sizin düşüncelerinizin “asıl yüzünü” NET bir şekilde görsünler. Aslında sizin fikirlerinize yabancı değilim; görüşlerinizi ve dayanaklarını derinlemesine biliyorum. Fakat dinleyicilerin de bu konuyu bütün yönleriyle anlaması için, düşüncelerinizi sizden duymalarını istedim.

Bir an durdu, ardından derin bir nefes aldı ve gözlerini ciddiyetle çevresindekilere dikti:

İnançlı Kişi: Şimdi ise, sunduğunuz tüm bu fikirlere adım adım cevap vermek istiyorum. Çünkü yaratıcının kâinata olan ilgisinin kesintisiz bir bağla sürdüğünü anlamak, yaratılışın gerçek değerini kavrayabilmek için önemli bir noktadır.

Deist ve odadaki diğer arkadaşlar şaşkınlık içindeydi; İnançlı Kişi’nin bu kadar rahat, kendinden emin ve özgüven dolu sözleri onları hem şaşırtıyor hem de biraz tedirgin ediyordu. Böyle derinlemesine bir sorgulamaya nasıl cevap verebilirdi ki? Ancak bir yandan da İnançlı Kişi’nin konuşmalarını sıradan bir yaklaşımla değil, mutlaka bilimsel ve mantıksal bir zemine dayandırarak yaptığını çok iyi biliyorlardı. Bugüne kadar hep böyle olmuştu. Hatta burada kendi fikirlerini bile en az onlar kadar bildiğini fark etmişlerdi. Öyle ki, bazen düşüncelerini onlardan daha net ve derinlemesine ifade edebiliyordu. Herkes gözlerini merakla ona çevirmiş, sessizce sıradaki sözlerini bekliyordu.

İnançlı Kişi derin bir nefes alarak ve çevresindekilere odaklanmış gözlerle, ciddi bir ses tonuyla konuşmaya başladı:

İnançlı Kişi: “Size cevap vermeye başlamadan önce, önemli bir noktayı belirtmek istiyorum.” diyerek sözlerine derin bir ciddiyet kattı. “Sizin bakış açınıza göre, kâinat sanki yaratıcı tarafından yapılmış “mükemmel bir oyuncak” gibi görünüyor. Anlattıklarınıza göre yaratıcı, her ayrıntısını düşünerek kusursuz bir düzen kurmuş, kendi kendine işleyen bir sistem yaratmış ve artık müdahale etmesine gerek kalmamış. Öyle bir oyuncak ki, her şeyi kendi başına yapabiliyor, hiçbir eksikliği yok; hatta yıpransa bile kendini onarıyor ve asla bozulmuyor. Ve yaratıcısı da uzaktan oturup onu seyrediyor, öyle değil mi?”

İnançlı Kişi, sözlerinin gücünü artırmak istercesine, biraz daha yavaş ve vurgulu bir tonda devam etti:

İnançlı Kişi: Evet, yaratıcının “gücünü yüceltir gibigörünüyorsunuz, ama aynı zamanda yaratıcıyı eserine ilgisiz kalan bir sanatkâr gibi gösteriyorsunuz. Bu, yaratıcıyı sadece kusursuz bir oyuncak yaratıcısına indirgemek değil midir? Böyle bir yaklaşım, eserine ilgi göstermeyen bir sanatçı tasvirine benzemiyor mu?

Bir an duraksadı, yüzünde derin bir düşünce ifadesi belirdi, sanki söylediklerinin ardındaki anlamı herkesin kavradığından emin olmak istiyordu:

İnançlı Kişi: Bu, yaratıcının büyüklüğünü azaltmak ve yaratılışı basitleştirmek anlamına gelir. Yaratıcıyı “mükemmel bir oyuncak yapan” bir varlık gibi görüp, onun ilâhî değerini gözden düşürüyorsunuz.”

İnançlı Kişi, bu sözlerle Deist’in yüzündeki şaşkınlığı izlerken konuşmasını daha da vurgulamak istedi ve dikkatini Ateist ve Agnostik’e yöneltti:

İnançlı Kişi: Farkında olsanız da olmasanız da bu düşüncenin arkasında yatan temel amaç, yaratıcıyı ve yaratılışı küçültmektir. Bir yandan “yaratıcıya övgüler diziyor” gibi görünüyorsunuz, ama diğer yandan yaptıklarını değersizleştiriyorsunuz. Bu bakış açısıyla her şey basit ve sıradan hâle geliyor; yaratılışın, hatta insanın değeri bile düşüyor.

Odada derin bir sessizlik oluştu. İnançlı Kişi’nin ifadeleri, arkadaşlarının düşüncelerinde yankı bulmuş, onları beklenmedik bir sorgulama ile baş başa bırakmıştı.

İnançlı Kişi, derin bir nefes alarak çevresine baktı. Ardından Deist'e doğru yönelip düşündürücü bir ses tonuyla konuştu. Sesi, içindeki sorgulamayı ve kavrayışı yansıtan ciddi bir tonla yankılandı:

İnançlı Kişi: Bir düşünün; neden, yaratıcının kendi oluşturduğu düzeni kendi elleriyle yönetmek varken ve de buna muktedirken, bu düzenin sanki kendiliğinden işlediği gibi bir izlenime kapılmasına izin versin? Yaratıcı, böylesine mükemmel bir kâinat ve içinde düşünebilen, sorgulayabilen varlıklar (insan gibi) yarattıysa, işleyişi kendi haline bırakması mantıklı mı? Sizce bu, ateistlerin, agnostiklerin ve siz deistlerin “kâinatın kendi kendine işlediğini düşünmesi” için mi?

Deist, İnançlı Kişi’nin sorusundaki derinliği fark ederek hafifçe başını salladı ve düşünceli bir sesle cevapladı:

Deist: Yaratıcı, belki de yarattığı düzenin kendi yasaları içinde işlemesini isteyerek, insanlara kendi anlayışlarını geliştirme fırsatı sunuyor. Biz, bu özgürlüğün, yaratıcının evrene olan güvenini gösterdiğini düşünüyoruz.

İnançlı Kişi, Deist'in bu yorumuna karşı düşünceli bir ifadeyle başını eğdi. Ardından, derin bir anlam yüklediği sözleriyle devam etti:

İnançlı Kişi: Peki ya bir sanatkâr, yaptığı sanat eseri için, eserinin kendi başına var oluyormuş gibi bir izlenim vermesine neden izin versin? Bu, sanatı yapan sanatkârın değerini azaltmaz mı? Bediüzzaman Said Nursi'nin şu sözlerini duymuş muydunuz?

Deist, ilgiyle İnançlı Kişi'ye bakarken, İnançlı Kişi yavaşça ve derin bir ifadeyle mesajını paylaştı:

“Ey esbabperest ve tabiata tapan bîçare adam! Madem her şeyin tabiatı, her şey gibi mahluktur; çünki san'atlıdır ve yeni oluyor. Hem her müsebbeb gibi, zahirî sebebi dahi masnu'dur. Ve madem her şeyin vücudu, pek çok cihazat ve âletlere muhtaçtır. O halde, o tabiatı icad eden ve o sebebi halkeden bir Kadîr-i Mutlak var. Ve O KADÎR-İ MUTLAK'IN NE İHTİYACI VAR Kİ ÂCİZ VESAİTİ, RUBUBİYETİNE VE İCADINA TEŞRİK ETSİN.”[4]

Bu sözlerin ağırlığı odada hissedilirken, Deist derin bir nefes alarak, kendini toparlamaya çalıştı. Gözlerini bir an düşünceli bir ifadeyle çevreye gezdirdi ve sonra İnançlı Kişi’ye döndü:

Deist: Bediüzzaman’ın sözleriyle bizden, yaratılışın neden sonuçlarla değil, yaratıcı bir güçle doğrudan bağlantılı olduğunu anlamamızı bekliyorsunuz. Ancak, bu bağlantının sadece başlangıç anında, evrenin kuruluşunda olduğuna inanıyoruz.

İnançlı Kişi, düşüncelerini daha derinleştirmek için ellerini yavaşça birleştirdi, arkadaşlarının gözlerine bakarak, kavranması zor olan bir meseleyi açıklığa kavuşturmak istercesine konuşmasını sürdürdü:

İnançlı Kişi: Ancak sizin bakış açınıza göre, yaratıcı, eserine karşı ilgisiz ve pasif bir konumda duruyor. Oysa bir sanatkâr, eserinin varlığını sadece oluşturduğu ilk andaki dokunuşuyla değil, eserin her anında ona olan bağlılığıyla gösterir. Neden ve nasıl böylesine hassas bir yaratılışa sahip olan eserine karşı ilgisiz kalsın? Bu durum, eserin değerini düşürmez mi? Ayrıca, kâinat bir heykel olmadığı gibi yaratıcı da bir heykeltıraş değildir. Kâinat, sürekli hareket halinde olan ve canlılık gösteren, yaşayan ve bir düzen içinde var olan bir sanat eseri ise, bu düzenin arkasında da dinamik bir güç olması gerekmez mi? Yarattığı düzenin her anını takip eden, ona sürekli müdahil olan bir güç, eserin anlamını ve değerini artırmaz mı?

Odada sessiz bir düşünce havası oluştu. Deist, İnançlı Kişi’nin sözlerindeki sorgulamayı derinlemesine anlamaya çalışıyordu. Herkesin gözleri, bu tartışmanın daha da derinleşeceğini bekleyerek İnançlı Kişi’ye çevrilmişti.

İnançlı Kişi, gözlerini Deist’e dikerek, konuşmasını daha da derinleştirecek bir noktaya geldiğini hissettirircesine söze başladı:

İnançlı Kişi: Sizin tüm bu fikirlerinize Bediüzzaman Said Nursi, oldukça ilginç bir örnekle cevap veriyor ve sizleri “düşünmeye” bir kez daha davet ediyor.

Bir an duraksayıp, sesine derin bir vurgu ekleyerek devam etti:

"Acaba bir saatçi, saatin çarklarını yapsın; sonra saati çarklarla tertib edip tanzim etsin, daha mı kolaydır? Yoksa hârika bir makineyi, o çarklar içinde yapsın; sonra saatin yapılmasını o makinenin camid ellerine versin, tâ saati yapsın, daha mı kolaydır? Bir kâtib; mürekkeb, kalem, kâğıdı getirdi. Onunla kendi bizzât o kitabı yazsa, daha mı kolaydır? Yoksa o kâğıd, mürekkeb, kalem içinde o kitabdan daha san'atlı, daha zahmetli, yalnız o tek kitaba mahsus olarak bir yazı makinesi icad etsin; sonra o şuursuz makineye "HAYDİ SEN YAZ" DESİN DE KENDİ KARIŞMASIN, daha mı kolaydır? Acaba yüz defa yazıdan daha müşkil değil midir?"[5]

İnançlı Kişi: Burada Bediüzzaman, deizmin meşhur “saat ve saatçi[6] metaforunu[7] bilerek[8] kullanıyor. Deistler bu metaforu, evrenin bir kez kurulduktan sonra tabiat kanunlarıyla kendi kendine işleyebileceği şeklinde yorumlayarak yanlış bir sonuca varırlar. Ancak Bediüzzaman, aynı metaforu çok daha mantıklı bir şekilde açıklığa kavuşturur ve deistlerin yorumladığı bu örneğin doğru bir çıkarım olmadığını gösterir. Saatçinin saati bir kez kurup sonra geri çekilmesi örneği, düzenin sürekliliği için yeterli değildir; aksine, düzenli ve anlamlı bir yapının varlığını sürdürebilmesi için sürekli ve bilinçli bir müdahale gerektiğini vurgular.

Bu metafor aracılığıyla Bediüzzaman, yaratılış meselesini hem bu felsefi “ağır” sorunun özünü çözerek açıklar hem de “karmaşık” felsefi ifadeler yerine, herkesin kolayca kavrayabileceği, sâde ve doğrudan bir açıklama sunar. Bediüzzaman’ın ifadeleri, yaratılışın bir kez kurulup kendi haline bırakılabileceği düşüncesinin, şuursuz bir yazı makinesinin anlamlı bir kitap yazmasını beklemek kadar mantıksız olduğunu ortaya koyar. Böylece, herkesin “karmaşık” felsefi tartışmalarla “muğlak” hale getirdiği bu konuyu, yalın ve özlü bir anlatımla herkesin anlayabileceği şekilde çözüme kavuşturur.

İnançlı Kişi'nin sözleri sona erdiğinde, Deist bir an duraksadı. Yüzünde şaşkınlık ve hayranlık dolu bir ifade belirmişti. Gözleri birden parladı, ellerini heyecanla birbirine vurdu ve kendini tutamayıp haykırdı:

Deist: Bu ne kadar güzel bir açıklıkla anlatış! Bunu neden ben duymamışım? Görünen o ki siz Bediüzzaman’ın eserlerini okumaktasınız. Öyleyse, lütfen bu örneğin mantıksal açıklamasını daha da genişletir misiniz?

Deist’in yüzündeki coşku, yeni bir bakış açısıyla karşılaşmanın sevinciyle ışıldıyordu. İlk kez duyduğu bu açıklama, ona düşündüğünden çok daha derin bir anlam sunmuştu ve bu anlayışı daha kapsamlı bir şekilde dinlemek için sabırsızlanıyordu.

İnançlı Kişi, bir an duraksadı ve gözlerinde derin bir inançla Deist’e baktı:

İnançlı Kişi: Bediüzzaman’ın eserleri, “Risale-i Nur Külliyatı”, karanlıkta yol aldığımız BU ZAMANDA doğan bir güneş gibi çevremizi aydınlatıyor. O, olayların ardındaki gerçekleri ve hakikatin özünü bizlerin anlayabileceği bir dille gözler önüne seriyor. Yüzeysel bir bakışla fark edemeyeceğimiz, olayların derinlerdeki anlamlarını ve içerdiği büyük hakikatleri bizlere gösteriyor; her olayın aslında bizleri hangi yöne götürdüğünü anlamamıza yardımcı olarak içsel bir farkındalık kazandırıyor.

İnançlı Kişi’nin sözleri odada yankılanırken, herkes, yaratılışın sırları ve bu sırların derinliklerine yapılan davetin büyüsüyle sarsılmıştı. Bediüzzaman’ın örnekleri, özellikle “saatçi ve saat” metaforu, insan aklının sınırlarını zorlayan bir berraklıkla hakikati gözler önüne seriyor; yalnızca Deist’in değil, herkesin zihninde yeni kapılar açıyordu. O anda, Deist ve diğerleri, yalnızca bir tartışmanın değil, hakikate açılan bir kapının eşiğinde olduklarını derinden hissediyordu.

İnançlı Kişi, bakışlarını çevresindekilerin üzerinde gezdirip hafifçe gülümsedi, ardından anlam dolu bir ifadeyle Deist’e yöneldi. Sanki, yaratılışın ardındaki sonsuz hikmeti açığa çıkaracak başka bir gerçeği paylaşmak için doğru ânı bekliyordu.

Sonra, çevresindeki düşünceli yüzlere bakarak, sessizliği bozan ama odada derin bir yankı uyandıran bir ses tonuyla konuştu; sesi, bir dua gibi odadaki sessizliği dolduracak kadar yumuşak, ama bir o kadar da derindi:

İnançlı Kişi: Bediüzzaman’ın da ifade ettiği gibi, hakikate ulaşmanın yolu, eseri ve eser sahibini bütün yönleriyle anlamaktan geçer.[9] Yaratıcının eserine olan ilgisi, yalnızca ilk dokunuşla değil, eserin her anında varlığını hissettirecek kadar derindir. Öyleyse, bir sonraki adımda bu derin ilgi ve mükemmel düzenin ardındaki sırrı birlikte keşfetmeye çalışalım. Hazır mısınız?

İnançlı Kişi’nin bu sözleri, odadakilerin ruhlarında yankı bulmuş, onları gelecek bölümde açılacak derin hikmeti merakla beklemeye bırakmıştı. Onların gözlerindeki merakı besleyen bu davet, gelecekte açıklığa kavuşacak daha derin bir tartışmanın kapısını aralıyordu. Şimdi herkes, İnançlı Kişi’nin Bediüzzaman’ın sözlerine dair mantıksal açıklamalarını nasıl sunacağını ve sorularına nasıl tatmin edici cevaplar vereceğini görmek için sabırsızlanıyordu. Herkes, varoluşun sırrına bir adım daha yaklaşmanın heyecanıyla dolmuştu. Gelecek bölüm, bu içsel yolculuğun sıradaki adımı olacaktı.

DEVAM EDECEK (İNŞALLAH)

[1] Deistlerin bu temel düşüncesi, tarihsel olarak birçok filozof ve bilim insanı tarafından savunulmuş ve çeşitli eserlerde dile getirilmiştir. Aşağıda, Deizm'in "Yaratıcının kâinatı yarattıktan sonra kendi haline bıraktığı" düşüncesini ifade eden bazı önemli kaynakları bulabilirsiniz:

  1. John Toland - "Christianity Not Mysterious" / “Hristiyanlık Gizemli Değil” (1696)

John Toland, Deizmi açık bir şekilde tanımlayan ilk düşünürlerden biri olarak kabul edilir. Bu eserinde, yaratıcının kâinatı rasyonel kanunlar çerçevesinde yarattığını ve kâinatın bu kanunlarla işlediğini savunur.

  1. Voltaire - "Traité de Métaphysique" / “Metafizik Üzerine İnceleme” (1734)

Voltaire, Deizm'in en tanınmış savunucularından biridir. Bu eserinde yaratıcının kâinatı yarattığını ancak daha sonra ona müdahale etmediğini, kâinatın kendi içsel kanunlarıyla işlemeye devam ettiğini öne sürer.

  1. Thomas Paine - "The Age of Reason" / “Akıl Çağı” (1794)

Paine, Deizm'i savunan ve bu inancı detaylandıran en ünlü bu eserlerinde, yaratıcının kâinatı yarattıktan sonra tabiat kanunlarıyla baş başa bıraktığını ifade eder. Paine, kâinatın "kurulmuş bir saat" gibi kendi kanunları çerçevesinde işlediği görüşüne eserinde yer verir.

  1. Paul Davies - "The Mind of God: The Scientific Basis for a Rational World" / “Tanrı'nın Aklı: Rasyonel Bir Dünyanın Bilimsel Temeli” (1992)

Paul Davies, bu kitabında kâinatın düzenli yapısını ve bilimsel kanunların işleyişini ele alırken, kâinatın kendi kanunları çerçevesinde işlemeye devam ettiğini savunur. Yaratıcının kâinata başlangıçta müdahale ettiğini ancak kâinatın bu kurallar dahilinde kendi işleyişini sürdürebileceğini ifade eder.

  1. Stephen Hawking - "The Grand Design" / “Büyük Tasarım” (2010)

Hawking ve Leonard Mlodinow tarafından yazılan bu kitapta, kâinatın varlığını açıklayan kanunlar ve tabiat kanunlarının kendi başına işleyebileceği vurgulanır. Hawking, kâinatın yaratılışında bir başlangıç gücünün etkisi olabileceğini, ancak daha sonra kâinatın kendini bu kanunlar doğrultusunda sürdürebileceğini öne sürer. Bu bakış açısı, Deizm’in "kurulmuş saat" metaforuyla paralellik taşır.

  1. Lawrence Krauss - "A Universe from Nothing: Why There Is Something Rather than Nothing" / “Hiç Yoktan Bir Kâinat: Neden Hiç Yoktan Çok Bir Şey Var” (2012)

Krauss, kâinatın varlığı ve işleyişi konusunda tabiat kanunlarının rolüne dikkat çeker. Kâinatın başlangıcını açıklayan fiziksel kanunlara odaklanır ve bu kanunların kâinatın kendi kendine var olmasını sağlayacak kadar güçlü olabileceğini savunur. Bu bakış açısı, kâinatın kendine özgü kanunlara göre işlediği düşüncesini destekler.

  1. Neil deGrasse Tyson - "Astrophysics for People in a Hurry" / “Acelesi Olanlar İçin Astrofizik” (2017)

Tyson, kâinatın işleyişi konusunda tabiat kanunlarına ve bu kanunların karmaşık ama kendi içinde mantıklı bir düzene sahip olduğuna vurgu yapar. Kâinatın "kurulmuş bir saat gibi" sürekli bir dış müdahaleye gerek kalmadan işleyebileceğini ifade eder ve bu yaklaşımı, Deizm’in temel düşüncesine yakın bir çizgide açıklar.

  1. Michael Shermer - "Why Darwin Matters: The Case Against Intelligent Design" / “Darwin Neden Önemlidir? Akıllı Tasarıma Karşı Dava” (2006)

Shermer, kâinatın ve yaşamın işleyişini açıklayan bilimsel kanunların, dış bir müdahale olmadan işleyebileceğini savunur. Deizm ile doğrudan ilişkilendirmese de tabiat kanunlarının kâinatın düzenini açıklamada yeterli olduğunu ve sürekli bir yaratıcı müdahalenin gereksiz olduğunu öne sürer.

Bu eserler, Deizm’in temel düşüncelerini bilimsel ve felsefi temellerle açıklayan kaynaklardır ve Deistlerin kâinatın kendi kanunları çerçevesinde işlemeye devam ettiği görüşüne katkıda bulunmuştur.

Not: Deizm, özellikle 17. ve 18. yüzyıllarda Aydınlanma dönemi filozofları arasında yaygınlaşmış ve özellikle dönemin kilisesine ve ileri sürülen Hıristiyanlık fikrine karşı doğmuş bir düşünce akımıdır.

[2] Deizmin bu bakış açısını destekleyen, yaratıcının kâinatı yarattığını ancak işleyişini tabiat kanunlarına bıraktığını savunan yukarıdaki kaynaklardan beraber diğer kaynaklar aşağıdaki gibidir:

  1. John Polkinghorne - "Science and Creation: The Search for Understanding" / “Bilim ve Yaratılış: Anlama Arayışı” (1988)

Teolog ve fizikçi John Polkinghorne, yaratıcının yaratıcı bir güç olarak kâinata doğrudan müdahale etmeden tabiat kanunlarını kurduğu fikrini ele alır. Yaratıcının düzenin arkasındaki güç olduğu, ancak işleyişin tabiat kanunları aracılığıyla sürdüğü düşüncesi Deizm ile uyumludur.

  1. Michael Shermer - "How We Believe: The Search for God in an Age of Science" / “Nasıl İnanıyoruz? Bilim Çağında Tanrı Arayışı” (2000)

Shermer, yaratıcının katkısını "dolaylı" olarak tanımlayan Deist bakış açısına yakın bir yaklaşımla, tabiat kanunlarının kâinatın işleyişini açıklamada yeterli olduğunu savunur. Yaratıcının kâinatı düzenleyip bıraktığı düşüncesini felsefi olarak tartışır.

Bu eserler, Deizm’in "yaratıcının’nın katkısının doğrudan değil, tabiat kanunları aracılığıyla dolaylı olarak sürdüğü" görüşüne bilimsel ve felsefi bir temel sunar.

[3] Deizm'in "yaratıcının kâinatı yarattıktan sonra işleyişine müdahale etmediği" düşüncesini ifade eden yukarıdaki kaynaklardan beraber diğer kaynaklar aşağıdaki gibidir:

  1. Lord Herbert of Cherbury (1583 - 1648)
    • Eser: De Veritate / Gerçek Üzerine (1624)
    • Açıklama: Modern Deizm'in kurucusu olarak kabul edilen Lord Herbert, bu eserinde tabiatl dini savunur. Yaratıcının kâinatı yarattığını ancak daha sonra doğrudan müdahale etmediğini, insanların akıl yoluyla yaratıcıyı ve ahlaki kanunları anlayabileceğini öne sürer.
  2. Matthew Tindal (1657 - 1733)
    • Eser: Christianity as Old as the Creation / Hristiyanlık Yaratılış Kadar Eski (1730)
    • Açıklama: Tindal, tabiatl dinin vahiy dinlerinden daha eski ve evrensel olduğunu savunur. Yaratıcının kâinatı mükemmel kanunlarla donattığını ve bu kanunların işleyişine müdahale etmediğini belirtir.
  3. Anthony Collins (1676 - 1729)
    • Eser: A Discourse of Free-Thinking / Bir Özgür Düşünce Söylemi (1713)
    • Açıklama: Collins, özgür düşünceyi ve aklın kullanımını teşvik eder. Yaratıcının kâinatı yarattıktan sonra sürekli müdahale etmediğini, tabiat kanunlarının kâinatın işleyişini açıkladığını savunur.
  4. Ethan Allen (1738 - 1789)
    • Eser: Reason the Only Oracle of Man / Akıl İnsanın Tek Kahinidir (1784)
    • Açıklama: Allen, akıl ve tabiat kanunlarının önemini vurgular. Yaratıcının kâinata sürekli müdahale etmediğini, insanın akıl yoluyla kâinatı anlayabileceğini savunur.
  5. Victor J. Stenger (1935 - 2014)
    • Eser: God: The Failed Hypothesis / Tanrı: Başarısız Hipotez (2007)
    • Açıklama: Stenger, kâinatın bilimsel kanunlarla açıklanabileceğini ve yaratıcının müdahalesine gerek olmadığını savunur. Deist fikirlerle paralel olarak, kâinatın kendi kendine işlediğini belirtir.

[4] Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatından Lem'alar 186 : Yirmi Üçüncü Lem'a (Tabiat Risalesi)

[5] Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatından Lem'alar 187 : Yirmi Üçüncü Lem'a (Tabiat Risalesi)

[6]Saat ve saatçi” metaforunu Deist düşünceyi açıklamak için kullanan yazarlar, bu metaforu kâinatın bir kez kurulduktan sonra tabiat kanunları çerçevesinde işlemeye devam ettiğini vurgulamak amacıyla eserlerinde sıkça dile getirmiştir. Aşağıda, bu metaforu savunan veya kullanan önemli figürlerin eserlerini, tarihlerine göre sıralanmış olarak bulabilirsiniz:

  1. Voltaire - "Traité de Métaphysique" / "Metafizik İnceleme" (1734)

Voltaire, Deist düşünceye yakın bir bakış açısıyla, yaratıcının kâinatı mükemmel bir şekilde yarattığını ve kendi kanunları çerçevesinde işlemeye bıraktığını ifade eder. Kâinatın, kurulmuş bir saat gibi kendi kendine işlediği fikri Voltaire’in eserlerinde görülür.

  1. David Hume - "Dialogues Concerning Natural Religion" / "Doğal Din Üzerine Diyaloglar" (1779)

Hume, kâinatın işleyişini saat ve saatçi benzetmesiyle tartışarak, tabiat kanunlarının kâinatın işleyişinde yeterli olduğunu ifade eder. Hume, kâinatın bir saat gibi kendi kendine işlemesi gerektiğini vurgulayarak, tabiat kanunlarının yaratıcının sürekli müdahalesine gerek bırakmadığı fikrine değinir.

  1. Thomas Paine - "The Age of Reason" / "Akıl Çağı" (1794)

Paine, Deist düşüncenin savunucusu olarak, kâinatın yaratıldıktan sonra tabiat kanunlarıyla kendi başına işleyebileceğini savunur. Eserinde, kâinatı “kurulmuş bir saat” gibi ele alır ve kâinatın tabiat kanunları çerçevesinde kendi düzenini sürdürdüğünü ifade eder.

  1. William Paley - "Natural Theology" / "Doğal Teoloji" (1802)

Paley, "saat ve saatçi" benzetmesini kullanarak, kâinatın düzeninin bir tasarımcının varlığını işaret ettiğini savunur. Paley, her ne kadar kâinatın yaratılışını yaratıcının tasarımı olarak vurgulasa da tabiat kanunlarının işleyişinin yaratıcının sürekli müdahalesine gerek bırakmayacağını ifade eder.

Bu kaynaklar, Deist düşüncenin temel metaforlarından biri olan "saat ve saatçi" benzetmesi ile yaratıcının kâinatı yarattıktan sonra kendi kanunları çerçevesinde işlemeye bırakması fikrini destekleyen eserlerdir. Bu yazarlar, kâinatın kendine özgü kanunlarla sürekli bir müdahaleye gerek kalmadan işleyebileceğini savunarak, Deist dünya görüşüne bilimsel ve felsefi katkılarda bulunmuşlardır.

[7] Metafor: Bir şeyi başka bir şeyle benzetme yoluyla anlatma sanatıdır. Türkçe’de “benzetme” olarak da bilinir. Örneğin, “hayat bir yolculuktur” ifadesi bir metafordur; burada hayat, bir yolculuğa benzetilerek anlatılır. Bu tür ifadeler, konuşma ve yazıda anlamı derinleştirmek için kullanılır.

Başka bir örnek: “O adam bir aslan gibi cesur.” Bu cümlede, adamın cesareti aslanla benzetilerek anlatılmıştır.

Günlük yaşamda sıkça karşılaştığımız metaforlar, iletişimi daha etkili ve zengin kılar.

[8] Bediüzzaman Hazretlerinin “saat ve saatçi” metaforunu kullanması, bana onun Tarihçe-i Hayat eserinde yer alan şu ifadelerini hatırlatıyor: “Risale-i Nur'u anlamıyorlar yahut anlamak istemiyorlar. Beni, skolastik bataklığı içinde saplanmış bir medrese hocası zannediyorlar. Ben, bütün müsbet ilimlerle, asr-ı hazır fen ve felsefesiyle meşgul oldum. Bu hususta en derin mes'eleleri hallettim. Hattâ bu hususta da bazı eserler te'lif eyledim. Fakat ben, öyle mantık oyunları bilmiyorum. Felsefe düzenbazlıklarına da kulak vermem.” Muazzez Üstadımız Bediüzzaman’ın bu sözleri, onun bilgi derinliğini, ilimlere olan hâkimiyetini ve çağdaş bilimle bağlantısını ortaya koyarken, onu küçümseyenlerin aslında ne kadar büyük bir hazineyi kaçırdıklarını fark etmediklerini düşündürüyor.

[9] Bu da “Cevşenu’l Kebîr’i daha çok okumak ve Cevşenu’l Kebîr’i de anlayabilmek içinde Risale-i Nur’ları daha derinlemesine okuyup anlamaya çalışmak demektir” diye düşünüyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
6 Yorum