Himmet UÇ
Sanat kelimesinin ummanından
Bediüzzaman Kainata, insana, varlıklara bir sanatçı gözü ile bakmış. Risale-i Nur’da sadece sanat kelimesi 700‘e yakın yerde geçer. Yediyüz tane sanat kelimesi kullanan bir insan klasik müfessir mantıkı ile yorumlanamaz. Onun bu yedi yüzü aşkın sanat kelimesinin tasnif edilmesi sadece sanat kelimesinin bir kitap ile ifade edilmesini doğurur. Ben burada birkaçını denizden bir katreyi metin çözümlesi tarzında anlatmayı uygun buldum.
“Evet, şu kâinatın keyfiyâtı, onların vücutlarını gösteriyor. Çünkü kâinatı haddü hesaba gelmeyen dakik sanatlı tezyinat ve nukuş ile süslendirip tezyin etmesi; bilbedâhe ona göre mütefekkir istihsan edicilerin ve mütehayyir takdir edicilerin enzârını ister; vücutlarını talep eder. Evet, nasıl ki hüsün elbette bir âşık ister, taam ise aç olana verilir; öyle ise, şu nihayetsiz hüsn-ü sanat içinde gıdâ-i ervâh ve kùt-u kulûb, elbette melâike ve ruhânîlere bakar, gösterir.
Mâdem bu nihayetsiz tezyinât, nihayetsiz bir vazife-i tefekkür ve ubûdiyet ister; halbuki, ins ve cin şu nihayetsiz vazifeye, şu hikmetli nezârete, şu vüsatli ubûdiyete karşı milyondan ancak birisini yapabilir; demek, bu nihayetsiz ve çok mütenevvi’ olan şu vezâif ve ibâdete, nihayetsiz melâike envaları, ruhâniyât ecnâsları lâzımdır ki, şu mescid-i kebîr-i âlemi saflarıyla doldurup şenlendirsin. ”Bu cümlede sanat ve ona bağlı kelimeler kullanılmış. ” Dakik sanatlı tezyinat” Kainatı sınırsız ve hesaba gelmeyen bir şekilde ince sanatlı tezyinat ile süsleyen” Bir iç mimar bir evin içini süsler en ince geometrik ölçülerle. Ta ki ona güzel densin diye. Kainat denen bu bizim evimiz sadece yaratılmamış bir Halık tarafından yaratılan şeylerde dakik ince sanatlar düşünülmüş. Yaratılan herşeyde bu görülmekte, sanat bunu ifade ettiği için sanattır. Yaratılışın geometrisini insan sanatçılar kopyalamış ve ondan sanat doğmuş. Sanat bir takliddir. Bu büyük bir filozofun cümlesi. İnsan zihni varlığın geometrisini görüyor, ona kendi sanatına uyguluyor. Mimari, resim, benzer zanatlar bundan doğuyor.
Dakik sanatlı tezyinat ve nukuş ile süslendirmesi. Tezyinat, nukuş ve süslendirme üçü de sanat kelimesi. Tezyinat ve nukuş yani nakışlarla süslemek, bunu yapan Allah. İnsan bedeni en harika sanatlı bir obje. Allah bu sanatına ahseni takvim diyor, yani en güzel şekilde yaratılmış demek. Ahsen ve hüsün kelimeleri Kur’an’ın sanat konusunda yapı taşı mesabesinde bir kelime zinciri. Bu hüsün kelimesinin Kur’an da takibi birkaç doktora olur. Ama konuşan yok. Çünkü sanat okumaz dindarlar. Erzurumda doktora yaparken on kişiyi bir araya getirip Risale-i Nurda sanat ve estetik diye konuşalım dedim, ikinci buluşmaya kimse gelmedi, gelemedi, getirilmedi. Kırk yıldır bu engelleme devam ediyor, bu yüzden yüzbinleri bulan üniversite öğrencileri içinde Bediüzzaman demek cesaret ister. Dört duvar içinde düşünce imparatorluğu, sokakta ve sınıfta bir nefer değil.
Neden böyle yaratımış, ”mütefekkir istihsan edicilerin ve mütehayyir takdir edicilerin enzârını ister; vücutlarını talep eder” Kainatı bu şekilde nakış ile süsleyen onları seyreden yani istihsan eden, beğenenleri hem de mütefekkir beğenenler, yetmedi bir de mütehayyir takdir ediciler. Bakarken tefekkür edecek dalacak, yetmedi bir hayret edecek. Hani biz o seyircileriz ya. Kainat güzel sanatlar sarayı insanda bakan düşünen hayret eden. Allah sanatçı, Bediüzzaman sanatla bakan bir göz, hem ne göz.
“Nihayetsiz hüsn-ü sanat içinde gıdâ-i ervâh ve kùt-u kulûb, elbette melâike ve ruhânîlere bakar, gösterir. ”Sonsuz sanat güzelliği içinde ne var, kalplerin gücü, ruhların gıdası. Kulub diyor yani kalpler kalbin gıdası demiyor, kalplerin gücü ve gıdası diyor. Yani siz bu güzellikleri seyrederken ruhunuz ve kalbiniz gıdasını gücünü alıyor. Kulub derken kalpler demişti ya kuşları seyret bir direğe konuyor, üç beş dakika etrafa bakıyor, tıpkı sinema seyreder gibi, başka bir seyir noktasına uçuyor. Zaten Bediüzzaman gözü olan bütün canlıları seyirci olarak niteliyor. Güzele bakmak işte böyle sevaptır. Hz Süleyman atları çok sever. Onları seyrederen “Ben Rabbimi hatırlattıkları için güzel şeyleri severim “ diyor. Gerçekten atları seyrederken insanın insan aklının çizip yapamadığı bir geometriyi görür. Sonra gider elini atlar üzerine sürer ondan manevi bir haz alırmış Hazreti Süleyman. Şu estetik cümleyi yeni keşfettim, hayret ne hayret.
“Nihayetsiz tezyinât, nihayetsiz bir vazife-i tefekkür ve ubûdiyet ister; “Bu cümle daha derin, nihayetsiz tezyinat tefekkür vazifesi ve ubudiyet kulluk istiyor. Yani süsleri seyretmenin arkasından onların ibadete dönüşmesi gerekiyor. Tefekkür, tahayyür ve ibadet, Güzelliği seyretmenin üç basamağı.
“Koca kâinatı, bir harita, bir saat, bir hâne gibi her tarafını gösterip, çevirip onları yapan sanatkârı tavrıyla ifâde ve tâlim eden Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın elbette mislini getirmek mümkün değildir ve derece-i i’câzına yetişilmez. “
Bu cümleye gören Kur’an’ın anlattıkları da bir sanatçının gözüyle görülen ve anlatılan şeyler. Allah’ı sanatçı tavriyle ifade eden ve talim eden öğreten, ne o Kur’an. Kur’an’ın sanatı üzerinde islam dünyası bir şey söylememiş. Allah sanatçı sanatlı yaratıyor, Sani-i Hakim, yaratılan sanatlı. Seyredenler istihsan edener beğenenler. Üç başlı bir estetik kategori, yaratan, yaratılan, seyreden yaratılmış yani insan. Gelde Bediüzzaman’a çıldırma. Bu ne derin bakış Allah’ım.
“Kadere imân, imânın erkânındandır. Yani, "Her şey Cenâb-ı Hakkın takdiriyledir. " Kadere delâil-i katiye o kadar çoktur ki, had ve hesâba gelmez. Biz, basit ve zâhir bir tarz ile, şu rükn-ü imâniyeyi, ne derece kuvvetli ve geniş olduğunu, bir Mukaddeme ile göstereceğiz. Mukaddeme: Her şey vücudundan evvel ve vücudundan sonra yazıldığını “Vela ratbin vela yabisin illa fi kitabı Mübin” gibi pek çok âyât-ı Kur’âniye tasrih ediyor ve şu kâinat denilen, kudretin kur’ân-ı kebîrinin âyâtı dahi şu hükm-ü Kur’ânîyi nizam ve mîzan ve intizam ve tasvir ve tezyin ve imtiyaz gibi âyât-ı tekviniyesiyle tasdik ediyor.
Evet, şu kâinat kitâbının manzum mektubâtı ve mevzun âyâtı şehâdet eder ki, Her şey yazılıdır. Ammâ, vücudundan evvel Her şey mukadder ve yazılı olduğuna delil, bütün mebâdi ve çekirdekler ve mekàdîr ve sûretler birer şâhiddir. Zîrâ, her bir tohum ve çekirdekler, kâf nûn tezgâhından çıkan birer latîf sandukçadır ki, kaderle tersîm edilen bir fihristecik ona tevdî edilmiştir ki; Kudret, o kaderin hendesesine göre zerrâtı istihdam edip, o tohumcuklar üstünde koca mucizât-ı kudreti binâ ediyor. Demek, bütün ağacın başına gelecek, bütün vâkıatı ile, çekirdeğinde yazılı hükmündedir. Zîrâ tohumlar maddeten basittir, birbirinin aynıdır, maddeten bir şey yoktur.
Hem her şeyin miktar-ı muntazaması, kaderi vâzıhan gösterir. Evet, hangi zîhayata bakılsa, görünüyor ki, gayet hikmetli ve sanatlı bir kalıptan çıkmış gibi bir miktar, bir şekil var ki; o miktarı, o sûreti, o şekli almak ya hârika ve nihayet derecede eğri büğrü maddî bir kalıp bulunmalı, veyahut kaderden gelen mevzun, ilmî bir kalıb-ı mânevî ile kudret-i ezeliye o sûreti, o şekli biçip giydiriyor. Meselâ, sen şu ağaca, şu hayvana dikkat ile bak ki, câmid, sağır, kör, şuursuz, birbirinin misli olan zerreler, onun neşv ü nemâsında hareket eder”
Kader bütün mahlukatı en güzel şekilde tasarlayan sınırlarını cizen Allah’ın yaratılış kanunudur. Ama insan da buna dahildir. Her varlığı sınırları içinde belli sınırlarla takdir eden Allah’ın geometri, matematik ve orantı ile yarattığı şeylerdir. Güneşin bir kaderi var, yaratıldığı günden kaderen takdir ettiği yörüngede hareket eder. Arının da kaderi var, kedinin de. Hepsi fizyolojik ve psikolojik güzelliklerle yaratılmış. “ kudretin kur’ân-ı kebîrinin âyâtı dahi şu hükm-ü Kur’ânîyi nizam ve mîzan ve intizam ve tasvir ve tezyin ve imtiyaz gibi âyât-ı tekviniyesiyle tasdik ediyor. ” Bu cümlede sanatın ve güzelin altı kelimesi var. Nizam, mizan, intizam, tasvir, tezyin ve imtiyaz. Sanat bu altı kelime, nasıl ağırlıklarına göre sıralamış.
İdraki meali bu küçük akla gerekmez, zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez, diyor Ziya paşa, Erzurumlu hemşehrim, büyük adam. Yani bu altı kelimeyi ağırlıklarına ve birbirini takibine göre söylemek, ona has bir şey. Bütün sanat, estetik ve eleştiri kuramları bu altı kelimeye göre yapılır. Gel de hayret etme.
“Mâdem hayat Esmâ-i Hüsnânın nukuşunu gösterir; hayatın başına gelen Her şey hasendir. Meselâ, gayet zengin, nihayet derecede sanatkâr ve çok sanatlarda mâhir bir zât, âsâr-ı sanatını, hem kıymettar servetini göstermek için, âdi bir miskin adamı, modellik vazifesini gördürmek için, bir ücrete mukabil, bir saatte murassâ, musannâ, yaptığı gömleği giydirir, onun üstünde işler ve vaziyetler verir, tebdil eder; hem, her nevi sanatını göstermek için keser, değiştirir, uzatır, kısaltır. Acaba şu ücretli miskin adam, o zâta dese, "Bana zahmet veriyorsun, eğilip kalkmakla vaziyet veriyorsun, beni güzelleştiren bu gömleği kesip kısaltmakla güzelliğimi bozuyorsun"demeye hak kazanabilir mi? "Merhametsizlik, insafsızlık ettin"diyebilir mi?”
Esmalar güzeldir, güzeller orantı ve miktar ve geometriye göre yapılır. Hayat bu güzel isimlerle yapılır inşa edilir, hem cismi hem fizyolojisi hem de psikolojisi. Bütün bunlar iç içedir. İç içe güzellik Allah’a has bir güzellik. Bir heykel sadece görünendir, ama insan hareketli güzellikler sinemasıdır. Gibidir demedim, çünkü gibidir demek tam değil eksiktir. Ama sinemadır demek istiaredir, benzetme edatı benzetmeyi hafifletir. Bütün varlıklar model olarak kullanılan objelerdir, Allah onları Mikelanj’ın Musa heykelini yaptığındaki gibi sürekli değiştirir. Aldığı ile eklediği dengeyi bozmaz. Ne kadar ince estetik ve sanat hesapları.
“Birinci Fıkra: Mâdem eşya var ve sanatlıdır; elbette bir ustaları var. Yirmi İkinci Sözde gayet katî ispat edildiği gibi, eğer Her şey birinin olmazsa, o vakit her bir şey bütün eşya kadar müşkül ve ağır olur; eğer Her şey birinin olsa, o zaman bütün eşya bir şey kadar âsân ve kolay olur. Mâdem zemin ve âsumânı birisi yapmış, yaratmış; elbette, o pek hikmetli ve çok sanatkâr Zât, zemin ve âsumânın meyveleri ve neticeleri ve gàyeleri olan zîhayatlara başkalara bırakıp işi bozmayacak, başka ellere teslim edip bütün hikmetli işlerini abes etmeyecek, hiçe indirmeyecek” eşya sanatlı öyle ise sanatlı olan şeyin ustası olur. Zemin ve asumanı sanatlı yaratmış, hikmetli sanatkar zattır. Bu kadar harika güzellikleri ve insanı yaratan onları başkasına bırakmaz.
“Onun kazâ, kader, tanzim ve takdirinin ilim ve hikmetle çizilmiş çizgileri;
Onun ilim, hikmet, tasvir ve tedbîrinin sanat ve îtinâ gösterilerek yapılmış nakışları;
Onun Sanat, îtinâ, tezyin ve tenvîrinin mucizeli elinin lütuf ve keremle gerçekleştirdiği tezyinâtı;
Onun lütuf, kerem, teveddüt ve tearrüfünün rahmet ve nimetle vücuda getirdiği ihsan çiçekleri;
Onun coşkun rahmet, nimet, terahhum ve tehannününün cemâl ve kemâlle yarattığı meyveleri; cemâl ve kemâlinin parıltı ve tecellileridir
Bu cümledeki iç musikiye bak, beş defa onun diyor, Bediüzzaman anlatırken dalmış gitmiş, bu cümle akıl, duygu, ifade, hayret ile ancak kurulur, bunların hepsi onda ziyadesiyle var, sen de var mı ne gezer.
Bu beş cümleyi açıklamıyorum, zihnimyoruldu, o kadar derin cümlelerki gecenin saat bir buçuğu. Bu cümleler Allah’ı nasıl anlatıyor değil mi ? Bu cümle bir yazı konusunu aşar, başka bir zamana dua ile
Seni anlatamadık Efendim, bu ayıp bana yeter bize değil neyime lazım. Bu cennet kadar güzel cümleler içinde yaşamak ve onları hissetmek. Cennetten harika mı orasını bilemem. Yunus bizim taşkın ve mütehayyir şairimiz.
Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene sen ver onu
Bana seni gerek seni
Nasıl Allah’ı anlamış sevgi bu işte.
Ya şuna ne dersin?
Aşkın aldı benden beni
Bana seni gerek seni
Bizim benimiz nasıl içimizden çıksın ki.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.