Nuray KÖSE
Sanatta Sâni’i görebilmek
''Görmedin mi, Semâvat ve Arz'daki mevcûdât ve havada kanat çırparak uçan kuşlar Allâhu Teâlâ'yı tesbih ediyorlar. Onların her biri namazını ve Cenâb-ı Hakk'a karşı tesbihini bilir. Allâhu Teâlâ, onların yaptıklarını hakkıyla bilendir.''(Nur suresi, 41)
Bütün kâinât, semâvât ve arz ile ve fezanın derinlikleriyle, denizlerin dipleri ve arzın dört bir yanıyla, canlı cansız bütün mahlûkâtın hâl lisanıyla ve bizzat insanın diliyle ifade edilen tesbih ve zikirlerle doldurulmuştur.
Semâvâtta meleğin olmadığı bir karış bile boş yer yoktur. Hattâ hadiste vârid olmuştur ki; ''meleklerin kesretinden (çokluğundan) dolayı gök gıcırdar; neredeyse parçalanacak gibi olur.''
Evet bütün mevcudât, O'nu hem takdîs ediyor, hem de tahmîd ediyor. Şu âlemde O'nu zikretmeyen tek bir mevcûd bile yoktur. Sanki bütün âlem, sekeneleriyle aşk-ı İlâhînin cezbesiyle raksa gelmiş, her dâim Hâlık-ı âlemi kendilerine mahsus lisanlarla zikrederler. Mevcûdatın bütün harekât ve ahvâli cenâb-ı Hakk'ı tesbihtir. Yaratılış sırrının odağında bulunan İnsanın kulağı, nûr-i imânla nurlandığı zaman, demir bir topuzun taşa vurulduğunda çıkardığı sesten dahi zikri duyabilir.
Her varlık, kendi vazîfe çizgisinde ve ekseninde yaratılış gâyesinin tahakkuku için var gücüyle gayret göstermektedir. Her bahar ve her yazda yeryüzü çiçeklenir, meyvelenir. Meyvelerin çekirdekleri, çekirdeklerin meyveleri olur. Tohumlar âdetâ, ebedî bir âleme koşar gibi haşrolup, neşrolmaya devam ederler. Yeryüzü tarlasında kimi dikenler, kimi çiçekler açar ve Rabbim derki; ''bak işte gör! Ne ekersen onu biçersin. Ektiğin her şey muhakkak bir gün hayat bulur.''
Bu kâinat'ın bütün zerre ve hücreleri, bütün kısım ve uzuvları zikreden birer lisandır. Zerreler duâ eder, renkler, katreler her şey zikreder.Yapraklar, dallar, çiçekler, meyveler hepsi zikreder.Kâinat kitabını yazan bütün zerreler, zerre kadar kalbinde, kâinat vüs’atinde büyük bir zikrin zâkiri olurlar. Evet bu zikreden ve bir bütünü oluşturan zerreler sanır mısınız ki, olduğu yerde durur? Hiç onların kalbine böyle bir aşk verilmişken durulabilir mi?
Küçük bir zerreciğin üzerinde bir insanı oluşturan, ona can veren Allah, toprak olmuş diğer bir zerrenin üzerine hayat ve can dokumaya muktedir olamaz mı? Kişinin hayat bulması için onun toprak olmuş küçük bir zerreciği yetmez mi?
Demek ki her bir zerre, hem Allah'ın vücûdunu isbât eder. Çünkü gücünün biner derece fevkinde işler yapıyor.
Bu şekilde de hem Allah'ın varlığını ve birliğini ispatlıyor.Yani hiçlik yok, ziyan olmak yok, Kaybolmak yok.Yalnızca bir halden başka bir hale geçiş var. Tebeddülaât ve tagayyurât var. Ölüm emriyle başka bir hayat tecelli ettiriliyor. Demek her bir zerre emirber bir nefer misâli kumandan-ı a’zâm'ın emir ve
izni dairesinde harekat ederler...
Rengime renk, gönlüme âhenk, hayatıma mihenk olan Nur’ların saff-ı evvelinde bir numaranın irfanla yoğrulmuş ma’rifet, feyiz ve çekim aynasında, Kur’ân ve Hadîsin hakikatli ışığıyla istikamet dairesinde feyizli derslerinden son derece istifade ettiğim ilim/irfan sahibinin anlattığı gibi;'' Bütün zerrât -ı âlem, bir tek zâtın me'murudur. Onun kânûnu dairesinde hareket eder. Bütün mahlukat ölümün, i'damın, yokluğun, derdin, kederin olmadığı bir dâr-ı saâdete dâvetlidir.Ve oraya sevk ediliyor. Zevâl bulan mevcûdâtın sûretleri alınıp, ebedi bir âlemde seyredilmek üzere muhâfaza ediliyor. İnşallah seyrangâh-ı ebedî olan cennet'de bu manzaraları seyredeceğiz...
Havadaki mûsikîler, gök gürültüsündeki haykırışlar, dalgalardaki nâğmeler, O'nun büyüklüğünü zikrederler.Yağmur, tohum, toprak, güneş, hava, çiçekler Cenâb-ı Hakkın kudretiyle yoğrularak, hayatın âyinesinde, Cenâb-ı Hakk'ın bin bir isminin cilvelerini gösteriyorlar...
Bütün zerrât-ı âlem, bir Vâhid-i Ahad olan o zâtın me'murudur. Onun kanunu dairesinde hareket ederler. İnsan, mâhiyetini esmâ ve sıfat-ı İlâhiyyenin âyinesi olarak bildiği ve öyle iman ettiği ve ona göre de hareket ettiği için, şu kâinâta baktığı zaman nefsinde gördüğü her hakikatı âlemde de görür. Mâhiyyetini kavrayan ene, kendisini manâ-yı ismiyle görmez.
Böylece bütün güzellikleri esmâya, bütün noksanlıkları da nefsine verir.
''Göklerde ve yerde bulunan bütün mahlûkat, O'na muhtaç olmakla, hâcetlerini her an ondan talep ederler. O ise, her an meşîeti mûcibince hükmünü icra eder.''(Rahman, 29)
Evet yer ister, gök ister, ikisi arasında olan her şey ondan ister. Her kes âdetâ bir
Sâildir, bir dilencidir, Gani ise yalnız Allahu Teâlâ'dır.
Gönül ehli insanlar sevgiye de mâna-yı harfi ile bakılması gerektiğini vurgulamışlardır. Bakınız sevgi insanı Yunus bunu ne güzel dile getirmiştir.''Yaratılmışı severiz, yaratandan ötürü.''
Elbetteki, “Allah için sevmek, Allah için buğz etmek” kaidesini göz ardı etmeden.
Bir çiçeği sadece güzel renklerine, hoş kokusuna meftun olarak sevmek mâna-yı ismiyledir. Bu sevgi geçicidir. Bir gün gelir çiçek solar, bir başka gün de onu koklayan insan, ebedîleşmek için ölüm gerçeğiyle yüzleşir. Geçmiş asırlarda nice çiçekler sergilendi ve niceleri onları seyretti,
kokladı ve gittiler. Eğer o nazenin varlıkları Allah'ın birer güzel eseri olarak seyrettilerse iman ve irfanları inkişaf etti.
Bu sevap ve bu kemal, ruhlarına mâl oldu. Ve onlarla beraber ebedîleşti. Elbette ebedi saadet yurdu olan cennet, şu varlık âlemine ve onda cereyan eden hâdiselere mânâ-yı harfi ile bakanların diyarıdır.
İnşallah bizler de her zaman kâinattaki her bir şeye ma'nâ-yı harfiyle bakıp bir saati bir senelik nafile ibadet olan sevabına karşılık olan bir mükâfat kazanmış oluruz...
Yâ Rab! Zerrât-ı âlemin yaptığı ne kadar zikir ve tesbih varsa hepsini şuûrkârâne sana takdim ediyoruz. Makbul ibâdından kâbul ettiğin gibi, bizden de kâbul buyur. Amîn...
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.