Safa MÜRSEL
Seçimlik bir soru?
Erkene alınmış bir seçime gidiyoruz.
Meclisle beraber Cumhurbaşkanı da seçeceğiz. Böylece Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemine geçmiş olacağız.
Bu sistem, “Tek Adam” yönetimi getireceği kaygısıyla itirazlar gördü. Şüphesiz, bir yönetimin karakterini sadece adı değil, uygulaması belirler ve belirleyecektir.
Sisteminin adı ne olursa olsun, bir yönetimde en büyük ihtiyaç, ortak aklı hakim kılan istişarenin işletilebilmesidir. Ortak akla, liyakat ve adalete değer veren krallıklarda bile hiçbir sakınca yaşanmayabilir. Bunun günümüzde bile pozitif çok örneği var.
Yeni sistemin liyakat, maharet ve özellikle adalet temelinde hayata geçmesi, temenniden ziyade hepimizin ortak amacı ve çabası olmalıdır. Cumhuriyeti “manasız isim ve resme” dayandıran uygulamaların ağır bedellerini ödemiş bir toplumuz. Sütten ağzı yananın yoğurdu üfleyen itirazları yadırganmamalı ve dikkate alınmalıdır.
Türkiye, her alanda gelecek vadeden yüksek potansiyeliyle ve etkin belirleyici kimliğiyle bölgedeki nüfuz arayışlarının odağında duruyor. Çevremizden kaynaklanan ciddi politik risklerimiz var.
Son yıllarda maruz kaldığımız iç ve dış kaynaklı terör ve siyaset katkılı saldırıların sebebi, milli irademizi dışarıdan yönlendirme arayışıdır. Dozu giderek artan bu çaba, ülkenin iç ve dış güvenliğini, sıcak çatışma boyutlarında tehdit ediyor.
Bölgedeki silah ve güç dengesine dayanan gerilim, ülke savunması başta olmak üzere ekonomik hasarlara yol açma istidadı taşıyor.
Türkiye, 1990’lara kadar iki kutuplu dünyanın, sorun çıkarmayan ve biraz da ele mahkum itaatkar müttefiki idi. Bu rolü bırakıp irade göstermeye başladığında Batı, kendisi için sevimsiz bir Türkiye ile yüz yüze geldi. Düne kadar borç almaya ve hatta hibeye muhtaç bir ülkenin IMF’yi finanse edecek hale gelmesi, kibirli Batı için kabul edilemez bir sonuçtu. Bu yüzden Batı, kendisine mahkum itaatli bir yönetim görmek istiyor.
Birkaç yıldır yaşadığımız siyaset ve güvenlik boyutlu sıcak krizin temelinde, Batı’nın bu arayışı var. Onlarca ülkeden devşirilmiş militanların PKK eliyle sürdürdüğü terör, Türkiye’yi terbiye edemedi.
Tam bu konjonktürde ülkenin kaynaklarıyla beslenmiş Cemaat görünümlü bir istihbarat örgütü, Türkiye’ye karşı kullanışlı bir koç başı olarak, 15 Temmuz’la devreye sokuldu.
Asker ve sivil bürokraside mevzi tutmuş ve ülke güvenliğini tehdit eden bu gaileden halen kurtulmaya çalışıyoruz. Bunun zaman alacağı anlaşılıyor. Yarım kalan 15 Temmuz’un tamamlanacağına dair ümit, uluslararası destekle Örgütte hala güçlü tutuluyor.
Baskısını giderek arttıran iç ve dış gündemler karşısında iktidar, muhalefetin de desteğiyle erken seçim kararı alma ihtiyacı duydu.
Şimdi Batının beklentisi, yedeğine aldığı bu paramiliter yapının darbe teşebbüsünde alamadığı sonucu seçimde almasıdır. Darbe teşebbüsünde onlara verilmeyen bu fırsat, dilerim seçimde de verilmez.
Buraya kadar söylenenler madalyonun bir yüzüdür.
İçinden geçtiğimiz bu dönemde, yönetim hikmet ve basiretinin gerektirdiği hassasiyetlere, toplum olarak çok ihtiyacımız var.
Öncelikle istismar boyutlarında ve değişik maksatlarla seslendirilen mağduriyet iddialarının kaynağına, insan haklarına saygının gereği olarak münferit planda mutlaka inilmelidir
Çünkü gerçekten kırgınlık ve mağduriyet üreten yanlışlıklar, hızla çözüm bekleyen sorun olarak önümüzde duruyor. Bu konu, salon ve meydanların heyecan ve desteğinden daha az önemli değildir.
Darbe teşebbüsü sebebiyle başlatılan yoğun soruşturma ve yargılamalarda gözden kaçan, yeterince dikkate alınamayan hak ihlalleri için gereken özenin gösterileceği bir aşamaya artık gelinmiş olmalıdır.
Yargıda ve özellikle bürokraside “onlar yaptı, biz de yaparız” duygusundan kaynaklanan öç alıcı bir yaklaşıma dikkat edilmelidir. Hak ve adalet temelinde yanlışlıkları giderme çabası bir zaaf değildir. Adalete yapılacak katkı, o katkıyı yapana güç ve güven kazandırır. Kim ne derse desin, bu hassasiyete ihtiyaç var.
OHAL süreci, bazı konularda, bir ölçüde ilan amacını aşarak bürokrasinin gerekli etkinlikte çalışması engelleyen bir atalet ve mağduriyete kaynaklık ediyor.
Geçtiğimiz iki yıla yakın zamanda, hakkında soruşturma yapıldığı halde davası açılmayan uzun süreli tutuklamalar yaşandı. Suç vasfı ve vasfın değişebileceği fazla dikkat alınmadan tedbir tutuklamalarında ölçü kaçırıldı. Yargı, içte, bilhassa dışta hak etmediği ölçüde eleştiri hedefine konuldu.
Kayyım atanmış bazı kurumlarda, gerek yönetim, gerekse ekonomik konularda haksızlıklar yapılıyor. Bu kurumlarda münferit olmanın ötesinde ticari alanda oluşmuş borçlar, söz verildiği halde ödenmiyor. Malzeme karşılığı alacağın ödenmesi istendiğinde, “alacaklı sadece siz değilsiniz. Sizin gibi durumunuzda bekleyen çok alacaklı var” deniliyor. Kamu gücü haksız rekabete alet edilir duruma düşürülüyor. Ekonomik mağduriyetler yaşanıyor.
Bazı resmi kurumlara haklı taleplerde bulunulduğu halde, gereği yapılmadığı gibi, niçin yapılmadığı konusunda cevap da verilmiyor. Bürokrasi olumlu-olumsuz bir karar vermek yerine, topu siyasete atarak kararsız kalmayı seçiyor.
Araştırmalar sonunda suç unsuru görülmediği ve sakıncası olmadığı için sahiplerine fiilen iade edilmiş binanın tapusundaki şerhin kaldırılması istendiğinde, “bunu yapamayız” deniyor. Israr edince, “araştırmalar devam ediyor, tapu şerhleri hepsi birlikte kaldırılacak” cevabı veriliyor. Hatta, “geçen gün suçla ilgisiz bir vatandaşın tapusuna yanlışlıkla şerh konulmuş, onu bile kaldırmadık” denebiliyor.
Görünen odur ki OHAL süreci, olumlu işleri bile gölgeleyecek boyutlarda toptancı ve götürü usulü bir adalet anlayışına, kamuda kaynaklık ediyor.
Şehir ve imar planlarında kafa karıştıran tablolar görünüyor. Bir tarafta, “yatay mimariden yana” olmak seslendirilirken, neredeyse yürüyecek yaya yolu bile kalmamış yerleşim yerlerinden, uzaya tırmanmakta birbiriyle yarışan, sıkış tepiş bloklar yükseliyor. Bu nasıl bir imar anlayışıdır ve bu imarın karşılığı nedir? Sessiz kitlelerin bu konuyu tepki boyutlarında sorguladığı bilinmelidir.
Yukarıdaki şikayetler karşısında siyasi irade rahat bir tavır sergiliyor. Acaba bu rahatlığın sebebi, eski ezberlerine sıkışıp kalmış, projesiz, kadrosuz, yeteneksiz ve dağınık bir muhalefetin varlığıyla izah edilebilir mi? Bu rahatlık sağlıklı bir yaklaşım olamaz ve olmamalı. Şikayetler, temel insan haklarıyla ilgili olup, çözülemeyecek kadar zor işler değil.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.