Selahattin Çelebi'nin hanımı Melahat Çelebi vefat etti
İnna lillah ve inna ileyhi raciun
Risale Haber-Haber Merkezi
Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin talebelerinden Ahmet Nazif Çelebi'nin oğlu Selahattin Çelebi'nin hanımı
Melahat Çelebi vefat etti. 1935 doğumlu olan Melahat Çelebi geçtiğimiz pazar günü vefat İnebolu kabristanına defnedildi.
Selahattin Çelebi'nin Bediüzzaman'la tanışması
"1936 senesinde Kastamonu'daki 131. Alaydan terhis olduğum zaman, Bediüzzaman isminde âlim bir zatın sürgün olarak geldiğini işitmiştim. Kendisi bir karakol karşısında yapayalnız yaşıyormuş. Kendisinin yüzünden zarar görmemesi için kimse ile görüşmüyormuş.
"İnebolu'ya geldiğimde, merhum pederim Ahmed Nazif Çelebi'ye anlattım. Babam:
"Ben bu zâtı tanırım, 1908 Meşrutiyetinden sonra yanında bir hey'etle İnebolu'ya gelmişti. İnebolu'nun meşhur âlimi Hacı Ziya Efendi ile birlikte şehirdeki camileri gezmişti. Şadırvanda abdest alırken yüzlerce insan toplanmış, hürmet ve sevgi ile kendilerini seyrediyordu. Ziya Efendi halka 'Ayıptır, çekilin' deyince, hey'etten bir zat: 'Bırakın baksınlar. Bu zat bakılacak bir zattır." dedi. Yahya Paşa Camiinde namaz kıldılar. Vapura uğurlarken caddenin iki tarafına dizilen halkı, elini kalbinin üzerine getirerek selâmlamıştı. İstanbul gazetelerinde de yazılarını okudum. 'Yarın Kastamonu'ya gidip ziyaret edeceğim' dedi.
"Nur Risaleleri İnebolu'ya böyle girdi"
"Babam Kastamonu'ya gitti ve geldi. Beraberlerinde 4. Şua olan Âyet-i Hasbiye Risalesini getirdi. Bu risaleyi yazdı, bana verdi. Üstadı, nerede ve nasıl görebileceğimi tarif ederek, beni Kastamonu'ya yolladı.
"Kastamonu'ya geldiğimde Nasrullah Camiinin avlusunda çayhane işleten şarklı Küresin Aşiretinin Beyi olan Emin (Çayırlı) Beyi ve H. Tahirî'nin oğlu Ahmed Kuzu'yu aradım. Onlar vasıtasıyla Üstad'ı ziyaret edecektim. Ahmed Kuzu'nun oğlu Selâhaddin'le birlikte, kaldığı eve gittik. Evde yoktu. 'Karadağ'a çıkmıştır, haydi seni götüreyim' dedi. Selâhaddin küçük olduğundan 'Sen zahmet etme, tarif et, ben bulurum.' dedim. Kastamonu yakınlarında bir saatlik mesafede yürüyerek dağa çıktım. Karadağ'da ufak bir tepenin zirvesinde bir ağacın altında beyazlar giyinmiş bir zat namaz kılıyordu. İçimden 'Her halde bu zattır' dedim. Selâm verdikten sonra, başı ile oturmamı işaret etti. Diz çöktüm, duasına 'Âmin' dedim. İnsanlığın ve İslâm dünyasının huzur ve selâmeti, dünyevî ve uhrevî saadeti için hazin bir sada ile niyaz ediyordu. Bilâhare getirdiğim kitabı verdim. 'Sen hoş geldin kardeşim, bu risalenin tashihatını yapayım' dedi. Tashih işi yarım saat sürdü. Bu esnada ilk defa gördüğüm Hoca Efendiye dikkat ediyordum. Dikkatle tashihat yapıyor, kelimedeki noksanlıkları harf ve noktalara kadar düzeltiyordu. 'Sen de yazı biliyor musun?' dedi. Bir cümle yazdırdı.
"Maşaallah... Keçeli güzel yazıyorsun, sana bir risale vereceğim, yazar mısın?" dedi. 'Memnuniyetle' deyince, birden dokuza kadar Küçük Sözler'i verdi. Yazacağımı ifade ettim. Babama da ayrıca 11. ve 12. Sözleri gönderdi. 'Eğer arzu ederse yazsın ve bana tashihe göndersin. Eserler aynen yazılmalıdır.' dedi. Müsaade isteyerek huzurundan ayrıldım.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.