Hüseyin EREN
Şereflilerin alnından öpmek
Mısır coşmuş, Lübnan şahlanmış, Irak şevklenmiş, Cezayir iştiyak içendeydi Dağyenice’de. Hakikat aşkı sınırları sıfırlamış, sınıfları sıfırlamış, ırkları sıfırlamış, mekânı sıfırlamış, zamanın sıfırlamıştı… Var olan muhabbetti, var olan uhuvvetti, var olan şefkatti… Var olan, feyizdi, var olan bereketti, var olan şifa idi…
Kinin ne işi vardı, adavetin ne işi vardı, nefretin ne işi vardı, tarafgirliğin ne işi vardı, inadın ne işi vardı marifetullahın olduğu yerde, muhabbetullahın olduğu yerde, imanın olduğu yerde, kardeşliğin olduğu yerde… Yoktu zaten, olamazdı da.
Arapça konuşan genç akademisyenler, iman hakikatlerinin müzakeresiyle meşguldü Bursa, Dağyenice’de. Türk ve Arap kardeşler Kur’an hakikatlerinin önünde diz çökmüş beraber mütalaa eder duruma geliyorlar ya düşmanlar kuduruyor, kudurdukça dessasane ifsatlarını arttırıyor, ifsatlarını arttırdıkça sinsileşiyor, sinsileştikçe saldırganlaşıyorlar. Var güçleri ile hücum içindeler; çukurunuzda boğulun, oyununuzda telef olun, dünyanız yesin sizi.
Dağyenice’deki manzarayı görselerdi gayzlarından çatlayacak hale gelirlerdi herhalde. Bir Arap akademisyenin Ali Çakmak ağabeyin iki defa alnından öpmesi bütün konuşmaları özetleyen bir fotoğraftı. Yine Naci Atış ağabeyi alnından öpen başka bir akademisyen aynı manayı perçinliyordu.
Aslında Kahire İstanbul’un alnından öpüyordu, Bağdat Barla’nın alnından öpüyordu; Cezayir’in coşkusu, Fas’ın alkışı, Lübnan’ın raksı bundandı.
Ağlamak ne ki? Hangi doğum sancısız olmuş, hangi saadete kedersiz ve bedelsiz erişilmiş? Risale-i Nur’ ların yazılış ve yaşanış serüveni bunun yaşayan bir şahidi değil mi? Bundan sonra da değişmeyecek bu fıtri hal.
Dağyenice’deki sükûn hal, sekine tavır; yeni fetihler muştular gibiydi. Kelimesiz konuşmalar, alnından öpüşler bunu fısıldıyordu dağın, akşamın sessizliğinde.
Barla’nın gürültüsü, patırtısı var mıydı? Sadece hakikatin gök gürültüsü vardı; o gürültü şimdi şehirlerde geziyor, akıllarda geziyor, kalplerde geziyor, genç dimağlarda geziyor; bahar kokuları, diriliş kokuları, muştu kokuları, fetih kokuları bırakıyor gittiği yerlere. Gürültü yine yok. Konuşan sadece hakikat, hareket eden hakikatin hizmetkârları. İstihdam olmak; şükür gerektiren ne büyük şeref.
O şereflilerin bin defa alnından öpülür. O şerefe şahitlik etti ya gece; gündüzler yakın, muştular yakın, fetihler yakın. Ağlama Suriye, ağlama Irak, ağlama Filistin; küfrün beli kırılalı çok oldu, yeni bir medeniyetin ayağa kalkışını alkışlıyor yeryüzünün çiçekleri, gökyüzünün yıldızları.
Ne gam, ağlayan dünyalılar olsun.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.