Hüseyin YILMAZ
Sıcacık bir tebessümdü Şaban Döğen!..
Öğle namazının farzına henüz durmuştum... Cep telefonuma düşen bir mesaj sinyali hilâf-ı adet olarak içimde bir ürpertiye inkılâb etti. Namazın akabinde ilk iş olarak elim telefona gitti... Halbuki bâzen mesajlarıma günlerce bakmadığım olur, dostlarım serzenişte bulunur, ama yine de bu halin devamına engel olamam. Ama içimden bir his mesajı okumaya sevkediyordu.
Heyhat ki, dostları, dost ve ağabeyim Şaban Döğen’in vefatını haber veriyorlardı. İri ıslak gözleriniden doğup geniş alnı ve dost çehresini aydınlatan sımsıcak tebessümüyle gözlerimin önünde belirdi; vedã edecek gibi değil, uzunca bir sohbetin besmelesini çekecek gibiydi.
Aylar var ki, karşılaşamamış, görüşememiştik... Herzamanki gibi benden vefalı çıkmış, kalkıp gelmişti... Kucaklaşmak için hamle ettim... Şaban ağabey, bu doyasıya sarılma ihtiyacı duyduğum, temasıyla sıcaklığını hissettiğim, tebessümü ılık bir mai gibi damarlarımda dolaşan kişi ise, bu tuhaf mesaj da neyin nesi!.. “Şaban Döğen Hocamız vefat etti!” de ne oluyor?.. Böyle şaka olur mu?.. Up uzun bir ân bu... İnna Lillahi ve inna İleyhi râciun...
1983’de Yeni Asya gazetesinin çatısı altında tanıştımıştık. Ben yirmiüçyaşında bir delikanlı, o ise henüz otuzunu aşmış genç bir insandı... Ne genci? Şaban döğen hiçbir zaman genç olmadı... Evet, herkes gibi genç bir vücudu oldu, omuzları daha dik, saçları daha gür, adeleleri belki daha gergindi; doğru... Ama o genç vücudunun içinde ihtiyarları bile gıpta ettirecek mütekamil bir ruh olarak yaşadı; hep kâmil, hep olgun, hep ihtiyardı...
Kızdığı, hiddetlendiği, sesinin tonun yükseldiği olur muydu? Hiç hatırlamıyorum, hiç şãhid olmadım... Işıltılı gözleri ve aydınlık çehresinin aslî bir unsuru gibi duran tebessümü simãsını terkeder miydi? Bilmiyorum, hiç şahid olmadım... Uyurken tebessümü ne olurdu, uyur muydu? Sanmıyorum, daha doğrusu tahayyül edemiyorum... Ruhu bedenini terkederken tebessümünü de alıp götürdüyse yakınındakiler bu ışıltılı yükselişe şahid olmuş olmalılar... Öyle olmalı... Ruh bu tebessümü dost simâsından koparmaya kıyamadıysa, Şaban ağabeyin çehresi hâlâ gülüyor olmalı...
Şaban Döğen, herşeyden çok, sıcacık bir tebessümdü; harika bir dost, bir gönül ehliydi... Ve dâvâsından kopmayan, yılmayan gayretli bir dâvâ adamıydı... Belki çok öne çıkmıyordu, belki esip gürlemiyordu, belki çok konuşmuyordu... Doğru! Ama karınca gibi mütemâdiyen çalışıyordu, kendi halinde, sessis sedasız, ama mütemadî bir çalışma...
İki yıl kadar önce hizmet zeminlerinde sık görüşür olmuştuk, ayda bir sefer Risâle mütalâalarının yapıldığı bir dost meclisine birlikte iştirak ediyorduk. Meselelere vukufiyeti takdir-e şãyãndı... Hemen her meseleyi, çocuk safveti denebilecek bir merak ve şaşkınlıkla karşılıyordu, hayretler içinde dinliyor veya konuşuyordu. Dağların gürültülü çağlayanlarından çok, kırk koldan beslenmiş ovaların sessiz nehirlerine benziyordu; taşıdığı muazzam suyun hacmini, derinliklerini belli etmeyen nehirlere...
Ağabey!.. Bir kardeşin, bir dostun olarak senden rãzıyım, varlığına muttali olup olmadığım her ne hakkım varsa annenin ak sütü gibi helâl olsun. Umarım sen de fakirden rãzı ve memnun gittin, öyle ümid ediyorum. Düşünce ve ruh dünyamızda sıcacık bir tebessümün arkasında yaşayac ak olan Şaban Döğen ağabeye Cenab-ı Hakk’tan rahmet ve mağfiret niyaz ediyor, kederli ãilesi ve dostlarına sabırlar diliyorum.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.