Abdulkadir MENEK
Silahlara veda
Kürt Meselesi, Cumhuriyet tarihinin en fazla can yakan, insanlarımıza en büyük ızdırabı ve acıyı yaşatan mesele olarak, şöyle veya böyle sürekli olarak gündemimiz de çok önemli bir yer işgal etmeye devam etti.
Bu meseleye yaklaşım konusunda farklı bazı görüşler hep çatışma içinde oldu. Konuyu sadece bir güvenlik meselesi olarak görenler, Cumhuriyet Tarihi boyunca çok belirgin bir üstünlükle iktidarda kaldılar.
Son yıllara kadar, meselenin demokratik yönü, insan hakları ve etnik aidiyete bakan hususları, umumiyetle mahcup ve çekingen bir üslupla ifade edilmeye çalışıldı. Zaman zaman da konuyu bu veçheleri ile gündeme getirmeye çalışanlar; ‘’bölücülük’’ ‘’vatan hainliği’’ ‘’millet düşmanlığı’’ yaftalarının muhatabı oldular.
Fakat artık her şey ile birlikte Kürt Meselesine olan bakış da değişmeye başladı. Bu meselenin, devletin derin katmanlarında ve direnç göstermeye devam eden mahfillerde kabul edilmeye başlaması veya bu çevrelerin devre dışı bırakılması kolay olmadı.
1991 yılında Yardımcısı Erdal İnönü ile birlikte iktidarı devralan Başbakan Süleyman Demirel, ilk yurt içi gezisini Diyarbakır’a yapmış ve burada yaptığı konuşmada ‘’Kürt Realitesini’’ tanıdıklarını söylemişti.
Bu beyan çok büyük bir iyimserlik havasının ortaya çıkmasına sebep olmuş ve ülkede adeta bir bayram havası esmişti. Fakat sonraki günlerde uygulanan politikaların, tam aksi bir istikamette cereyan etmeye başlaması herkesi şaşırtmıştı.
Bunun sebebi daha sonraki günlerde anlaşılmış ve umutlar başka bir bahara ertelenmişti. O zamanlar A Takımı diye tabir edilen yeni ekibin bir üyesi olarak DYP’den İstanbul Milletvekili seçilen eski Hariciyecilerden Coşkun Kırca bir beyanat vermiş ve ilginç bazı ifadeler kullanmıştı:
’’Kürt realitesi sözü çok kafa karıştırdı. Doğru olmadı. Nitekim askerler uyardı, Demirel de bir daha Kürt realitesi falan sözünü ağzına almadı.’’ (Hasan Cemal, Kürtler, sayfa: 54)
Kürt Meselesini bir asayiş ve güvenlik meselesi olarak gören geçmiş hükümetlerden farklı olarak, mevcut hükümet ve özellikle Recep Tayyip Erdoğan bütün riskleri göze alarak ve üstlenerek meseleye çok farklı bir açıdan yaklaşmayı ve çözmek için kuvvetli bir irade ortaya koymayı başarmışlardır.
Oslo görüşmeleri ile başlayan bu süreç, daha sonra farklı aşamalardan geçerek bugüne kadar ulaştı. Bugün ulaşılan ve artık ciddi olarak silahların bırakılmasının konuşulmaya başlandığı yeni döneme, her açıdan çok büyük bir gayretin ve cesaretin neticesi olarak ulaşılmıştır.
Bir ulus devlet olarak kurulan ve ırkçı reflekslerin çok kuvvetli olarak egemen olduğu bir anlayışla yönetilen bu topraklarda, gelinen bu noktayı çok büyük bir başarı olarak görmek ve alkışlamak gerekir.
Halkı bu noktada ikna etmek ve böyle bir sükunet ortamı içinde bu kadar önemli bir sonuca ulaşmak, elbette her babayiğidin karı değildir. TRT Kurdi’nin kurulması, Okullara seçmeli Kürtçe dersinin konulması, Üniversitelerde Kürt Dili ve Edebiyatı Enstitülerinin kurulması, buralarda Kürtçe dili ile öğrencilere eğitim verilmeye başlanması, köy ve belde isimleri üzerine konan ambargonun kaldırılması çok büyük adımlardır.
Mesud Barzani ve Şıvan Perwer’in Türkiye’ye davet edilerek, Diyarbakır’da sergilenen kardeşlik ve dostluk tablosu, birçok tabunun yerle bir olması için çok önemli bir adım olmuştur.
Atılan adımlar, elbette bu saydıklarımızdan ibaret değildir. Fakat her şeyden önemlisi, devletin derin katmanlarında egemen olan katı ve ırkçı direncin yıllara yayılarak, çok doğru politikalarla ve sabırla bertaraf edilmesi için yapılan çok değerli ve hayati çalışmalardır.
Bunun için nelerin yapıldığını, hangi önemli adımların atıldığını, hangi tehlikelerin atlatıldığını, bu çevrelerin nasıl bir irade ve kararlılık ile ikna edildiğini veya devre dışı bırakıldığını elbette bilmemiz mümkün değildir.
Burada milletin çok değerli ve sürekli desteği, en büyük kuvvet kaynağı olmuştur. Fakat geçmişte yaşanan tecrübeler ve şahit olduğumuz olaylara bakarak, bu sürecin çok büyük zorluklarla atlatıldığını söyleyebiliriz.
Bazıları yapılan işlerin ve atılan adımları çok normal ve geç kalmış adımlar olduğunu söyleyecektir. Elbette haklıdırlar. Fakat Türkiye’de yaşanan katı ırkçı, laik, ladini, İslamiyet’i toplum hayatının tamamen dışına atmayı amaçlayan ve ayrıca bütün Kürtleri Türkleştirmeye dönük politikalar ve eğitim sistemi göz önüne alındığında, bu adımların ne kadar önemli olduğu, daha açık bir şekilde anlaşılacaktır.
Bunun içindir ki, Çözüm Süreci için ‘’Cumhuriyet tarihinin en büyük projesi’’ denildiği zaman, bunu bir abartı olarak görmemek gerekir. Konu üzerine çok şey yazılıp çizildiği için, tekrar eski defterleri açmaya gerek yoktur.
Bu ülkede insanların öldürülme, kaçırılma, fail-i meçhullere kurban olma korkusu olmadan yaşamasının hazzını tarif etmek mümkün değildir. Hele hele son otuz yılda bu şekilde heba ettiğimiz kırk bin canımızı göz önüne aldığımızda, yaşanan dehşet ve vahşetin boyutu daha net bir şekilde göz önüne gelebilecektir.
İnşallah artık bu topraklarda fail-i meçhuller yaşanmayacaktır. Hiçbir gencimiz dağa çıkmayacak, hiçbir baba acılarını içine gömmeyecek, hiçbir annenin feryadı afakı kaplamayacaktır.
Herkes duygu, düşünce ve isteklerini herhangi bir korku içinde olmadan ifade edebilecek, devlet her vatandaşını, eşit insanlar ve vatandaşlar olarak muhatap alacaktır.
Toplumun bir kesimi başka bir kesimini ön yargı ve düşüncelerinden dolayı küçük görmeyecek; herkes, başkalarının haklarına saygı göstermek şartıyla kendi haklarını en hür ve şahane bir şekilde savunabilecektir.
Ülkemizin kaynakları ve zenginlikleri, bu ülkede yaşayan bütün insanların refah ve saadeti için harcanacak, bu kaynaklar, yersiz ve gereksiz bir şekilde silah ve bombalara harcanarak heba edilmeyecektir.
İnsan olmanın, Müslüman olmanın ve bu vatanda yaşayan hür insanlar olmanın şerefi ve mutluluğu ile herkes birbirine hoşgörü ve sevgi ile bakacaktır.
Bu süreçten ve gelinen bu çok önemli noktadan memnun olmayan bazı kişilerin yazdıklarını ve beyanatlarını da gördükçe elbette hayret etmemek elde değildir. Yıllarca bu ülkede kardeşlikten ve Kürt Meselesinin demokratik bir zeminde çözülmesinden bahseden Cengiz Çandar’ın yazdıklarına ne demeli?
“Bu öyle bir hal aldı ki, Abdullah Öcalan, Abdullah Öcalan olmaktan çıkıp, adeta AKP’nin elinde “joker” olarak tuttuğu bir “kart” görüntüsü vermeye başladı”
Elbette bu büyük başarıdan ve gelinen çok önemli noktadan rahatsız olanlar, sadece Cengiz Çandar’dan ibaret değil. Daha birçok yazar ve siyasetçinin yazdıkları ve beyanatlarına baktığımız zaman, meseleye sırf siyasi olarak bakmanın insanları ne hale getirdiğini rahatlıkla görmek mümkündür.
‘’Silahlara Veda’’ hak, hukuk, kardeşlik, eşitlik, demokrasi, sevgi ve barış zemininde yepyeni bir dünyaya ‘’Merhaba’’ demek olacaktır.
Siyasi muhalefet ve husumetlerinden dolayı insanlarımızı ve ülkemizi dahi feda edebilecek öfke ve kızgınlığa sahip olanlar için, ancak ve ancak ıslah ve vicdanlarını dinleme temennisinde bulunabiliriz.
İnşallah yepyeni ve tertemiz bir sayfa açılacaktır. Demokratik hakların kullanımına yoğunlaşacağımız; birlik, beraberlik ve kardeşliğimizi ön plana çıkaracağımız; ortak paydamız olan inancımızın, dinimizin en büyük birleştirici ve muhabbet kaynağı olarak çok büyük rolü oynayacağı yepyeni bir döneme hep beraber hazırlanalım.
Süreç tam anlamıyla başarıya ulaştıktan sonra, artık ‘’Demokrasinin cemalini’’ temaşa etmeye başlayabiliriz.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.