Afife ARTIK
Skolastik bataklığına uğramamış Üstadın skolastik bataklığındaki...
Skolastik bataklığına uğramamış Üstadın skolastik bataklığındaki talebesi miyim?
Üstadım Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nden Allah ebediyyen razı olsun.
O kadar harika bir hayat, öyle fevkalade bir tarz, favkalade bir neticeye sebep olmuş ki; adeta ben onun arkasına saklanıp da tembel tembel otursam kimse fark etmeyecek. Haydi başkalar fark etmesin çok sorun değil ama neredeyse ben bile fark etmeyeceğim.
Risale-i Nur’un öyle fevkalade bir ifadesi, öyle fevkalade belagati, öyle fevkalade ilmi var ki kör cahil de olsam dilime Risalelerden birkaç cümle doladım mı adama benziyorum. “Vay be ne ilim ehli ama!”
Zahir nazarda da Risale-i Nur sanki buna müsaade ediyor, ses çıkartmıyor, onun ruhundan ve içindeki ilim ve imandan bîhaber olanlara bile kendini cömertçe veriyor gibi görünüyor. Kim olursa olsun –ister âlim, ister zalim- onu dillendirebiliyor ve cümlelerini pekala kullanabiliyor gibi. Peki bu işin bâtını da böyle mi?
Risale-i Nur, gezdiği dillerin her birinde hakikati ile beraber gezse idi, içindeki nur da onlara eşlik etse idi çoktan bütün insanlar fevc fevc İslama girmiş olmalı değiller miydi? Kitap gibi görünen ama kitabın arkasına bir Nuru tevarüsen kalplere akıtan bu eseler anlaşılarak okunsa, lafzını ezber edip de kalbinde o Nuru yerleştiremeyen kalır mıydı? Dilde nur, kalbim zulmette kalabilir miydi? Derste nuranî bir zat gibi, günlük hayatın içinde cehennem zebanisi gibi olabilir miydim?
Risale-i Nur’a talebe olmak onun sadece lafzını öğrenip de başkalara aktarmak mıdır? Yoksa Risale-i Nur ile ne yapılmak isteniyor ise onu bulup onu yapmak yolunda gayret göstermek midir? Risale-i Nur o kadar kıymetli ki elbette o uğurda sarf edilen dakikalar, ömürler, emekler hepsi de kıymet kazanır.
Bununla beraber Risale-i Nur, ben onun şahs-ı manevisi içinde yerimi bulup işimi yapamadığım sürece benim hayatımın neticesi, fıtratımın vazifesi ve saadetimin sebebi olamaz. Çünkü Risale-i Nur vücuda gelmiştir. Bediüzzaman’ın hayatının neticesi, fıtratının vazifesi ve saadetinin sebebi olmuştur. Bununla, Bediüzzaman Risale-i Nur uğrunda maddi ve manevi her şeyini feda etmiş ve hayatını, saadetini, vazifesini hep Risale-i Nur ile tanımlamıştır. Küçüklüğünden beri maddi ve manevi hayatı Risale-i Nur’u netice verecek şekilde taktir edilmiş.
Peki biz Risale-i Nur’a talebe olmaktan ne anlamalıyız? Okumak elbette başlangıçtır ama okumak anlamak içindir, anlamak da yaşamak içindir. Durmadan okumak okumak elbette muhafazası için gereklidir. Fakat ben mi Risale-i Nur’u muhafaza edeceğim yoksa Risale-i Nur’dan himaye ve muhafaza olunmamı mı talep edeceğim? Elbette güçlü olan zayıf olanı himaye eder ve korur, siyanet eder. Dolayısıyla benim önceliki vazifem korunabilecek kadar (küfürden, şirkten, dalaletten, gafletten ve saire) Risale-i Nur ile meşgul olmaktır. Ne kadar ihtiyacım varsa elbette o kadar sığınırım. Bu nedenle Risale-i Nur’un fıtrî ve en birinci talebeleri aciz ve korunmaya muhtaç çocuklar ve daha sonra hanımlardır. Hususen de dünyadan ürkmüş, dünya zînetiden iğrenmiş, ihtiyar hanımlar. Erkekler ise fırî vazifeleri gereği bu dünyada daha çok himaye etmekle mükellef olduklarından çocuklar veya hanımlar kadar aczlerini hissedemeyebilir ya da hissetse de vazife gereği çok belli etmemeye çalışabilirler. Fıtraten de cesurdurlar. Bununla birlikte erkek nur talebeleri de öncelikli vazife olarak Risale-i Nur’u kurtarmak değil de Risale-i Nur ile îmanlarını kurtarmak ile muvazzaftırlar.
Risale-i Nur ile İmanını kurtarmak ise sadece onun lafzını okuyup anlamak değil aynı zamanda lafzın bizi götürdüğü manalara ulaşmak iledir. Bu manalar ise nazlı ve nazenin, kendini herkese göstermekten sakınan güzeller gibidir. Mihri verilmeden onlara yaklaşmak olamaz. Risale-i Nur’un mihri ise dikkattir. Dünya ile, siyaset ile, çekişmeler ile sarhoş olanların ise bu dikkati îman hakikatlerine verebilme şansları epey azalmıştır. Birinci gayesi dünya olan, zahirde Allah için dese de bir dünyevi gayeyi hırsla takip eden insan Risalelerin kendisini davet ettiği ulvî mana mertebelerinde nasıl seyeran edecektir? Dikkatini ve merakını vermeden Risalelerin lafzından gayrı ne ile muhatap olacaktır? Hele o ulvî manaların kutsî kelimeleri yerine sahtelerini koymak cüretinde bulunduktan sonra Risaleler ile nasıl bir irtibat kurabilecektir?
Biz yine kendimize dönmeliyiz. Allah kendisine ait olanı korur ve vaadi var. Kur’an-ı Kerîm’ini koruyan Allah, bu asırda kullarını Kur’an ve Peygamber ile kavuşturan Risale-i Nur’u elbette koruyacaktır. Bizim korumamız gereken ise Risalelerin bizim içimizdeki yeri ve önemidir, bize ifade ettiği manadır. Bize ifade ettiği mana ise hayatımızı onun içine koymakladır. Risale-i Nur kimsenin yaka rozeti veya hayatındaki küçük bir ayrıntı olmayı kabul edemeyecek kadar ulvîdir, kutsîdir. Menbaı Kur’andır ve sünnettir. Ayet ve hadisten hayatını alır ve Arş-ı Azam’dan ve İsm-i Azam’dan ve her ismin âzâm mertebesinden gelen Kur’an ile bağlıdır. Risale-i Nur’a bağlanmak, Kur’ana bağlanmaktır. Kur’andan başka hiçbir şeye de alet olamayacak kadar ulvîdir. Ne kimsenin şanına ne kimsenin servetine ne bir cemaatin bekasına hizmetkâr olamaz. Kendisini alet etmek isteyenlerin elinden ise hakikatini çeker alır. Kimsenin zulümlü oyunlarına alet olamaz zira adı üstünde Nur’dur, zulmeti içinde barındırmaz. Onun girdiği yerde zulmet dağılır, şeytanlar kaçışır, habis ruhlar kül olur.
Ben de eğer zulmetli kafamı bırakmaz isem, kamere aşık katre rolünden de çıkamazsam Nur’a güzel ayine olamam. Risale-i Nur ise ayine ister vekil istemez. Ya safileşeceğim ki bende aksetsin ya da ona ait olduğum avuntusu ile kalacağım. Oysa safi olmadığımdan bendeki akis Nur’dan da olsa Nur’un kendisi olmaz.
Pek çok malumat arasında bir yere konulmaya çalışıldığında Risale-i Nur temayüz ettiğinden ve ferd-i ferid makamında olduğundan kendini tam göstermez. Ancak diğerlerini tard ile kendi parlar. Diğerleri ile denk tutulmak istese orada kendi hâsiyeti ile bulunmaz. Gölgeli olur, parlamaz.
Ne uzun ne derin ne de ince bir meseledir ki kendini de fazla yazdırmaz. Yazmaya bilek gerek, yürek gibi yürek gerek ehlinden gayrısı bunu dememek gerek. İnşallah bir ehil güzel îzah eder biz de nurlara, nurlara lâyık olacak şekilde tâlip olmayı öğreniriz. Zulmetimiz içinde nur aramaktan, yıldız böceği gibi olmaktan kurtuluruz.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.