Ediz SÖZÜER
Sonsuz bir kudretin delilini, Onun yokluğuna delil yapmak!
Şu kâinatın ve canlıların üstünde görünen hayranlık verici görsel estetiğin, göz alıcı güzelliğin, incelikli sanatın ve karmaşık tasarımın yapılabilmesi ve çok sayıda mekanizmanın birbiri içine girip beraber çalışması ve sürekli işlemesiyle bölünemez bir bütün haline gelmiş devasa düzenin hassas dengesinin meydana gelebilmesi, bozulmadan devam edebilmesi ve çok faydaları netice veren önemli vazifelerinin aksamadan yerine getirilmesi, ancak her şeyin her şeyini gören, bilen, düşünen, planlayan ve karar veren kapsamlı bir ilme ve iradeye ve her şeyi idare eden ve kâinatı yaratan büyük bir kudrete sahip olmakla mümkün olabilir, başka yolu yoktur.
Çünkü hepsi birbiri içinde çalışıyor. En küçük bir şeyi yaratabilmek ve o büyük düzen içerisinde işler hale getirebilmek ve o düzeni bozmadan onu orda çalıştırabilmek için bütün kâinatı yaratabilmeniz, bütün kâinatla olan işleyişlerini bilebilmeniz, kontrol edebilmeniz gerekiyor. Başka türlü olmaz.
Bütün harflerinin tek tek matbaada dizilmesi yerine, bir tek kalemle kolayca yazılabilen mektup misali gibi, kader ve kudret kalemiyle her şeyin Allah tarafından kolaylıkla yazıldığını ve yazılmaya devam ettiğini kabul etmek, eşyanın gözümüzle gördüğümüz vaziyetine, çok daha uygun düşüyor.
Bilimsel düşünce ve yaklaşıma da çok daha uygun düşüyor. Her ne kadar matematik kesinliği olan bir hakikat olmasa da. Öyle olursa imtihan sırrı bozulur. Öyle olmayacak zaten. İman hakikatinin gerçekliği, %100’e yaklaşacak, yaklaşacak ve “%99,9999..99 ihtimalle böyle olmalı. Evet başka bir yolu yok, bütün eşya kâinat çapında bir tek kudret tarafından yaratılmalıdır”a gidecek fakat %100 olmayacak. Olursa imtihan sırrı bozulur.
İmana dair hakikatler, kendi delillerini ispat edecek kadar açıktırlar. Fakat herkesin mutlaka mecburiyetle kabul etmesini netice verecek kadar da kesinlik arz etmezler ve bir derece örtülü bir yapıdadırlar ve öyle de olmalıdırlar. Çünkü eğer böyle olmazsa elmas ruhlu insanlarla, kömür ruhlu insanları insanları nasıl ayırt edeceksiniz? Çünkü o zaman herkes kabul edecek.
Evet eşyanın Allah tarafından yaratıldığını kabul etmek, eşyanın görünen haline çok daha uygun düşüyor.
Çünkü hakikaten de tek bir kudretin elinden çıkmış gibi son derecede kolaylıkla var olmuyor mu her şey? E, oluyor. Düşünmüyoruz bile işte, bariz zaten her şey, tıkır tıkır işliyor. Bakın şimdi, şu ifadeye dikkat edin. “Tıkır tıkır işliyor. O zaman kendi kendine oluyor, zaten oluyor bitiyor, tabiat yapıyor!” Gerçekten öyle mi?
Ancak bu kadar kör olunabilir. Müthiş ve büyük ve sınırsız bir kudretin delilini, yokluğuna delil yapmak! Ancak bu kadar akıl dışı bir hüküm olabilir.
Sonsuz bir kudretin delilini, onun yokluğuna delil yapmak! Bu kadar rahat ve kolay oluyor diye! Sahipsiz mi tüm bu eşya? “O” olmadan oluyor öyle mi? Bu kadar kolay oluyor diye!
“O”nun kudreti çok büyük olduğu için o kadar kolay oluyor olmasın sakın! Yoksa o işlerin yapılması o kadar kolay olduğu için değil! Düşünmek lâzım, düşüncesiz olmamak lâzım.
Allah’ın varlığını kabul etmek gibi zahmetsiz bir yolda yürümek istenilmezse, “Eşyada meydana gelen tüm faaliyetleri tabiat yapıyor veya eşyanın kendi tabiatı icabı öyle oluyor” demekte ısrar edilirse ve gözümüz önündeki faaliyetleri tabiatın yaptığı kabul edilirse, o faaliyetlerin yapılabilmesi için gerekli tüm özelliklere sahip bir tabiatın varlığı, zorunlu olarak kabul edilecek demektir.
Şu resmi sizin yaptığınıza inanmamız için, o resmi yapacak kabiliyetin sizde olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Başka türlü resmi yaptığınızı kabul edemeyiz. Resim kabiliyetiniz yoksa nasıl yapacaksınız o resmi, değil mi? Ha bir başkası sizin elinizden tutup yaptırırsa o başka!
Hani böyle beş yaşındaki çocuğun elinden tutarsınız, kalemi eline verirsiniz ama aslında elini siz tutarsınız, kalemi de siz tutuyorsunuzdur. Onun elinden tutup sanki o okuma yazma bilmeyen çocuğa kendisi yazıyormuş gibi yazdırırsınız, o ayrı.
Aslında tabiat da aynen böyledir. Allah kendi kudret kalemiyle o tabiatı ve o atomları alet olarak, kalem gibi kullanıyor.
Düzgün, sanatlı ve işlevsel bir eşyanın icad ve inşa edilmesi için, ya maddî veya manevî kalıpların kullanılması zorunludur.
Yani, tabiatın, ya işlediği her yerde, göze görünmediği halde varlığı kabul edilmek zorunda olan makinelere, hatta fabrikalara sahip olduğu kabul edilecek ve o manevî (görünmez) makineler, görünmeyen maddî kalıplar üzerinde işleyecek. (bu nasıl olacaksa) Veyahut eşyada, manevî kalıplar üzerinde işlenildiği kabul edilse, o halde ancak şuur, ilim, irade, kudret sahibi olan biri o manevî kalıplarda işleyebilir. Çünkü maddî kalıp olmazsa, ilmî ve manevî bir kalıpla, yani bir zihinde soyut varlığı bulunan plan ve modelle o eşya yapılabilir. Bu işin başka yolu yoktur. Başka yolunun olduğunu iddia eden birine de “akıllı ve bilime inanıyor” demeyiz. Şahsî kanaatimiz budur.
Netice olarak, "eşyayı tabiat yapıyor" uydurma senaryosunda etrafımızda şahit olduğumuz faaliyetlerin yapılması için gerekli tüm özelliklere sahip bir tabiatın varlığını kabul etmemiz gerekiyor.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.