Abdulkadir MENEK

Abdulkadir MENEK

Şubatın soğuğundan baharın ihtişamına

Kâinatın Yaratıcısı, her şeyi bir düzen ve intizam içinde yaratmıştır. Kâinattaki bu İlahi kanun, bütün varlıklar üzerindeki hükmünü, hikmet ve kudret ile icra eder. Kışın yağmuru, karı ve soğuğu; yeni bir bahara, kâinatın yeniden yaratılmasına, yeni bir ba’s-u ba’del mevte zemin hazırlamak içindir.

Kışın bu fırtınalı ve soğuk yüzünün ardından, baharın tebessümü, mevcudatın yeniden ihtişamla yaratılması, rahmet ve bereket esintilerinin insanları bütün şefkat ve cömertliği ile kucaklaması gelmektedir.

Onun için de baharın güzellik ve bolluğuna kavuşmak için, kışın şiddetli soğuğuna ve fırtınalarına katlanmak ve dayanmak gerekir. Bazen kış mevsimleri çok uzun süre devam eder. Soğuk ve kar, yepyeni dirilişlere, bereketli baharlara zemin hazırlamak için hükmünü şiddetle icra ederken, çok sayıda telefat da olur ve maalesef bu kaçınılmazdır.

Hayvanların bir kısmı kış uykusuna yatarken, bir kısmı da bu dünyadaki vazifeleri tamamlar ve ölürler. Küçük bitkiler de bu şiddetli soğuğun etkisi ile toprağa karışıp yeni numunelerine mebde olmaya hazırlanırken, ağaçlar da adeta kış uykusuna yatar ve yeni bir baharın hazırlıklarını, kendi iç âlemlerinde sessiz bir şekilde yapmaya devam ederler.

İnsanlık âleminin de kış ve bahar mevsimleri birbiri ardına gelirken, İlahi hikmet ve kudretin sosyal yansımaları, aynı şekilde toplum hayatında hükmünü icra eder.Nev-i beşerin de gecesi ve gündüzü, kışı ve baharı vardır. Bu durum yıl olarak belirli zaman dilimlerine ve mevsimlerine maddeten taksim edildiği gibi, manevi olarak da kış ve bahar şeklinde belirli dönemler halinde tezahür eder.

İnsanlık çeşitli ve şiddetli fetret dönemleri, karanlık devreler, kapkara geceler ve dehşetli kışlar geçirmiştir. İnsanları bu şekilde şiddetli imtihanlara tabi tutan Kadir-i Hâkim, hükmünü ve hikmetini icra ettikten sonra Peygamberler ve Mehdimisal Zatlar vasıtasıyla yeni baharlara ve aydınlık gündüzlere kavuşturur. İnsanlar bu şekilde imtihanın yeni ve farklı bir şekline tabi tutulurlar.

İnsanlık âlemi, bu çerçevede, son yüzyılda tarihin ve insanlığın şahit olabileceği en dehşetli ve dessasane bir zulüm ve istibdata maruz kalmıştır. Ahir zamanın dehşetli zulüm ve katliamını yapan Deccal ve Süfyan ile birlikte,  çok sayıda Şeddat, Nemrut, Firavun, Ebu Cehil misali zalim ve despot şahsiyetler, teknolojinin de bütün imkânlarını kullanarak, yeryüzünü nifak, fitne, fesat, kan, feryat ve dehşetli haksızlıklar ile doldurmuşlar.

Şarktan garba bütün yeryüzündeki ülkelerde ve bütün insanlar üzerinde bu dehşetli fitne etkisini göstermiş ve bilumum beşeriyeti az veya çok etkilemiştir. Ahir zaman fitnesinin de en dehşetli özelliği budur ve kimse kendini tam olarak muhafaza edemeyecektir.

Bu konu üzerinde detaylı bilgiler verilebilir, fakat bu bir makale hacmini aşar. Bununla birlikte bu dehşetli fitnenin en dessasane olanına bizim ülkemiz sahne olmuştur desek, asla mübalağa sayılmamalıdır.

Son yüzyılda ve özellikle de ismine cumhuriyet denen, aslında despotizmin ve zulmün bütün çeşitlerini ihtiva eden dönem ile birlikte yaşanan felaket ve fecaatlere bir göz gezdirildiğinde, yapılan haksızlıklar ve zulümler, bütün dehşet ve vahşeti ile görülecektir.

Bu ülke insanının dinine müdahale edilmiş, çocuğunun ismini bile istediği gibi konmasına müsaade edilmemiş, köyünün, şehrinin, mahallesinin, sokağının bile ismi mesaj vermek ve beyin yıkamak için değiştirilmiştir.

İslam’ı ve Kürtçeyi çağrıştıran her isim, sembol ve kuruma hücum edilmiş, bunlar çeşitli bahane ve isimlerle düşman kategorisine konarak tahribat ve darbelere hedef edilmiştir.

Bu dehşetli tahribat ve zulmün, insanlarımıza verdiği zararın boyutlarını tahmin etmek mümkün değildir. Zaten bunların büyük bir çoğunluğu resmi tarih marifetiyle karartılmış, devlet güvenliği ve sırrı perdesi altında saklanarak ve imha edilerek, yeni nesiller tarafından öğrenilmesine izin verilmemiştir.

Ülkemizde bu dehşetli zulüm ‘’milliyetçilik’’ kılıfı altında yumuşatılarak sunulmaya çalışılan ırkçılık ve ilerleme ve çağdaşlaşma kılıfı altında sunulmaya çalışılan ladinilik şeklinde tezahür etmiştir. Devletin bütün kurum ve kuruluşları, bu maksadı gerçekleştirecek şekilde yapılandırılmış ve dizayn edilmiştir.

Bu noktada hemen şunu ifade etmemiz gerekir. Rabbimin rahmet ve inayeti ile bu milletin imdadına gönderilen Üstad Said Nursi ve O’nun telif ettiği muhteşem eserleri Risale-i Nur Külliyatının intişar etmesi sonucu, bütün hesap ve oyunlar bozulmuş, millet, meşru ve müspet iman hizmeti sayesinde değerlerine yeniden sarılmış ve muhteşem mazisini istikbale taşımasını bilmiştir.

Aslında gelişen ve değişen dünya şartlarına görünüşte dahi olsa çok fazla ters düşmemek için, demokrasiye geçilmiş, fakat devlete hâkim kurum ve kuruluşlar eliyle ve derin yapılanmaların marifetiyle, halkın oyu ile seçilen hükümetlere ancak belirli konularla sınırlı kalacak şekilde icraat şansı tanınmıştır. Kırmızı kitaplarla kırmızı çizgiler çizilmiş, bunlar bürokratlar eliyle, milletin seçilmiş temsilcilerine tebliğ edilmiştir.

Bu sınırları aşmaya çalışan ve milletin gerçek anlamda demokratik isteklerini yerine getirmek için, derin yapılanmalar ile konulan sınırları aşma cüretini gösteren hükümetler; kaos, anarşi ve kargaşa ile rahatsız edilmiş, iş yapamaz hale getirilmiş ve nihayet darbe ve muhtıralarla görevden uzaklaştırılmıştır.

12 Eylül 2010 tarihinde yapılan referandumun neticesinde, ‘’demokrasinin gerçek cemalini görmeye başlayacağız’’ diye yazmış ve bazı dostlarımızın tenkit ve hücumlarına maruz kalmıştık. Gerçekten, bazı eksikleri olmakla birlikte, 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan referandum sonucu kabul edilen yeni Anayasa maddeleri ile yeni bir dönem başlamıştır.

Bu çok önemli değişikliklerle, Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte derin devlet için çizilen sınırlar büyük oranda ortadan kaldırılmış, önemli yapısal değişiklikler gerçekleşmiş ve milletin meşru temsilcilerinin iş ve manevra alanı büyük ölçüde genişlemiştir. Belki bazıları yine eleştirecek fakat burada tarihe bir not düşmek için yazmak istiyorum. Türkiye’de gerçek anlamda milletin egemenliğine dayanan yeni bir ‘’Cumhuriyet’’ dönemi başlamıştır.

Bunun neticesi olarak 12 Eylül ve 28 Şubat darbelerinden millet adına hesap sorulmaya başlanmış, Ergenekon davası ile başlayan derin çete ve ihtilalci zihniyetlerde arınma ve hesaplaşma süreci için, hükümet yeni bir güç ve desteğe sahip olmuştur.

Belki bazıları buna ‘’İkinci Cumhuriyet’’ de diyebilir. Hiç önemli değildir. Fakat 27 Mayıs, 12 Eylül, 12 Mart ve 28 Şubat darbelerine imkân tanıyan ve destek veren bürokratik yapının yavaş yavaş milletin emrine girmeye başlaması ile başlayan bu yeni ve demokratik sürece ‘’Yeni Cumhuriyet’’ veya ‘’İkinci Cumhuriyet’’ demeyeceğiz de ne diyeceğiz?

Milletini seven ve siyasi bir tarafgirlik içinde olmayan herkes, bu yeni sürece insaf ile baktığı zaman, elbette destek ve dualarını esirgemeyecektir. Çünkü bu güzel ve hayırlı süreçten hangi kökenden ve hangi inançtan olursa olsun, bütün vatandaşlar yararlanacak ve herkes inşallah ‘’harekât-ı meşruasında’’ tam serbest olacak yeni bir düzene ve yeni haklara sahip olacaktır.

Üstad Said Nursi’nin Selanik Meydanında meşrutiyet için dediği sözlerini bu güne uygun bir şekilde yeniden ifade etmek istiyorum: ‘’Ey Demokrasi, seni ömr-ü ebedi ile tebşir ediyorum.’’

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum