Abdulkadir MENEK

Abdulkadir MENEK

Sultan II. Abdülhamid han, dönemi ve Bediüzzaman (IV)

Bediüzzaman ve Sultan Abdülhamid münasebetleri konusunda çok sayıda değerlendirme yapılmış ve bu değerlendirmeler halen yapılmaya devam edilmektedir. Bu konuda ifrat ve tefritten kaçınarak, objektif bir zeminde meseleyi tahlil etmekte fayda vardır. Bediüzzaman’ın, Sultan Abdülhamid’e karşı olduğu konusunda ortaya birçok iddia atılmıştır. Bunlar kesinlikle doğru değildir. Belki bu konuda en büyük şansızlık, yakın tarihimizin çok önemli bu iki şahsiyetinin, karşılıklı oturup konuşma imkanı bulamamış olmalarıdır. Eğer Sultan Abdülhamid gibi son derece zeki bir insan, Bediüzzaman ile tanışır ve O’nun fikirlerini dinleme imkanı bulsaydı, herhalde çok yakın ve sıcak bir diyalog gelişir ve bu fetret devrinde farklı bazı neticeler alınabilirdi. Fakat kader hükmünü icra etmiş ve mukadder sona ulaşılmıştır. Şeyh Şamil’in torunu Said Şamil’in ifade ettiği ‘’eğer Bediüzzaman bir asır önce gelseydi Osmanlı Devleti’nin mukadderatı değişebilirdi’’ çarpıcı sözlerini yabana atmamak gerekir.

Bediüzzaman Hazretlerinin,  Sultan Abdülhamid’in bazı icraatlarını tenkit ettiği, hürriyete ve meşrutiyete ciddi taraftar olduğu görüşü eserlerinde rahatlıkla görülmektedir. Belki şartların nezaketi gereği ortaya çıkan ‘’İstibdat Rejiminin ‘’  İslamiyet’te yeri olmadığını, İslam’ın adalet, hürriyet ve meşrutiyeti emrettiğini ısrarla ifade eder. Bu ifadelerin, ‘’Bediüzzaman, Sultan Abdülhamid’in şiddetle karşısında idi’’ şeklinde yorumlanması doğru değildir. Fakat Sultan hakkında kullandığı ‘’şefkatli’’ ve ‘’veli’’ tabirleri ile talebesi Mustafa Sungur’a ifade ettiği ‘’Sultan Abdülhamid’i her sabah duasına dahil ettiği ‘’ (1) sözleri, O’nun bu konudaki kanaatini net bir şekilde ortaya koymaktadır. 

Bediüzzaman, İttihat ve Terakkinin idareyi ele alması ve Anayasa’nın tekrar yürürlüğe konulmasının üçüncü gününde İstanbul’da ve daha sonraları Selanik’te Hürriyet Meydanı’nda  toplanan coşkun kalabalıklara muhteşem bir nutuk irad etti. Selanik, İttihat ve Terakki Cemiyetinin merkezi konumundaydı. Anayasa’yı yürürlükten kaldıran Sultan Abdülhamid’e büyük bir baskı vardı. 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı’ndan sonra ve şartların ağırlaşmasıyla birlikte yönetimde bir istibdat rejimi hüküm sürüyordu. Halkta ki huzursuzluk giderek artıyordu. Olaylar, gösteriler ve suikastlar, büyük bir sosyal patlamanın işaretiydi. Bu durumda daha büyük olayların önüne geçmek için Sultan, Anayasa’yı yeniden ilan etmek zorunda kaldı. Bediüzzaman böyle bir ortamda ‘’Hürriyet’e Hitap’’ nutkunu irad etti. Hürriyet, yıllardır peşinde koştuğu büyük bir hedefiydi ve Mardin’de Namık Kemal’in  Meşhur Rüya’sı ile uyandığını daha önceleri ifade etmişti. Bu hitabe Said Nursi’nin hürriyet hakkındaki görüşlerini anlatan bir manifesto niteliğindeydi.

Bediüzzaman gibi bütün hayatı boyunca hak, adalet, hürriyet ve meşrutiyet mücadelesi yapmış bir şahsiyetin, her ne şekilde olursa olsun ‘’müstebit’’ uygulamalara taraftar olması beklenemez. Fakat tenkitlerini yaparken, insaf düsturlarını asla elden bırakmamış, Abdülhamid’in şahsına direk olarak hücum etmekten ziyade bazı icraatlarını eleştirmiştir. Bu da en tabii bir hak olarak algılanmalıdır.  Bediüzzaman, bu dönemdeki istibadı, ‘’mecburi bir istibdad’’  olarak ifade etmiştir. (2)  31 Mart Olayına karıştığı iddiasıyla Divan-ı Harbi Örfi’ye çıkarılan ve burada savunmasını yapan Bediüzzaman, bu sırada cevaplanması talebi ile on bir buçuk soru sorar. Onbirinci soruda İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yönetim anlayışını  tenkit ederek Abdülhamid dönemi ile kıyaslar ve şöyle devam eder: ‘’Şedit bir istibdat ve tahakküm, cehalet cihetiyle şimdi hükümfermadır. Güya istibdat ve hafiyelik tenâsuh etmiş. Ve maksat da Sultan Abdülhamid’den istirdad-ı hürriyet (hürriyeti geri almak) değilmiş. Belki hafif ve az istibdadı, şiddetli ve kesretli yapmakmış!’’ (3)

Yine Bediüzzaman’ın talebelerinden Muhsin Alev’in hatıralarında anlattığı bir olay,  Bediüzzaman’ın Abdülhamid hakkındaki görüşlerini net bir şekilde ortaya koymaktadır.  ‘’İstanbul’da Sultan Abdülhamid hakkında kitap yazan bir adam, merhum padişaha çok hücum edip hakaret ediyormuş. Bunu Üstad duyunca üzüldü. Bize, “Sultan Abdülhamid 60 milyon Müslümanın halifesiydi. Ben ona bir veli nazarıyla bakıyorum” diye buyurarak Abdülhamid hakkında bir lahika mektubu neşretmişti.’’(4)  Nur Talebelerinden Ziya ve Muhsin imzasıyla daha sonraları Münazarat’a eklenen bu lahika mektubunda şu ifadeler bulunmaktaydı: 

‘’Üstadımızdan hem işitmiş, hem hâlinden anlamışız ki, ecnebilerin şiddetli desise ve kuvvetlerine karşı gösterdiği sebat ve kanaat; husûsan âlem-i İslâmın kısm-ı âzamının halifesi olmak; hem, biçare vilâyât-ı Şarkiyenin bedevî aşâirini Hamidiye Alayları ile en yüksek bir derece-i askeriye ve medeniyeye onları sevk etmesi, Hamidiye Camiinde her Cuma günü bulunması, şeâir-i İslâmiyeye elden geldiği kadar mürâât etmesi, daima Yıldız dairesinde manevî üstadı kabul ettiği bir şeyhi var olduğu gibi, çok hasenatı için, Üstadımız, bütün hayatında onun padişahlar içinde bir nevî velî hükmüne geçtiğini kanaat etmişti.’’(5)

Aslında burada Hamidiye Alayları’na da bir paragraf açmak gerekir. Hamidiye Alayları Doğu Vilayetlerinde birçok hayırlı hizmetlere vesile olmakla  birlikte, bu alaylara komutan olarak atanan bazı aşiret reislerinin çok büyük zulümlere sebep olduğu da bilinmektedir. Birçok yerde bu silahlar ve devletin verdiği gücün şahsi menfaatler için kullanıldığı, bazı bölgelerde de halkın büyük baskılar altına alındığı birçok resmi rapor ile belgelenmiştir. Bediüzzaman Hazretleri bu gibi durumları ifade için ‘’Hükûmet hekim gibidir; millet hastadır. Farzediniz, ben şu çadırda oturmuş bir hekimim. Şu etraftaki herbir köyde, Allah etmesin, birer ayrı hastalık var. Ben o hastalıkları teşhis etmemişim, hem de tâcizimi istemeyen müdâhenecilerden, yalancılardan başka kimseyi görmemişim. Şu halde, şu köylere, tanımadığım bir hastalığa, görmediğim bir hastaya gönderdiğim reçetesiz; mîzansız bir ilâcı istimâl eden, acaba şifâ mı bulur veyahut ölür?
Evet, ‘’daha ölmeden ölmek’’ sırrına, şunun sâye-i muzlimânesinde mazhar oldunuz. İşte her köye böyle ilâç göndermek, hattâ dâü’1cû ile karın ağrısına müptelâ olan emsâlinize hazım ilâcı hükmünde olan iâne toplamak, yahut eşkiyâlık ve husûmet derdiyle mültehap bulunan o vücuda, iltihâbı tezyid eden Hamidîlik icrâ etmek ve ilâ âhir, acaba tedâvi mi, yoksa tesmîm midir, melekü’1-mevte yardım etmek midir?’’ (6) ifadelerini kullanmıştır. (Hamidiye Alayları ile ilgili olarak bakınız: A. Hacıüzeyiroğlu, Risalehaber.com)

Zamanında birçok büyük devletin kralları, Sultan Abdülhamid’i ziyaret için İstanbul’a geldi. Hatta Hicaz Demiryolunun maliyetinin üçte birlik kısmı, Hindistan Müslümanları tarafından karşılandı. İslam âlemi ile yakınlaşma politikasının sonucu olarak, Milli Mücadele yıllarında Hindistan Müslümanları tarafından büyük maddi destekler gönderildi. Genel kabul gören bir başka görüş ise,  eğer Abdülhamid’in saltanatı devam ediyor olsaydı, Osmanlı Devleti için büyük bir felaket ve hezimet ile sonuçlanan ve İttihatçıların acele ve yanlış kararları ile girilen I. Dünya Savaşına girilmeyecekti.

Böylece yönetime bütünüyle el koyan İttihad ve Terakki Cemiyeti, Padişahlık tahtına Sultan Mehmed Reşad’ı oturtarak Abdülhamid’i, Selanik’e sürgüne gönderdi. Balkan Savaşı çıkınca İstanbul’a getirilerek Beylerbeyi sarayına yerleştirildi. 10 Şubat 1918 tarihinde Beylerbeyi Sarayı’nda vefat etti. Çemberlitaş’taki Sultan II. Mahmud Türbesine defnedildi. Vefatından sonra, Abdülhamid’in saltanatının uzun bir döneminde ‘’topraklarında güneş batmayan imparatorluk’’ olan Büyük Britanya’nın Dışişleri Bakanı olan Edward Grey, şunları yazacaktı:’’ Ne büyük kayıp. Hasmımdı ama onun ölümü ile diplomasi mesleği artık zevkini kaybetti.’’(7)

Dipnotlar:
1-Abdülkadir Badıllı. Mufassal Tarihçe-i Hayat. Sayfa.184
2- Münazarat, Yeni Asya Neşriyat, Sayfa:58
3-- Divan-ı Harbi Örfi, Sayfa:49
4- Necmeddin Şahiner, Son Şahidler Bediüzzaman Said Nursi’yi Anlatıyor, Cilt 1, İstanbul 1994, Yeni Asya Yayınları, s. 307.
5- Münazarat, Sayfa: 150-151
6- Münazarat, Yeni Asya Neşriyat, Sayfa: 24–26
7- Ahmet Kabaklı, Temellerin Duruşması, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, 6. Baskı, İstanbul 1990, Sayfa:128

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum