Sûrelerin faziletine dair hadislere farklı bir yaklaşım

Surelerin faziletlerine dair bir çok rivayetler bulunuyor. Bazı surelerin faziletlerine dair rivayetler sahih hadis kaynaklarında şu şekilde geçmektedir.

Nasr Suresi: Resulullah (sav) buyurdular ki: "İza cae nasrullahi ve'l-feth" süresi Kur'an-ı Kerim'in dörtte birine denktir."[1]

Yasin Suresi: Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki:

-"Her şeyin bir kalbi vardır. Kur'ân'ın kalbi de Yâ-Sîn'dir. Kim bu sureyi okursa, Cenab-ı Hakk, bu okuması sebebiyle kendisine, Kur'ân-ı Kerim'i -Yâ-Sîn hariç- on kere okumuş sevabını verir."[2]

İhlas Suresi: Resulullah (s.a.s) ashâbına:

-"Sizden biriniz bir gecede Kur'an'ın üçte birini okumaktan âciz olur mu?" diye sorar. Bu onlara zor gelir:

-"Yâ Resulullah, hangimiz buna güç yetirebiliriz?" derler. Bunun üzerine Resul-i Ekrem:

-"Allahü'l Vâhidü's-Samed (ihlâs) sûresi Kur'an'ın üçte biridir" buyurur.[3]

Zilzal Suresi: Abdullah b. Abbas’tan rivayet edilen bir hadiste de Resûlullah, Zilzal suresinin Kur’an’ın yarısına, İhlas’ın üçte birine, Kafirun suresinin de dörtte birine denk geldiğini söylemiştir.[4]

Zilzal Suresinin fazileti hakkında rivayet edilen hadise göre bir sahabî Resülullah’ın huzuruna gelip kendisine Kur’an okutmasını istemiş, Hz. Peygamber “elif lâm râ’”, “hâ mîm” veya tesbih kavramıyla başlayan surelerden okumasını söylemiş, sahabî bunların her biri için,

-“Yaşım ilerlemiş, kalbim sıkıntılı hale gelmiş, dilim de kalınlaşmış” şeklinde mazeret beyan ederek kendisine özlü bir sure okutmasını talep etmiştir. Resûl-i Ekrem ona Zilzal suresini okutmuştur. Sahabî okumasını bitirince,

-“Seni hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki hayatımın sonuna kadar buna başka bir şey ilave etmeyeceğim” demiş ve oradan ayrılmıştır.

Bunun üzerine Hz. Peygamber (asm) şöyle demiştir:

-“Bu adam kurtuluş yolunu bulmuş, kurtuluş yolunu bulmuştur.”[5]

Enes b. Mâlik'ten rivayet edilen başka bir hadise göre, Rasûlullah (asm.), ashabından bir adama:

-“Ey falan kimse evlendin mi?" diye sordu. Adam:

-"Hayır Ey Allah’ın elçisi evlenmedim, evlenme imkanına da sahip değilim" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (asm)

-"Senin ezberinde İhlas suresi yok mu?" Buyurdu. Adam:

-"Evet var" dedi. Rasûlullah (asm),

-"O Kur’an’ın üçte biridir" buyurdu. Sonra Rasûlullah (asm)

-"Ezberinde Nasr suresi yok mu?" buyurdu. Adam:

-"Var" dedi. Rasûlullah (asm):

-"O da Kuran’ın dörtte biridir" buyurdu. Sonra Rasûlullah (asm),

-"Ezberinde Kâfirûn suresi var mı?" buyurdu. Adam da:

-"Evet" deyince Rasûlullah (asm),

-"Kuran’ın dörtte biridir" buyurdu. Sonra Rasûlullah (asm),

-"Ezberinde Zilzal suresi yok mu?" buyurdu. Adam:

-“Evet vardır” deyince Rasûlullah (asm),

-"O da Kuran’ın dörtte biridir" buyurdu ve

-"(Sen zengin sayılırsın bunları öğretmeyi mehir olarak kullanıp) evlen evlen" buyurdu.[6]

Surelerin Faziletine İşledikleri Konu İtibariyle Bakış

Surelerin faziletine dair hadisler, belirli bir çerçeve ile Kur’ana bakıldığında geçerlidir, diyebiliriz. Bir hadis bu tarz rivayetlere bu şekilde bakmak gerektiğine işaret ediyor:

Ebu’d-Derdâ (RA) rivayet ediyor: Resulullah (SAV):

-“Biriniz her gün Kur’an’ın 1/3’ünü okuyamaz mı?” diye sorunca Ashâb:

-“Ey Allah’ın Resulü! Buna gücümüz yetmez, âciz kalırız” dediler. Bunun üzerinde Allah Resulü (SAV):

-“Allah, Kur’an’ı 3 bölüme ayırdı. ‘Kul Hüvallâhu Ehad’ı da bu 3 bölümden biri kıldı” buyurdu.[7]

Mesela din hakikati, iman-islam-ihsan şeklinde 3 kısımdır. Din hakikatini anlatma sadedinde Kur’an’a bakılırsa, bu durumda mesela ihsan hakikatini veya ihsanın ayrılmaz özelliğini işleyen sure Kur’an’ın 1/3’ü olur. Bu çerçeveden Allah rızası için iş yapma, Allah’ı görüyor gibi bir ruh hali içinde Allah’a odaklı yaşama manasında olan ihlas, ihsan ile aynı manaya gelmesiyle İhlas suresi Kur’an’ın 1/3’ünü ifade eder. Bu manada dünya hayatını, imanın yümnüne ermekle ruhu kemale erdirme yolculuğu olarak gösteren Vakıa suresi veya Beled suresi Kur’anın 1/3’ü olur. Dinin kişisel ve sosyal hayatına dair emir ve yasakları bildirmesi, insanın hem kendisiyle, hem dış dünya ile, hem diğer insanlarla ve Rabbi ile selametini ve barış yollarını ve hallerini bildiren âyetleri cem’ eden yapısıyla Bakara suresi veya Âl-i İmran suresi, Kur’anın 1/3’ü olur. Bu çerçeveden bakıldığında insanın iman, amel-i salih (islam), bir birine hakkı ve sabrı tavsiye (ihsan) etmediği sürece ne olursa olsun hüsrana mahkum olduğunu bildiren Asr suresi, vecizliği içinde Kur’anın özünü ve özetini vermesiyle Kur’anın tamamına denktir, denilebilir. Ki sahabeler buluşup sohbet ettiklerinde ayrılacakları zaman bu sureyi okurlardı. İmam-ı Şafii, surenin bu câmi yapısından dolayı “Kur'an'da başka hiçbir sûre nâzil olmasaydı, şu kısacık sûre bile insanların dünya ve âhiret saadetini temine yeterdi.” demiştir.

Eğer maddi ve manevi, gaybî ve şuhudî bütün alemlerdeki kötülük, şer ve tehlikelerden Allah’a sığınma, istiaze boyutuyla Kur’ana bakılırsa İhlas suresi yine Kur’anın 1/3’ü olur. Çünkü başka bir hadiste Allah Resulü sahabeden Ukbe bin Âmir’e (RA) şöyle der:

Ey Ukbe! ‘Kul Hüvallâhu Ehad’, ‘Kul euzü bi Rabbi’l-felak’ ve ‘Kul euzü bir Rabbi’n-Nâs’ sureleri var ya hiç kimse bunlar gibisiyle Allah’a sığınmamıştır.[8]

Bu hadisin bildirdiği üzere İhlas-Felak-Nâs sureleri bir paket program mahiyetinde “muavvizât” ı teşkil ederler. Üstad Bediüzzaman’ın âlim talebelerinden Ali İhsan Tola, surelerinden yola çıkarak şu tespitte bulunur: Felak suresi, insanı çevreleyen dış şerleri ve kaynaklarını ifade eder. Nas suresi ise, insanın iç dünyasındaki 3 adet şer kaynağını ifade eder.[9] Bu çerçeveden bakıldığında Kur’an âlemleri gayb ve şehadet olarak ikiye ayırdığı, şehadet âlemini de enfüs ve âfâk olarak iki kısım olarak ifade ettiği, Felak suresi âfâkî şerleri, Nâs suresi ise enfüsî şerleri işlediğinden diyebiliriz ki, İhlas suresi gaybî şerleri bildirir. İtikadî konularda doğru hakikatleri ve yanlış bilinen hususları bildirerek doğrularla aklı güçlendirir. Allah’ın Hüviyet-i Zâtı, Uluhiyet-i Mutlakası, Ehadiyet ve Samediyeti gibi… Yanlış algıları göstererek onlardan da kişiyi uzaklaştırır. Allah’ın doğurduğu veya doğurulduğu gibi Ezeliyet ve Ebediyet’e münafi halleri zikrederek, Allah’ın kullarına benzemediğini vurgular. Bediüzzaman Said Nursi, İhlas suresinin tevhide dair bütün şüphelere cevap veren bir tevhid hazinesi olduğunu detaylıca izah eder.[10]

Bu hadisi diğer bir yönden şöyle ele alabiliriz: Madem İhlas suresi, Allah’ı mükemmel manada tanıtarak, sağlıklı bir itikadı tesis ediyor. Bu manada dinin iman cephesi olan 1/3’ü İhlas suresiyle ifade edilmiş demektir. Bu çerçevede dinin amel ve takva cephesini işleyen, İlahi emir ve yasakları bütün yönleriyle mükemmel şekilde anlatan Bakara veya Âl-i İman gibi surelerden her biri Kur’anın 1/3’ü olur. Aynı şekilde dinin ihsan şuurunu, Allah’ı görüyor gibi ibadet etme, yüksek ahlak sergileme cihetlerini anlatan İnsan suresi, Rum suresi, Haşir suresi gibi sureler ise Kur’anın 1/3’üne tekabül eder.

Kur’ana eğer insan psikolojisinin tedavisi noktasında bakılırsa insanın en temel 4 rûhî hastalığı yeis-ucub-gurur ve su-i zan[11] olduğundan bu 4 hastalığın tedavisini içeren her bir sure Kur’anın ¼’ü olur. Bu noktada küfrün temeli olan yeis hastalığını celaliyle iyileştiren Kâfirun suresi, ucub hastalığını tesbih, hamd, istiğfar ve tevbe ile iyileştiren Nasr suresi Kur’anın ¼’üne denk gelirler. İnsanın su-i zannının da bir manevi günah olup karşılığını göreceğini tehdit-vari ifade ederek tedavi eden Zilzal suresi de Kur’anın ¼’üdür. Tebbet suresi de bu manada gurur hastalığını hiddet ve beddua ile tedavi eden celalli bir suredir. Ki Ebu Leheb’in ana hastalığı gururu yani hakka karşı istiğnasıydı. “Mâ ağna anhu mâluhu vemâ keseb” onun istiğnasını vurgular. Bu manada Tebbet suresi de Kur’anın ¼’üdür, diyebiliriz.

Kur’an varlık âlemini genel çerçevede sunacağı zaman Dünya ve Âhiret[12] şeklinde tasnif yapar. Veya Gayb ve Şehâdet şeklinde taksim eder.[13] Veyahut Halık ve mâsiva (dûnillah)[14] şeklinde meseleyi ele alır. Bu noktada Halık, Zât-ı Evvel olur; mâsivâ (dûnillah) ise Zat-ı Evvel’e bağlı, Onun kayyumiyetiyle ayakta duran yaratılmışlar olur. Bu mana ve bu boyutla dünya hayatı gibi ebedî hayat da, Zat-ı Evvel ile var olduğu ve var kaldığı için, ölüm sonrası hayat da mâsiva sayılır. Kur’an derin bir sır olarak mahlukatın fâni ve ebedî her iki hayatını “Âhiret” ismiyle bir paket yapar. Dünya hayatını ruhlar için yaratılmış Âhiretten geçici bir yansıma ve Mutlak Âhiret içinde bir lütuf ve fırsat olarak gösterir.[15] Âhiret, masiva demektir. Masiva ise, Âhiret demektir, diye meseleyi açar. Bu çerçevede dünya hayatı, fâni mâsivâ; sonrası hayat ise, bâki mâsivâdır. Bu çerçevede Kur’anın hakiki ve makbul imanı, Allah’a ve Âhiret Gününe İman etme diye isimlendirmesi bildirir ki, Allah’ın vahdet-i vücud-u mutlakasını bilmek kâfi bir iman değildir. Kendi varlığını, kulluğunu, ibadetini de bir varlık olarak kabul etmeyen kişi ebedî mükâfât yeri olan Cenneti ve daimi ceza yeri olan Cehennemi de inkâr eder. Cehennem, günahlara verilen cezadır. Cehennemin varlığını isteyen, günahlardır. Günahların varlığını isteyen ise, Allah’tan gayrı iradelerdir. Çünkü İmam-ı A’zam’ın Zümer suresi 7. âyete dayanarak dediği gibi “Allah küfürden ve günahlardan razı değildir.[16] O halde insan iradesi vardır ki, Cehennem vardır. İnsanın günahı, Cehennem’i istediği ve yarattırdığı gibi; insanın ameli de Cennet’i ister ve yarattırır. Bu manada Uluhiyete iman kadar, Ubudiyete de iman dinin temeli, Tevhid hakikatinin ve dinin temel taşıdır. Bu manada Kur’ana Allah’a iman ve Âhiret’e İman çerçevesinden bakılırsa Âhiret ve mâsivayı dünya ve ötesiyle derli toplu anlatan sure Kur’anın ½’si olur. Zilzal suresi gibi… “ Zerre miktar iyilik yapan onu ve karşılığını görür. Zerre miktar şer yapan da… ” âyeti hem dünyayı, hem insan iradesini, hem Cenneti, hem Cehennemi anlatan muazzam bir hakikattir. Bu durumda Allah’ı hakkıyla tanıtan sure Kur’anın ½’si olur. İhlas Suresi gibi… Marifetullah sahasında ihtisas sahibi kişilerin dediği gibi “ Allah’ı tanıtmada İhlas suresinin misli yoktur. ”

Yasin suresini okuyanın 10 defa Kur’an’ı okumuş gibi olması rivayetine şöyle bakabiliriz:

Kur’an İlâhî ilimden gelen, insanları karanlıklardan nura çıkarmak için[17] indirilen İlâhî hikmet ve rahmettir.[18] Kur’anın bildirdiği üzere, ilmin en temel hakikati, onun olmazsa olmaz özelliği ve ilmi, sahibine bir emniyet kaynağı kılan sır, “ihata”dır (kuşatıcılık).[19] Kuşatıcılığın tam sembolü ise, küre şeklidir. Kürenin merkez noktası, onu çevreleyen daire tarafından evvel-âhir-zâhir-bâtın boyutlarıyla kuşatılmıştır. Dairenin ve çemberin açısı, 360 derecedir. Bu durum gösterir ki, hakiki ilim bir meseleye 360 yön ve açıyla bakmakla olabilir. Vahyin her cümlesi 360 boyutludur. Yasin suresi, Kur’an’ın 36. Suresidir. Bu surenin bir okunuşu 10 defa Kur’an’ı okumak gibi olması gösterir ki, insanların kesbî ilmi en fazla 36 boyuttan âyetleri okuyabilecek bir aklî seviyeye yükselebilir. Yasin suresi ise Kur’an’ın aslî 360 boyutlu seviyesine 36 boyutla Kur’an’ı okuyan bir kişiyi yükselticidir. Yani Yasin suresi, insanı Kur’anın diğer 324 boyutuna eriştirecek bir kudsiyeti taşımaktadır.

Tabir caizse Yasin suresi “Kur’an’ın kalbi” olmasıyla, insanın Kur’an’ın 36 boyutunu idrak eden aklına, insan kalbinin ilhamlarını açarak 324 boyu de ekleyerek insanı Kur’an’la tam manada muhatap edecek seviyeye yükselten sırdır. Bu sırrın diğer belirtisi Yasin suresinin 83 âyet olmasında saklıdır. Çünkü Kur’an’ın derinliklerinin insan dünyasında açıldığı geceyi Kur’an “Kadir Gecesi” olarak isimlendirip o gecenin 1.000 aydan daha hayırlı neticeler doğurabileceğini ifade eder. 1.000 ay ise 83 yıl 4 aya tekabül ediyor. Bu manada Yasin suresinin 83 âyet olması ile örtüşmektedir. Kur’an’ın kalbin kemal haline, “kalb-i selîm”[20] demesi, Kadir gecesinin sabaha kadar “selam” ve “selamet”[21] ile dolu olmasından bahsedilmesi de bu ilişkiyi kuvvetlendiren, Kadir gecesi nüzul eden ruhun[22], Ruhu’l-Kudüs olduğuna remzeden bir işarettir. Çünkü Kur’an’daki Esmaü’l-Hüsna’dan Selam ismi sadece bir yerde geçmekte ve geçtiği yerde de Kuddüs ve Mü’min isimlerinin ortasında bulunmaktadır. Okunuş sırasıyla bakılırsa, Kuddusiyetin ve kudsiyetin olduğu yerde selamet ve emniyet peşi sıra gelen sonuçlardır.

Surelerin Faziletlerine Sevap Cihetiyle Bakış

Surelerin sevap cihetiyle Kur’anın ½, 1/3, ¼, gibi sevabına kişiyi eriştirebilme boyutu hadislerde vurgulanıyor. Bu noktada Yasin suresi ise 10 defa Kur’an kadar sevap getirisi olmasıyla hususiyet kesbeder. Surelerin sevab boyutuyla Kur’an’la mukayese edilebilecek şekilde hadislerde işlenmesini son devir İslam âlimlerinden Bediüzzaman Said Nursi şu şekilde ele alarak akıllarda oluşan soru ve sorgulara ikna edici cevaplar ortaya koymuştur:

İnsafsız ehl-i ilhadın mübalağa zannettikleri hattâ muhal bir mübalağâ ve mücâzefe (şişirme) tevehhüm ettikleri biri de, amellerin sevabına dair ve bâzı sûrelerin faziletleri hakkında gelen rivâyetlerdir. Meselâ: Fatiha’nın Kur’an kadar sevabı vardır. “Sûre-i İhlas, sülüs-ü Kur’an” “Sûre-i İza Zülziletil-ardu, rubu” “Sûre-i Kul ya eyyühel-kâfirûn, rubu” “Sûre-i Yâsin, on defa Kur’an kadar” olduğuna rivayet vardır.

İşte insafsız ve dikkatsiz insânlar demişler ki: “Şu muhaldir. Çünki Kur’an içinde Yâsin ve öteki faziletli olanlar da vardır. Onun için mânâsız olur?”

Elcevab: Hakîkatı şudur ki: Kur’an-ı Hakîm’in herbir harfinin bir sevabı var, bir hasenedir. Fazl-ı İlâhîden o harflerin sevabı sünbüllenir, bâzan 10 tane verir, bâzan 70, bâzan 700 (Âyet-ül Kürsî harfleri gibi), bâzan 1.500 (Sûre-i İhlas’ın harfleri gibi), bâzan 10.000 (Leyle-i Berat’ta okunan âyetler ve makbûl vakitlere tesadüf edenler gibi) ve bâzan 30.000 (meselâ haşhaş tohumunun kesreti misillü, Leyle-i Kadîr’de okunan âyetler gibi). Ve o gece bin aya mukabil işaretiyle, bir harfinin o gecede 30.000 sevabı olur anlaşılır. İşte Kur’an-ı Hakîm, tezâuf-u sevabıyla (sevabının çoğalmasıyla) beraber elbette müvazeneye gelmez ve gelemiyor. Belki asıl sevab ile bâzı sûrelerle müvazeneye gelebilir.

Meselâ: İçinde mısır ekilmiş bir tarla farz edelim ki, bin tane ekilmiş. Bâzı habbeleri 7 sünbül vermiş farz etsek, her bir sünbülde 100’er tane olmuş ise, o vakit tek bir habbe bütün tarlanın iki sülüsüne (2/3) mukabil oluyor. Meselâ: Birisi de 10 sünbül vermiş, herbirinde 200 tane vermiş, o vakit birtek habbe asıl tarladaki habbelerin iki misli kadardır. Ve hâkezâ kıyas et.

Şimdi Kur’an-ı Hakîm’i nuranî, mukaddes bir mezraa-i semâviyye (semavi bir tarla) tasavvur ediyoruz. İşte her bir harfi asıl sevabıyla birer habbe hükmündedir. Onların sünbülleri nazara alınmayacak. Sûre-i Yâsin, İhlas, Fâtiha, Kul ya eyyühel-kâfirûn, İza zülziletil-ardu gibi sâir faziletlerine dair rivayet edilen sûre ve âyetlerle müvazene edilebilir. Meselâ: Kur’an-ı Hakîm’in 300.620 harfi olduğundan, Sûre-i İhlas besmele ile beraber 69’dur. Üç defa altmışdokuz, 207 harftir. Demek Sure-i İhlas’ın herbir harfinin haseneleri, 1.500’e yakındır. İşte Sûre-i Yâsin’in hurufâtı hesab edilse, Kur’an-ı Hakîm’in mecmu-u hurufatına nisbet edilse ve 10 defa muzaaf olması nazara alınsa şöyle bir netice çıkar ki: Yâsin-i Şerif’in herbir harfi takriben 500 yakın sevabı vardır. Yâni o kadar hasene sayılabilir. İşte buna kıyasen başkalarını dahi tatbik etsen, ne kadar lâtif ve güzel ve doğru ve mücazefesiz bir hakîkat olduğunu anlarsın.[23]

Surelerin faziletlerine dair hadislere bu çerçevelerden bakıldığında onlarda herhangi bir abartma olmadığı görüneceği gibi, bu tarz hadislerin Kur’anın bazı sırlarının ifade eden cümleler olduğu, Kur’anın tamamına aşina olamayan, okuyamayan veya ezberleyemen kişiler için bazı sureleri bir paket program gibi dinin özünü gösterici birer tavsiye hükmünde olduğu anlaşılır. Bu sayede bu tarz sahih hadisleri anlayamadığı için vesvese ve şüpheye düşerek diğer bütün sahih hadisler hakkında da su-i zanna kapı açan durumlara giriftar olmaktan da kurtulunmuş olur. Evet akıl, dini anlamak için bir araçtır. Fakat dini tartacak bir terazi konumunda değildir. Ziya Paşa’nın terkib-i bendinde dediği gibi:

İdrâk-i maâlî bu küçük akla gerekmez,

Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez.

[1] Tirmizi, Sevabu'l-Kur'an 10, (2897)

[2] Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'ân 7.

[3] Buhârî, Fedâilu'l-Kur'an, 13; Müslim, Müsâfirûn, 259; Tirmizi, Fedâilu'l-Kur'ân, 11.

[4] Tirmizî, Fezailü’l-Kuran, 10.

[5] Müsned, 2/169; a.e. [Arnaût], XI, 139-141; Ebû Dâvûd, Şehru ramazan, 9; İbrahim Ali, s. 302-303, 360-361.

[6] Tirmizî, Fezailü’l-Kuran, 10.

[7] Müsned-i İbn-i Hanbel ve Sahih-i Müslim.

[8] Sünen-i Nesâi, 7797.

[9] Bunları İslam ahlak felsefecilerinin dediği gibi kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye ve kuvve-i akliye şeklinde ele alabiliriz. Bunların firat-tefrit halleri şerleri doğurur. Vasat halleri ise, hayırdır. Fakat insanlığın geneli bu güçleri kontrol edemediği için şerre yol açarlar. Veyahut İslam psikoloji âlimlerinin ve ehl-i tasavvufun bildirdiği üzere bu 3 menbaı nefsaniyet (kendilik), şahsiyet (kişilik ve kişisellik) ve enâniyet (benlik) olarak da ele alabiliriz. Ki sosyal hayat ve insanlık tarihine baktığımızda insanları bir şer ve kötülük makinesi haline getiren 3 içsel merkezin bunlar olduğu görünür. Nefsaniyet, menfaat-perestlikle kendini gösterir. Şahsiyet, kişisel algısı ve kişiselciliğiyle kendini ifade eder. Enâniyet ise, faziletfuruşluk ve üstünlük taslamayla kendini gösterir. (Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, 21. Lem’a, İhlas Risalesi, 2-4. Düsturlar)

[10] Sözler, Lemeat, Tevhid’in İki Bürhan-ı Muazzamı.

[11] Yeis, ümitsizlik; ucub, kendini ve amellerini beğenme; gurur, hakka karşı müstağni davranma; su-i zan ise, her şeyi kötüye yorma demektir. İnsan psikolojisinin, bozuluşu yeis ile başlar; Allah’a ve bütün icraatlarına su-i zan edecek bir boyuta vararak dip yapar. Buna mukabil insanın psikolojik tedavi aşamaları emel (ümit) ile başlar, hamd ve tevazu’dan geçerek Allah’ın yarattığı her türlü hadise ve şeye hüsn-ü zan ile zirveleşir. Bediüzzaman Said Nursi, kendi iç dünyasına dönüp nefis ve enâniyeti ile çarpışma yolculuğu esnasında bu 4 hastalığı belli derecede kendi nefis ve benliğinde ve bütün insanların nefis ve benliklerinde ortak bir özellik olarak keşfetmiştir. Bkz Mesnevi-i Nuriye, Katre Risalesi, Hatime.

[12] Bakara suresi, 201. Âyet.

[13] Haşir suresi, 22. Âyet.

[14] Ankebut suresi, 17 ve 25. Âyetler gibi.

[15] Tevbe suresi, 38. Âyet. Bu âyet “mine’l-âhiret” ve “fi’l-âhiret” tabiriyle bu konuyu vurgular. Bir şeyin “min” (-den) ile nitelendirilebilmesi için öncelikle o şeyin diğer şeyle münasebetinin “fi” (içinde) olması gerekir. Ki sure de tam bu şekilde Dünya ve Âhiret ilişkisini anlatıyor. Bu çerçeveden bakılınca dünya hayatının zahmet ve elemleri, Âhiret’in Cehennem’inden bir ateş ve azap; dünya hayatının bütün nimetleri ise Ahiret’in Cennet’inden bir nur ve rahmettir.

[16] İmam-ı A’zamın 5 Eseri.

[17] İbrahim suresi, 1. Âyet.

[18] Rahman suresi, 1-2. Âyet.

[19] Talak suresi, 12. Âyet.

[20] Şuara suresi, 89. Âyet.

[21] Kadir suresi, 5. Âyet.

[22] Kadir suresi, 4. Âyet.

[23] Sözler, 24. Söz, 3. Dal, 9. Asıl.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.