Suriye’ye Risale-i Nur dağıtalım

Esad rejiminin talihsiz ve kasıtlı bir şekilde Türk uçağını vurmasıyla dünya yüzüne çıktı Suriye’nin içeride saklı tutmaya çalıştığı zulüm zihniyeti.

Kimi devletlerin kendi zulüm zihniyetlerini de bu olayla ma’şeri vicdan aynalarında görmüş olmaları da en büyük sonuçlarından birisidir bu acı olayın!

Aslında tüm Ortadoğu’da yaşanan, yeni bir baharı müjdeleyen çetin, karanlık ve dondurucu bir kıştı.

“İman Zaafiyeti Kışı” olarak adlandırabileceğimiz ve 10 yıl öncesine kadar Türkiye’yi de bir ahtapot gibi sarmalamış olan o karanlıklı dönem çok şükür ki yerini tatlı bir bahara terk etmeye başladı.

Tabii ki bu iman zaafiyetinin adalet, askeriye, siyaset ve medya alanlarına da yansımaları olacaktı ki oldu...

Suriye’deki Esad rejimi de bugün, yanlış bir adalet mantığının, “güçlü olan haklıdır” prensibinin etkisi altındadır ve bu prensibin tek gözlü adalet anlayışıyla halkını da inim inim inletmektedir.

Öyle ki Esad ve aveneleri, dünyanın fâni olduğunu, malın, mülkün, saltanatın geçiciliğini bile düşünememekte, insanları ezmek, öldürmek ve kendi zihniyetlerine köle yapmak adına bütün çabalarını sarf etmektedirler.

İşte tam da burada, silahlarla yok edilemeyecek habis bir ur, ta Firavun’dan, Nemrud’dan Esad’a, bütün zalimlerin fikir genetiğinde kayıtlı bir hastalık tezahür etmiş olmaktadır.

Firavun’a “Ben sizin en büyük Rabbiniz değil miyim?” dedirten de, Ebu Leheb’i Hz. Muhammed’e ve Müslümanlara zulmetmeye iten de, Nemrud’a İbrahim’i ateşe attıran da işte bu “zulüm zihniyeti” hastalığıdır.

Kalbe giren iman nuru geçmişte Hz. Hamza’yı göz kırpmadan katleden Vahşi’yi nasıl Hz. Vahşi (RA) yaptıysa, İslam öncesinin göz kırpmadan kızını toprağa gömen Ömer’ini nasıl dünyanın en adil insanı olan Hz. Ömer yaptıysa elbette bu zihniyeti yok edecek olan yine “imandır”

Dünyada iki fikir mücadele halindedir gerçekte. Birinci görüş, İslam’ın muzafferiyeti siyasi ve askeri başarı ile mümkündür, demektedir.

Bu fikre göre, adaleti dünyaya yaymak isteyenler siyaseti ya da hükümeti ele bir geçirdiler mi o ülke kurtulmuş demektir!

Ama böyle bir durumda imanları tamir edilmeyen insanların her fırsatı kollayıp “zulüm zihniyetini” yayma fitnelerine devam edecekleri, devlet korkusuyla zahiren yapamadıkları şenaetleri, sinsi bir şekilde perde altından daha büyük bir kinle yapacakları aşikardır.

İkinci görüş ise, bizzat Bediüzzaman tarafından dillendirilmiş ve tatbik sahasına getirilmiş en isabetli görüş olmaktadır.
Bu görüşe göre, adaleti arzulayan Müslümanlar şu anda Mekke dönemlerini yaşamaktadırlar.

Bu dönem, ilk Müslümanların yüreklerine iman temellerinin atıldığı, imanları kuvvetli ve birbirilerine “ittihadla” bağlı metin bir Müslüman topluluğun inşa edildiği dönemdir.

Maddi kılınç bu dönemde kınındadır ve siyaset, hükümet, iktidar çok da gündemde değildir.

Ne zaman ki, iman temelleri sağlam bir şekilde tesis edilir, Müslümanlar kötü alışkanlıklarından kuvvetli bir şekilde kurtulur, sahabeler tam bir kemalata ulaşıp dünyanın yıldızları haline gelir, işte o zaman bazı Kur’an ayetlerinin uygulama sahasına konulacağı Medine şehir devleti gündeme gelir.

Bugün İslam dünyasını itibari olarak her ne kadar Müslüman kabul etsek de, bu Müslüman bünyeye yerleşmiş, onu yaralamış, hastalandırmış ve neredeyse ölümüne sebep olacak “iman zaafları” üzerine sümbüllenmiş bütün kötü hasletler göz önündedir.

Bu Müslümanlar, iman zaafiyetinin verdiği derin gafletin de etkisiyle öyle bir duyarsızlığa kapılmıştır ki, haramlar, günahlar, zulümler ve Müslüman’a yakışmayacak bütün kötü hasletlerle mutasyona uğramış bir yaratıklar gibi kendi karanlık dünyalarında yaşamaya devam etmişlerdir.

Müslüman Kardeşler ya da Tebliğcilerin yaptıkları gibi, bu gafleti dağıtmaya yönelik ciddi ve samimi çalışmalar da olmuştur İslam dünyasında elbette...

Ama görüyoruz ki, Üstad Bediüzzaman’ın asrın başlarında Kur’an’dan keşfettiği yöntem en doğru ve sonuca ulaşmada en keskin yöntemdir.

Sorun elbette Bediüzzaman’ın bu asrın karanlık zihniyet hastalıklarını yok etmek için yazdığı Risale-i Nurları bilip bilmemek değildir.

Asıl sorun, bildiğimiz bu reçeteleri hayat alanına sokabilmek, insanlara, onların anlayabilecekleri dillerde ulaştırabilmektir.

Burada Kur’an’ın imani tefsiri olan Risale-i Nurları her dilde basıp bir ücret mukabilinde dünya fuarlarında, dükkanlarda, internet sitelerinde “satmaktan” bahsetmiyorum.

Mesela diyorum, Kur’an tefsiri olan Risale-i Nurların imana dair çok önemli konularından derlenen küçük kitapçıkları, parayla satmak yerine Türkiye’deki ve dünyadaki her eve ulaştırmak adına bir “iman” projesi başlatamaz mıydık?

“Allah namına al!” düsturunu da incitmeden, herkesin değil ama Allah namına yaşayan zenginlerimizin sponsorlukları da elbette bu konuda oldukça işe yarayabilirdi.

Mesela, bugüne kadar Esad’a ya da ailesine, veyahut da şu anda Suriye yönetiminde bulunanlara götürüp Risale hediye ettik mi? Onların imanlarının takviyesi için mücadele ettik mi?

Hiç acımadan halkını katleden o askerlerin bu dehşetli iman zaafiyetlerinin tedavisi için bir İman Kanalı kurup, bütün Ortadoğu’ya Arapça olarak iman hakikatlerini neşredebildik mi?

Hatta İbranice, Fransızca, Almanca, İngilizce, Kürtçe vb. dillerde yayımlar yapan; sadece Kuran ve iman hakikatlerini hiçbir maddi kaygı gözetmeden haykıran, radyo ve televizyon kanalları kuramaz, maddi siyaseti es geçen ve sadece imana odaklanmış gazeteler çıkaramaz mıydık?

Şu da bir gerçek ki İrfan Mektebi dergisi, Zafer Dergisi, Dost TV, Risale Haber gibi sadece iman ve Kur’an hizmetine odaklanan pek çok olumlu örnek de vardır ve kardeşlerimiz hizmetlerine tüm şevkleriyle, ihlaslarıyla devam etmektedirler. 

Evet yıllar geçmiştir, çok değerli insanlar tarafından çok değerli hizmetler yapılmıştır ama bence tam manasıyla Bediüzzaman Hazretlerinin tavsiye ettiği “iman hizmeti” ufkuna halen ulaşılamamıştır.

Zaten Risale-i Nur tefsirlerine “hakiki, muhlis, sadık bir talebe” olup da Kur’an hakikatlerine hizmet etmenin yolu da şumüllü bir hizmet hamlesini öncelikle ülkemizde sonra da tüm dünyada yeniden, daha bir şevkle başlatmaktan geçiyor.

Şu anda yaşanan hürriyet baharı, iman hizmeti için bütün yolların ve kapıların ardına kadar açıldığı bir bahardır.

Bu noktada bize düşense içimizdeki “ittihad”ı gerçekleştirmek, bütün eneleri, hizipçilikleri, siyasi farklılıkları bir kenara bırakıp Kur’an-ı Kerim hakikatleri etrafında birleşmek ve milyonlarca fedakarla iman hakikatlerini “hayata” kuvvetli bir şekilde sokmak olmalıdır. 

İman ve Kur’an hakikatleri etrafında birleşmiş cemaatlere mensup yazarların etkili imani yazılar yazdıkları, Kur’an ayetlerinden nurlar derledikleri, Risale-i Nur’daki Kur’an hakikatlerini şerh ettikleri ve pek çok dilde yayın yapacak ücretsiz tüm insanlara dağıtılacak bir “Tahkiki İman” gazetesi, bir “İttihad-ı İslam” televiyon kanalı, bir “Uhuvvet-i İslam” radyosu bir an önce kurulmalıdır.

Risale-i Nurlardan derlenen imani reçetelerden oluşan kitapçıklar, broşürler başta ülkemiz olmak üzere dünyanın dört bir tarafındaki insanlara tamamen ücretsiz olarak bir an önce ulaştırılmalıdır.

Mesela “Küresel Isınma” tehditine karşı geliştirilen yüzlerce proje bugün tüm dünyada uygulamaya, üstelik de maddi hiçbir beklenti olmadan uygulamaya sokulmamış mıdır?

Halbuki “Yüreksel Cehennemleşme” sorunu, Suriye, Mısır vb. örneklerde görüldüğü gibi kendisiyle mücadele edilmesi gereken en önemli meseledir ve bu sorunu ortadan kaldırmak için Risale-i Nur bize pek çok “iman projesi” ilhamını vermektedir.

O halde dünyadaki zulümleri “bombaların” ve “savaşların” değil de, “İman Hakikatlerinin” durduracağını bilen bizler, son bir hamleyle “Nasr” suresindeki vaad-i ilahiye mazhar olunacak çalışmaları yapmakla yükümlüyüz... 

Bu kudsi hizmete, ülkemizdeki zulüm zihniyeti mensuplarına, Esad’a ve yardımcılarına Risale-i Nur göndermekle başlayalım mı? Ne dersiniz? (OD)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.