Metin KARABAŞOĞLU

Metin KARABAŞOĞLU

Terki

Hadis külliyatlarının sayfaları arasında dolaşırken, bir hadis, her karşılaşmamda bana bir dosta tekrar kavuşmanın sevincini yaşatır. Resûl-i Ekrem aleyhissalâtu vesselamın amcası Abbas’ın oğlu Abdullah’ın rivayet ettiği uzunca bir hadistir bu. Bir kağıda da kaydettiğim, elimde görenlerin kendisi veya çocukları için bir kaydını daha aldığı bir hadis...

Efendimiz aleyhissalâtu vesselam, her cümlesinin hâfızaya kayd ve kalbe nakş olması umulan bu hadisinde, kuzeni Abdullah b. Abbas’ın şahsında, bütün mü’minlere, özellikle de mü’minlerin gençlerine şöyle nasihat buyurur:

“Yavrucuğum! Allah’a karşı edebini koru ki, Allah da seni korusun! Allah’ın hukukunu koru ki, O’nu karşında hâmi bulasın. Bollukta Allah’ı tanı ki, darlıkta da O seni tanısın. Birşey isteyince, Allah’tan iste. Yardım talep edeceksen, Allah’tan yardım dile. Zira kullar, Allah’ın yazmadığı bir hususta sana faydalı olmak için biraraya gelseler, bu faydayı yapmaya muktedir olamazlar. Allah’ın yazmadığı bir zararı sana vermek için biraraya gelseler, buna da muktedir olamazlar. Kalemlerin mürekkebi kurudu ve sayfalar dürüldü. Sen, yakînî bir imanla, tam bir rıza ile Allah için çalışmaya muktedir olabilirsen çalış; şayet buna muktedir olamazsan, hoşuna gitmeyen şeyde sabırda çok hayır var. Şunu da bil ki, Allah’ın yardımı sabırla birlikte gelir, kurtuluş da sıkıntıyla gelir, zorlukta da kolaylık vardır, bir zorluk iki kolaylığa asla galebe çalamayacaktır.”
Görüldüğü gibi, bütün cümleleri birbiriyle irtibatlı ve her cümlesinin kalbe nakşolması gereken bir hadistir bu:

“Allah’a karşı edebini koru ki, Allah da seni korusun.”

(...)

“Bollukta Allah’ı tanı ki, darlıkta da O seni tanısın.”

(...)

“İsteyince, Allah’tan iste.”

(...)

“Sabırda çok hayır vardır.”

“Allah’ın yardımı sabırla gelir.”

“Kurtuluş, sıkıntıyla gelir.”

“Zorlukta kolaylık vardır.”

“Bir zorluk iki kolaylığa asla galebe çalamayacaktır (Zorluk, iki kolaylık arasındadır).”

Gelin görün ki, bırakın hepsi de büyük hakikat dersleri yüklü her bir cümlesini tek tek dile getirmeyi, bu cümlelerin tamamını aktarmış olduğumuzda dahi, ortada bir ‘eksik rivayet’ sözkonusudur. Abdullah b. Abbas’a Resûlullah aleyhissalâtu vesselamın söylediği sözler bu kadardır, ama sadece bu sözleri rivayet ettiğimizde, hadisin bize öğrettiği ‘zaman ve zemin’ dersi gözlerden ırak olmaktadır. Halbuki, ilgili hadis rivayetini, bu peygamber sözlerinin hangi şartlarda söylendiğini de bildiren kısmıyla birlikte okuduğumuzdadır ki, hadisin içerdiği hikmet ve hakikat dersi tam kıvam bulmaktadır.

Bu hadisi, Efendimiz aleyhissalâtu vesselam, Abdullah b. Abbas’a, iki kişi baş başa oldukları bir ortamda söylemiştir.

Peki, nasıl bir ‘baş başa ortam’dır bu?

Meselâ, bir gün o sıralar en fazla onbeş yaşında olan Abdullah b. Abbas’ı yolda görüp bir kenara çekerek mi bunu söylemiştir?

Yoksa, bir haberci yollayıp evine çağırarak mı?

Yahut?

Tirmizî’nin aktardığı bu rivayetin baş tarafından anlaşıldığı üzere, Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselam, bu sözleri amcasının oğlu genç Abdullah’a, bir seyahat veya gezi esnasında söylemiştir.

Amcası Ebu Talib’in ortanca oğlu Cafer’in oğlu Abdullah b. Cafer’le, evlatlığı Zeyd b. Hârise’nin oğlu Üsame ile, hızlı koşmasıyla nam salmış Medineli genç sahabi Seleme b. Ekvâ ile, Abdullah b. Abbas’ın ağabeyi Fadl b. Abbas ile ve başka sahabilerle ilgili başkaca rivayetlerden de anlaşıldığı üzere, Resûlullah aleyhissalâtu vesselam cihad için, hac için veya başka bir sebeple devesine binip yola çıktığında terkisine bir sahabiyi almayı âdet edinmiştir.

Yeri geldiğinde, Hicret yolculuğunun son deminde olduğu gibi Hz. Ebu Bekir, yeri geldiğinde vefatından sonra Ehl-i Beyt’in yükünü omzunda taşıyacak Hz. Ali, yeri geldiğinde henüz yeni müslüman olmuş ve geri döndüğünde kavmine İslâm’ın haberini taşıyacak bir bedevî, Resûlullah aleyhissalâtu vesselam ile yol arkadaşlığı yapmak, devesinin terkisinde ona refakat etmek, onunla hususî sohbet edebilmek, hususî irşadına mazhar olabilmek imkânını bulmuşlardır.

Ve rivayetlerden anlaşıldığı üzere, çok özel durumlar hariç, böylesi seyahat zamanlarında Peygamber aleyhissalâtu vesselamın tercihi, nisbeten genç, hatta çocuk yaştaki sahabileri devesine bindirmek şeklindedir. Abdullah b. Abbas, ağabeyi Fadl, Cafer b. Ebu Talib’in oğlu Abdullah, Seleme ve Üsâme ile ilgili olarak gelen rivayetler bunun bir teyididir. Öyle ki, uzun yolculuklar bir yana, Medine civarındaki kısa yolculuklar esnasında dahi, Efendimizin yolda oynayan sahabi çocuklarından bugün birini, yarın bir başkasını devesinin terkisine bindirip gezdirme, bu esnada onunla hususî sohbet edip irşadda bulunma gibi bir itiyadı vardır.

İşte, Abdullah b. Abbas’ın bildirdiği hadis, tam kıvamını bu davranışın da bilinmesiyle bulmaktadır.

Resûl-i Ekrem aleyhissalâtu vesselamın her sözü hak, her cümlesi hakikattır. Ve doğruca onun mübarek lisanından tek bir cümle duymak için, onu görmeyen sonraki ümmeti belki bütün ömrünü ve sermayesini vermeye talip haldedir ama, o sahabilerine asla bizim dünden razı olduğumuz şekilde bir ‘kuru nasihat’ta bulunmuş değildir. O, ‘ikram’da bulunmadan ‘nasihat’ta bulunan biri değildir. Şemâil-i şerif kitapları, onun güzel ahlâkının bir nümunesi olarak mescidindeki sohbete dahil olanların boğazlarından bir yiyecek veya içecek geçmeden oradan ayrılmadıklarını haber verdiği gibi; bir genç, onun devesinin terkisine davet ve kabul edilmek gibi hususî bir ikram ve iltifatla birlikte onun kutlu nasihatını işitmiştir.

Buradan ise, bugünün ‘nasihat’ makamında olan mü’minlerinin alacağı bir ders muhakkak vardır.

Söylenen sözün güzelliği kadar önemli olan, Resûlullah aleyhissalâtu vesselamın “Yavrucuğum!” diye başlayan hitabında görüldüğü üzere, üslubun da güzelliğidir. Sözün ve üslubun güzelliği ile de lütf-u irşad tamam değildir.

Hakikatli bir sözü hakikatli bir güzel üslupla sunmanın yanısıra, bunun güzel bir ortamda söylenmiş olması gerekmektedir.

İşte ‘en güzel örnek’ aleyhissalâtu vesselam, genç sahabilerinin her birine nasihatta bulunurken, seyahat veya gezinti gibi göze ve gönüle hoş gelen bir zemini tercih etmekte; böylesi bir zeminde bir genci kendi devesinin terkisine davet etmekle en başta onu sevdiğini ve ona değer verdiğini ona hissettirip başkalarına da gösterdikten sonradır ki, yolculuğun akışı içinde uygun zaman, uygun zemin, uygun kıvamda ona nasihat etmektedir.

Hadis kitapları arasında dolaşırken ne zaman ‘devesinin terkisi’ ifadesiyle karşılaşsam, yüzüme tebessüm yayılır bu sebepten. Kaburga kemiklerin dahi genişlediğini, zira kalbime sevinç ve huzur dolduğunu hissederim hem.

Öyle bir nebi ki, ‘devesinin terkisi’ bile ümmetine nice dersler öğretiyor...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum