Mustafa ÖZCAN
Ümmete duvar olanlar
İslami önderler meşruiyetlerini kendilerinden değil, dayandıkları ümmetten alırlar. Bununla birlikte ümmet ile temsil ettikleri yapı arasında bir kaynaşma olmuyorsa bu taktirde ümmetle cemaatleri arasında bir köprü değil duvar haline gelmiş oluyorlar. Merhum Faslı ulemadan Zekeriya Ensari, El Fıtriye adlı eserinde bu meseleyi temellendirmeye çalışmaktadır. Bu kitap onun ‘Et Tadahhum es Siyasi’ kitabının veya o kitapta ele aldığı yöntemin daha ileri bir aşamasıdır. Onun devamı sayılır. Merhum Ebu’l Hasan en Nedevi de yazdıkları bazı kitaplarda ve yaptığı konuşmalarında bu meseleye temas etmiştir. Özellikle de ‘Üridü en etehaddese ila’l ihvan/İhvan’a Konuşmak İstiyorum’ kitabında bu meseleye parmak basmıştır. Bu vadide, hatırlatma babından benim İz Yayınları arasından çıkan Siyaset ve İtidal adlı eserim de konu etrafında yapılmış tartışmalardan oluşuyor.
Bu hususta Ebu’l Hasan en Nedevi’nin İmam Rabbani merkezli bakışıyla Bediüzzaman’ın bakışı arasında tam bir uyum var. Zekeriya Ensari de El Fıtriye kitabını ve öncesinde de et Tedahmum es Siyasi kitabını da bu zaviyeden yazmıştır. Bu zevat bu eserleriyle yöntemin doğrusunu ortaya koymuşlar ve İslami çabaları ihlas ekseni üzerine oturtmaya çabalamışlardır. Amaç, anı yakalamak babından ihlası yakalamaktır. Tecerrüt ve ihlas makamında Ebu’l Hasan en Nedevi ‘İhvan’a Konuşmak İstiyorum’ başlıklı eserinde ezcümle ilk İslam devleti ile günümüzde onu model alan siyasi hareketleri ve çabaları şöyle değerlendirmektedir: "Hükümet çatısı veya çatmak gayelerinden bir gaye olmamıştır. Yahut hedeflerinden birisi, rüyalarından bir rüya haline gelmemiştir. Ağacın büyümesi ve meyve vermesi gibi cihat ve davetin tabii ( iman ve İslam hizmetleri) bir meyvesi olmuştur. Amaçlanan gaye ile ortaya çıkan netice arasında büyük fark vardır (1)…” İllet davet, devlet ise hikmettir. Davet temel devlet veya hükümet ise bir dal ve sonuçtur. Sonucu esas almak ise ihlası kırar ve yöntemi bozar. Arabayı atın önüne sürmek, koşmak gibi olur. Risale-i Nur ile İhvan arasındaki farklar Ebu’l Hasan en Nedevi’nin temas ettiği hususlardır. Molla Ramazan da aynı itidal ve ihlas çizgisini temsil etmiştir. Bununla birlikte kanaatimce oğlu Said Ramazan el Buti ile torunu Tevfik tefrit çizgisinde yer almışlardır. İtidal çizgisini tutturdukları söylenemez.
*
Merhum Zekeriya Ensari, El Fıtriye kitabında hareketten davete geri dönülmesini istemektedir. Arap Baharına kadar bu mesele İhvan içinde de derin bir tartışma mevzusuydu. Zaman zaman bu meseleye temas ettik. Sözgelimi, Medrese-i Yusufiyeli dostlarımızdan Abdussettar Milici bu konularla alakalı birkaç kitap yazmış ve İhvan’dan siyasi alanı bırakarak davet alanına geri dönmelerini istemiştir. Bu tartışmalar yaşanırken araya Arap Baharı girmiş, tozu dumanı birbirine katmıştır. İhvan mürşitlerinden Muhammed Mehdi Akif meseleye alakasız bir zaviyeden bakmış ve bundan böyle cenaze levazımatçılığı bile yapsalar devletin bakışlarını üzerlerinden çekmeyeceğini ve kendilerine bu alanda da çalışma imkanı vermeyeceğini söylemiştir. Bu doğru olmakla birlikte sorunun cevabı değildir. Doğrudur zira İslamcıların ve İslamın önünü kesmek için Mübarek rejimi ihlad-ı mutlak çığırını desteklemiştir.
Bediüzzaman’ın Türkiye’de söylediklerini Mısır’a uyarlamıştır. Mübarek ve selefleri Kemalizmin Mısır’daki akislerinden başka bir şey değildir. Bediüzzaman Türkiye’deki durumu veciz bir biçimde şöyle analiz eder : “Sizi iğfal eden ve adliyeyi şaşırtan ve hükûmeti bizimle vatana ve millete zararlı bir sûrette meşgul eyleyen muarızlarımız olan zındıklar ve münafıklar, istibdad-ı mutlaka ‘cumhuriyet’ nâmı vermekle, irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla, sefahet-i mutlaka ‘medeniyet’ ismi vermekle, cebr-i keyfî-i küfrîye ‘kanun’ ismini takmakla hem sizi iğfal, hem hükümeti işgal, hem bizi perişan ederek, hâkimiyet-i İslâmiyeye ve millete ve vatana ecnebî hesabına darbeler vuruyorlar.” Mecelletü’l Ezher Yayın Yönetmeni Muhammed İmare, Mübarek rejiminin devlet çatısı altında zındıkayı barındırıp büyüttüğünü ifade etmiştir (2).
Araçları öne çıkartan siyasi yöntem, daveti ve İslam’ı gölgelemiş, tali unsurları öne çıkarmıştır. Kışır öne çıkmış, öz kaybolmuştur. Temel yerine sonuca odaklanılmıştır. Yeniden özü ortaya çıkarmak gerekiyor. Yoksa İslamiyeti güçlendirme adı altında İslamiyet küllendirilmektedir. Güç edinme çabaları zafiyete yol açmaktadır. Şahıslar ve cemaatlerin egosu öne çıkmaktadır. Zekeriya Ensari bu anlamda hareket ve cemaat asabiyetinden veya ucubundan bahsetmektedir. Hareket mensupları böylece kendilerinde ümmetin kalan fertlerine yukarıdan bakma cesareti bulabilmektedir. Bu da hem ferdi hem de cemaat egosunu beslemektedir. Sonuç ise ümmetin ve Müslümanların zararına oluyor ve Hutbe-i Şamiye’de ifade edildiği gibi Müslümanlar arasındaki manevi rabıtaları kırıyor, köreltiyor ve Müslümanları birbirine düşürüyor veya en azından yabancılaştırıyor. Buna karşı agah olmak ve yöntem pusulasını düzeltmek gerekmektedir. Bunun için tortulardan kurtularak halis dine yeniden avdet etmeliyiz. Allah rızası ve ihlası yegane pusula yapmalıyız. Kuruyan gönlümüzü ve bu dünyayı ancak bu şekilde yeşertebiliriz.
Fıtrata dönme çağrısı, bu mahzurları bertaraf etmeye matuf olarak gündeme gelmiştir. Zekeriya Ensari, hareketten yeniden başa dönmemiz gerektiğini söylüyor. Sahabe mesleğini esas alan İmam Rabbani de ‘yolların sonu başa dönmektir’ diyor. Yaşantımızla İslamiyete ayine olabiliriz. Yoksa onu temsil etmek kimsenin haddi ve harcı değildir. İmam Gazali’nin ifadesiyle gerçek imam Hazreti Peygamberdi. Sonradan gelen halifeler onun vekilidir. Hazreti Peygamberin irtihalinden sonra hakiki ve yegane İmamımız Kur’an’dır. Kur’an ve Sünnet adına yazılan kitaplar şeffaf ve geçirgen olmalıdır. Keza ümmet adına kurulan cemaatler ve onların liderleri de aynı şekilde ümmeti göstermeli ve ona basamak ve köprü olmalıdır. Bu alanda kusur işleyenler mecazi anlamda temsiliyet melekelerini kaybederler. Bediüzzaman, ‘ Kur'an ayine ister,vekil istemez’ demektedir. Ümmet de hadim ister ama efendi veya patron istemez. Kimse kendini ümmetin üzerine koymamalı ve ondan hizmet istememeli. Belki kendisi hadimi olmalıdır. Cemaatler ümmete geçirgen ve iletken olmalı kitaplar da Kur’an ve sünnete köprü ve iletken olmalıdırlar.
Bediüzzaman bu hususta şunları ifade etmiştir: “Hitab-ı Ezelînin timsali bulunan Kur'ân'a çevirmek üç tarikledir:
1. Ya müellifînin bihakkın lâyık oldukları derin bir hürmeti, emniyeti tenkitle kırıp o hicabı izale etmektir. Bu ise tehlikedir, insafsızlıktır, zulümdür.
2. Yahut, tedricî bir terbiye-i mahsusayla kütüb-ü şeriatı şeffaf birer tefsir suretine çevirip, içinde Kur'ân'ı göstermektir: Selef-i Müçtehidînin kitapları gibi, Muvatta, Fıkh-ı Ekber gibi. Meselâ, bir adam İbni Hacer'e nazar ettiği vakit, Kur'ân'ı anlamak ve Kur'ân'ın ne dediğini öğrenmek maksadıyla nazar etmeli. Yoksa İbni Hacer'in ne dediğini anlamak maksadıyla değil. Bu ikinci tarik de zamana muhtaçtır.
3. Yahut cumhurun nazarını, ehl-i tarikatın yaptığı gibi, o hicabın fevkine çıkararak, üstünde Kur'ân'ı gösterip, Kur'ân'ın hâlis malını yalnız ondan istemek ve bilvasıta olan ahkâmı vasıtadan aramaktır. Bir âlim-i şeriatın va'zına nisbeten, bir tarikat şeyhinin va'zındaki olan halâvet ve câzibiyet bu sırdan neşet eder…(3)”
Efalimizle İslamı izhar edersek; İnsanlık dalga dalga en büyük kaynaştırıcı pota olan ( melting pot) İslamiyette buluşacaktır. Beni beşere pişdar olacağız.
İslamiyete perde veya duvar değil ayine olmalıyız. Allah’ın sıfatlarına ayine olduğumuz gibi İslamiyetin letafetine de ayine olmalıyız.
1- http://www.asharqalarabi.org.uk/أريد-أن-أتحدث-إلى-الإخوان-(1-2)-_ad-id!305924.ks#.VPgrYas5k0U
2- http://islammemo.cc/culture-and-economy/2015/03/02/233569.html
3- Sünuhat | Kur´an´ın Hakimiyet-i Mutlakası | 46
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.