86 / Târık Sûresi

Târık sûresi Mekkidir, 17 âyettir. Adını ilk iki âyetinden alır. Sûre Mekke müşriklerinin müslümanlara eziyet etmeye başladıkları, bazı müslümanların ülkelerini terketmeye mecbur kaldıkları bir dönemde nâzil olmuştur. Târık sûresi kısa ve etkili cümlelerle hesap gününü vurgulamakta, her insanın ölümüyle kendisi için başlayacak olan bu ikinci hayatın hiç de uzakta olmadığı belirtilmektedir. Sûrenin son âyetinden çıkarılabilecek bu mânanın yanında Mekke müşriklerinin yakın bir gelecekte yenilgiye uğrayacakları yolunda bir yorum yapılması da mümkün görünmektedir. Nitekim sûrenin gelişinden yaklaşık on beş yıl sonra Mekke şehri İslâm ordusu tarafından fethedilmiş ve müşrik varlığına son verilmiştir.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

1-“Andolsun semaya ve Târık'a…”

Târık, kelime olarak yolda gidene denilir. Örfen gece gelen kimse için kullanılır. Sonra gece görülenlere kullanılır oldu. Ayrıca “şiddetle vurmak, çarpmak” manası da vardır. Mesela kapıya şiddetle vurulduğunda “ne oluyor?” denildiği gibi, Kur'anın mesajları da insanlarda benzeri bir heyecan meydana getirmektedir.

Not: Hz. Peygamber (asm) “Ey Rahman! Hayırla gelen târık hariç, gece ve gündüzün tavarıkından=ansızın gelivereninden sana sığınırım.” buyurmaktadır. (Bkz. Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir ilgili ayetin tefsiri)

2-“Bilir misin nedir Târık?”

Allah bu âyette târık kelimesinden maksadın ne olduğunu sormakta ve bunu kendisi bildirmediği sürece, Hz. Peygamber dâhil hiç kimsenin bilemeyeceğini ortaya koymaktadır.

3-“O, necm-i sâkıpdır.”

Necm-i sâkıp, ışık veren yıldız demektir. Sanki yıldız, ışığıyla karanlığı delmekte, ona nüfuz etmektedir. Yıldız, gecenin karanlığında parladığı gibi, manevi karanlıklar içinde bocalayan insanlara da Kur'an âyetleri öyle parlar, cahiliye karanlıklarını aydınlatır.

Not: “Tarık” kelimesini açıklayan “e’n-necmu’s-sakıb” ifadesi, belli bir yıldız için kullanılabildiği gibi, “geceleri ortaya çıkıp ışıklarıyla karanlığı delip geçen gökteki bütün yıldızlar” için de kullanılabilir. Kur’an-ı Hakim, muhataplarına bu geniş perspektifi kazandırmak için, bir çok manaya gelebilen “e’n-necmu’s-sakıb” ifadesini tercih etmiştir.

4-“(Andolsun o Semâya ve Târık’a ki:) Herkesin üzerinde mutlaka bir gözetleyen-denetleyen vardır.”

Lafzen: “Hiç bir nefis yoktur ki, başında bir denetleyici bulunmasın.” Her insan ilâhî gözetim altındadır. Âyet, üstte yapılan yeminin cevabıdır. Göğe ve yıldıza yemin edilerek başlanmasının sebebi, insanın dünyadaki hayatının daima bir ilâhî gözetim altında olduğu gerçeğinin önemine dikkat çekmek içindir. İnsanın başıboş bırakılmadığına, her an her yaptığının kaydedildiğine ve birgün hesaba çekileceğine delil mi istersiniz:

5-“Öyleyse insan hangi şeyden yaratıldığına (ibret nazarıyla) bir baksın!”

Allah, her insanın amelini yazan bir görevli olduğunu nazara verdikten sonra, ona başlangıcını düşünmesini bildirdi. Bununla ilk yaratılışına bakarak mahşer günü diriltileceğini bilsin ve amellerini kaydeden meleğe, akıbetini kolaylaştıracak şeylerden başkasını yazdırmasın.

6-“O, atılgan suyun bir kısmından yaratıldı.”

Ayette geçen ve “atılgan su” olarak meallendirilen “dâfik” kuvvetle ve şiddetle dökülüp atılan demektir.

Ayet metnindeki “bir kısmı” manasına gelen “min” edatı ise, insanın bu sıvının tümünden değil bir parçasından yaratıldığı anlatılmaktadır. Nitekim hadis-i şerifte vardır ki; “Suyun hepsinden çocuk olmaz.”(Müsned, III, 49, 59, 93) Ayrıca, ayette geçen “mâ” kelimesinin sonundaki tenvin de küçümseme, değersizlik, âdilik ifade eder ki, değersiz, basit bir sudan yaratıldığına işarettir.

Not: Burada geçen suyun hangi cinsiyetin suyu olduğu belirtilmemiştir.Bu, sadece erkeğin suyu olsaydı Kıyame 37. ayette olduğu gibi meni diyebilirdi : “(İnsan) akıtılan meninin bir kısmından (oluşan) bir nutfe (zigot) değil miydi!”

Allah, insanı nutfeden yaratmıştır. (Nahl 4) Nutfe, erkek ve kadın üreme hücrelerinin birleşiminden oluşur.Bunlar, kadının da erkeğin de cinsiyet hücreleri üreme suyu (sıvısı) içinde tazyikle rahime doğru atılır. Üreme sıvısı içinde atılan eşey hücreler rahimde buluşur ve döllenme meydana gelir. Bu iki su / sıvı rahimde birbirine karıştığı için âyette tekil halde “su” olarak zikredilmektedir.

7-“Bu, sulb ile teraib arasından çıkar.”

Bazı müfessirlerimiz “sulb ile teraib” ifadesini erkek ile kadından kinaye olarak anlamıştır. Bununla erkeğin ve kadının genital sistemine vurgu yapılmaktadır. Karşılıklı olarak ikisinden aynı uyum ve zaman içinde çıkan sperm ve yumurta rahim kanalında buluşarak rahimden içeri giren döllenmiş yumurta insanın yaratılışına başlangıç teşkil eder.

Not: Sûrenin 5-7. âyetlerinde “insan kitabı”na dikkat çekildikten sonra, asıl maksada tekrar dönülmüş ve âhirete iman konusuna vurgu yapılmaktadır:

8-“Elbette O, onu (ölümünden sonra hayata) döndürmeye de kadirdir.”

İşte, insanı böyle yaratan Allah, elbette onu öldükten sonra yeniden hayata döndürmeye ve hesaba çekmeye de kâdirdir!

9-“Bütün sırların / gizli hallerin ortaya çıkarılacağı gün;”

Gün gelir, bütün gizli haller ortaya dökülür…Hesap günü gizli ameller açığa çıkar, insanın içindeki temiz ve kirli duygular birbirinden ayrılır.

10-“Artık onun için o gün ne bir kuvvet vardır, ne de bir yardımcı…”

İşte o gün insanın sırlarının açığa çıkmasına ve cezalandırılmasına ne kendi engel olabilir, ne de bir başkası...Kıyamet günü Allah’ın hükmettiği cezaya karşı insanı koruyacak bir güç bulunmayacaktır.

11-“Andolsun o dönüşlü semaya...”

Sema, üzerimizdeki âlemi ifade eder. âyetteki “es-semâ’” kelimesi “uzayı ve gök cisimlerini”, “zâti’r-rac‘ı” yani “dönüş sahibi oluşu” da “onların hareketini ve başlangıç noktasına dönüşlerini” ifade etmiş olabilir. Nitekim Zâriyât 7’ye göre göğün yörüngeleri vardır. Yörüngeye sahip olmak, onu takip etmeyi, bir anlamda “dönüş hareketi” yapmayı gerektirir. Kur’ân’da “sistemin bozulup dönüştürülmesi” ve “mahşer için sistemin yeniden inşa edilmesi” anlatılmaktadır. Buna göre ayette, âlemin âhiret için yeniden şekillendirilmesinden olarak anlaşılabilir. (Bkz. Mehmet Okuyan, Kuran Tefsiri)

Not: Kur’anın ilk muhatapları Araplar, bulutların denizin buharını yukarıya doğru taşıyıp ardından yere indirdiğini kabul ederlermiş. Bu nedenle göğün bu şekilde nitelendirildiği ifade edilmektedir.

12-“Ve o çatlayıp yarılan arza…”

Yeryüzünün yarılması, ondan biten bitkilerle ve çıkan sularladır.

Not: Sûrenin başından itibaren gelecek 13-14. âyetlerin mesajına dikkat çekilmekte, adeta zihinler buraya hazırlanmaktadır. “Semâ’ya, Târık’a, dönüşü olan göğe ve yarılan yeryüzüne yemin edilmesi” Kur’ân’ın hak oluşuna iman edilmesine ve konunun önemine yönelik bildirimlerdir.

13-“Gerçekten o (Kur’an), ayırt eden bir sözdür!.”

Kur'an, hakkı batıldan, hidayeti dalaletten ayırır. Yaratan, elbette yarattığını bilir ve ona göre hükmeder. Gerçeği net olarak ifade eden söz, Kur'anın beyanıdır.

14-“Ve o anlamsız bir lakırdı değildir.”

Âyetteki “mâ” olumsuzluk edatının peşinden bâ/bi edatının getirilmesi, ilgili meselenin hiçbir şeklinin düşünülemeyeceğini ortaya koymaktadır. Buradan hareketle, âyet “Kur’ân -haşa- laf olsun diye söylenmiş boş bir söz değildir. İçinde abes bir şey yoktur. Zira o, âlemleri yaratan Zatın Kelamıdır” mesajını içermektedir. Konunun ciddiyetini ortaya koymak için olsa gerek, ayette geçen “el-hezl” kelimesi Kur’ân’da başka hiçbir âyette, hiçbir varlık için kullanılmamaktadır. Sadece Kur’ân için ve sadece bu âyette geçmesi, Kur’ân’ın ciddiyetsizlikle hiçbir ilgisinin olmadığını ortaya koymayı amaçlamaktadır. (Bkz. Mehmet Okuyan, Kuran Tefsiri)

15-“(Buna rağmen) onlar vargüçleriyle bir tuzak kurarlar.”

Buna rağmen kafirler, iftiralar, sinsi propagandalarla zihinleri bulandırıp Kur’an’dan uzaklaştırmak amacıyla birtakım entrikalar düzenliyor, plânlar kuruyorlar.

16-“Ben de bir tuzak kurarım.”

Ben de önce mühlet verip sonra cezalandırmak suretiyle tuzaklarına karşılık veririm. Hiç ummadıkları bir şekilde onları yavaş yavaş helak ederim.

Not: Kafirlerin cezası kafirlerin suçu olan “tuzak kurmak” ile anlatılmıştır. Tıpkı “Kötülüğün karşılığı onun gibi bir kötülüktür.” (Şûra, 40), “Allah’ı unuttular, Allah’ta onlara nefislerini unutturdu.” (Haşr, 19) ayetlerinde olduğu gibi…

17-“(Ey Resûlüm!) Öyleyse o kâfirlere (Rabbinin hükmü gelinceye kadar) mühlet ver; onlara birazcık süre tanı.”

Onları biraz kendi hallerine bırak, onlardan intikam almak için uğraşma. Veya onların helâkini istemede acele etme!

Not: Bu ayette geçen:

Mehhil: Bu kelimede uyarı manası vardır. Yani “Allah’tan onların helâk olmasını isteme! Ve Allah’ın onlar hakkındaki tedbir ve takdirine sabret.” demektir.

Emhilhum: Bir mühlet veya belli bir vakit onları terk etme, onlardan uzaklaşma manası vardır.

Rüveydâ: Kısa bir zaman anlamındadır. Az bir zamanda gerçekleşen bir olay için kullanılır. Bazen Araplar hızlı gelişen hadise karşısında da bu kelimeyi deyim içerisinde kullanırlar. Ayrıca “Rüveydâ” kelimesi az veya yakın manalarına gelir. Onlara azıcık mühlet ver. Bu söylemin arkasında bir tehdit ve uyarının olduğu düşünülebilir. Çünkü Cenâb-ı Hak, “Rüveyda” kelimesiyle kâfirlere isabet edecek olanın yakın olduğunu ifade ediyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum