Caner KUTLU
Zamanın önünde yürümek
Gelecek umudun tarlasıdır.
Günün zorlaması karşısında sıkılan insanın gözü zamanın önünde yürümekle kendine bir rahatlık sağlamaya çalışıyor.
Zamanın önünde yürümek, çoğu, tahminler şeklinde gerçekleşiyor; yolundan çıkması durumunda ise bir kumara dönüşebiliyor. Günümüzün bazı sorunlu akılları sayesinde birgün sonrasını doğru tahmin edene bile ödül veriliyor, servet vaad ediliyor. Bu nedenle "matematik bilmeyen halkın oyunu" olarak bilinen piyango gibi kumarlar rağbet görüyor.
Bediüzzaman da bir piyango kumarına malının yarısını verilmesinin bu zamanda aklın kabul ettiği bir tavır olarak değerlendirildiğini söyleyerek, buradan başka çok yüksek bir geleceğe ve zenginliğe götürecek bir vaade misal gösteriyor.
Geleceği tahmin etmenin ve bu tahmin üzerine bahis kurmanın günümüzde matematik bilenlerinin de en popüler uğraş alanlarından olduğu bir vakıadır. Bunun için son yüzyıldır pek çok teori ve hesaplama yöntemi geliştiriliyor.
Said Nursi'nin ilk gençlik döneminde, zihnini fazlaca yorarak, üzerinde çalıştığı alan olarak olasılık hesaplamaları konusundaki yetkinliği, Bediüzzaman sıfatının içindeki müthiş zekasının bir parçası kabul edilir.
Molla Said'in çözümünü yaptığı ve hakkında bir risale neşrettiği (maalesef bir yangında kaybolmuştur) problemlerden bir tanesi şu şekilde anlatılır:
"Bir gün Tahir Paşa’nın meclisinde şöyle bir sual mevzu oldu: Onbeş tane Müslüman ile, onbeş gayr‑ı müslim farz edilerek, birbiri ardı sıra dizilince, (Yani, bir Müslüman ve bir gayri müslim şeklinde birbirlerinin arkasında dizildiğini farz edersek) onbeş defa kur’a çekilecek, her defasında kur’a daima gayr‑i müslime isabet ettirilmek matlubdur. Taksimi nasıl yapılacak? Bediüzzaman:
‑Bu mes’elenin yüzyirmi dört ihtimalli durumu vardır, diyerek, buna göre hemen taksimatını zihninden çözer ortaya kor. Hem der:
‑Bundan daha müşkülünü ben kendim icad ederim ki: ikibin beşyüz ihtimalli durumlusunu yaparım diyerek; elli ferd Müslüman ile, elli de gayr‑ı müslim farz olunan meseleyi iki saat zarfında zihninden halledip yapar ve Tahir Paşa'ya bir risale halinde ibraz eder."
***
Haşir bahsi de, insan aklına, yaşanan zaman sınırları içinde düşüyor. Bu nedenle, akıl için haşir bir matematiktir. Hz. Ali de bu şekilde yaklaşıyor (kendisine ithaf edilen bir şiirde, biri müneccim biri tabip olan kişilere karşılık): "eğer haşir yoksa ben birşey kaybetmem, eğer varsa sen herşeyini kaybedersin" diyor.
Bediüzzaman da bu akılla yaklaşıyor: herşeyin bir işlevi ve gereği varsa dünyanın ve insanın da gereği vardır, bu ise, haşirle gerçekleşecek, kaldığı yerden yeni bir gelecektir.. ve ispatını bunun üzerine kuruyor.
Tersten gelerek de: eğer yoksa, o zaman dünya, geçirdiği süreçler, insan ve yaşamı bir saçmaya dönüşecektir ve o zaman herşey mutlak saçmaya dönüşecek ve bütün sistem ve akıl da saçmaya dönüşecektir.. o zaman bu düşünmek de olmayacaktır, ve baştaki varsayım da olmayacaktır ve herşey bir abesiyete dönüşerek hiç olacaktır, şeklinde bağlıyor.
Halbuki herşey vardır, görüyoruz. Demek ki, haşir ve ahiret vardır, sonucuna ulaşıyor.
***
Kur'an bize her halukarda zamanın üzerine çıkabilmeyi mümkün kılıyor. Ayat-ı Kur'aniye geçmişin gerçek tarihini, geleceğin hakikat müjdeleri ile birlikte öğüt olarak veriyor. Yani, "âlem-i guyub lisanı, şehadet alemiyle konuşuyor"... Uzay-zaman zeminine indirerek matematiğini ortaya çıkaracak yetenekler de buradan teviller ve yorumlar çıkarabiliyor.
Risale-i Nur'da bazı ayat-ı Kur'aniyenin tarih veya sayısal olarak karşılıklarının çıkarıldığı ve buradan bazı tevil ve yorumların yapıldığı görülecektir. Cifir ya da ebced hesabı denilen bu yöntem sayılar ile harflerin, çokluk ile anlamların zaman içindeki ilişkilerini ortaya çıkaran bir disiplin olarak düşünülmüştür.
Elbette, buradaki, kesinlikten daha çok, yakınlaşmaya göre bir önyargı ile oluşmuş mühendisliktir. Eğer böyle bir ilişki varsa, yani her sözün zaman içinde yayılan dalgasal bir yapısı varsa bunun en doğru ve gerçek yansıması, tecellisi, şüphesiz Kur'an harfleriyle olacaktır.
Kur'anın yalnızca manası değil hurufu da mucizevi bir dizilişe sahip olmalıdır. Burada i'cazdan icaza, mananın yüksekliği ve zamanın tümüne yayılması ile icazdan kelimatın, mananın mucize seviyesinde mükemmel dizilişi (nazm-ı maani), belagat-i Kur'aniye ve sonunda kelimatın her bir harfinin konumu ve diziliş biçimi ile sayısal karşılığını, yani dilin matematiğinin de zamanın tümüne yayılmış bir mucize olması şeklinde seri oluşturmasıdır.
Kur'an her ilmin nihayetini çizdiğinden ve gaybı sadece Allah'ın bilmesi ile Kur'an kelamının gaybi işaretlerinin de bulunabilmesi için insana yol açıldığı bilinecektir. Bediüzzaman'ın "i'cazın beyanı" dediği, mucizenin ispattan ayrı olmadığını ve hatta önemli bir metodojik unsuru olduğunu gösteriyor.
Başta Kur'anın muallimi olan Efendimiz'in (asm) hadis-i şerifleri buna en mükemmel örneklerdir.. Müminlere Kur'andan bir çok müjdeleri çıkaran Efendimiz başta cennet ve cehennem pek çoğu gayb olan zamanın ilerisindeki gerçek yüzleri ve mekanlarıyla ümmetine müjdelemiş, kafirleri de korkutmuştur.
Mirac-ı Nebevi ile bu fermanlar aynelyakin olarak Efendimize görünmüş, bu kez kainatın bütününe ispat edilmiştir (yani ispat tamamlanmıştır).
Bu şunu da açıklamaktadır: Bizim için haşrin ve cennet ve cehennemin vücudu, gelecek olduğu için, aklen yüzde doksan dokuz iken mi'raç ile yüzde birlik kısmı Efendimiz için tamamlanmış olmuştur.
***
Efendimiz'in (asm) ümmetine büyük bir hediyesi olarak getirdiği namaz ise, günün hesaplara boğulan insan aklı ve ruhu için bir teneffüs pencereleridir. Zamanı planlaması yanında geleceği görerek merakını gidermenin ve rahatını bulmanın yoludur. Yine, bu yüzden, namaz, (bizim için) yüzde doksan dokuz bir olasılıkla gelecek olan haşrin ve cennetin biletidir.
Demek ki gerçek akıl ve olasılık, zaman servetinin yirmidört birini namaz biletini almak suretiyle bu "büyük piyango"ya katılmakla rahatlarken, aklın ötesinde kalp ve ruh da yine namaz sayesinde rahatlıyor.
Şükür ki: "...cisimleri ruh kuvvetinde ve hıffetinde ve hayal sür'atinde olan ehl-i Cennet" olabilmek 'şansını' yerinden ve zamanından sıkılan ve bunalan her bir insana vereceğini vaat eden bir Halıkımız var.
Vaad etmişse elbette verecektir.
Sözler adlı eserinin Dördüncü Söz'ünde hikaye edilen iki hizmetkârın yolculukları sürecinde yaptıkları hesaplamaları, her bir insanın, derinlerinde bir çok defalar yaptığı düşünülürse, Bediüzzaman'ın "iki kere iki dört derecesinde kat'i" yaklaşımını gelecek adına büyük bir Kur'anî ışık olarak akla, kalbe ve ruha yollamak yararlı olacaktır.
Son olarak: Kur'an-ı Kerimde mü'minlerin sıfatları sayılırken: "...ve Allah’ın koyduğu sınırları hakkıyla koruyanlardır." (Sûre-i Tevbe, 112) denilerek büyük şeriatla çizilmiş "imkan ve şerait" bağlamının her işte korunması ögütleniyor.
Bunu, her halükarda, ümitle korku arasında bir 'zamanda yürümek' şeklinde de düşünebiliriz.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.