Zeki KAMİLZÂDE
Ekrem İmamoğlu, Atatürk'ü, Beşşar Esed'e nasıl düşman etti?
Orwell'ın 1984'ünü sık sık anıyoruz. Anmak da lazım muhterem kârilerim. Neden? Çünkü 'diktatörlükler çağı'na dair önemli öngörüleri olmuştur. Mesela: Bunlardan birisi kitaptaki 'Geçmiş Bakanlığı'yla ilgilidir. Evet. 'Seküler otoriter rejimlerde' zaman 'geçmişten geleceğe doğru' akmaz. Ya? Daha çok 'geleceğe göre geçmiş' yazılır. Hatta, gelecek tasavvuru değişirse, geçmiş de ona göre değişir. Ezelî hasımlarınızın 'ezelî dostlara' dönüşür. Kadim dostlarınız 'kadim düşmanlara' evrilir. Türkiye'de resmi tarih yoluyla işte bu yapılmıştır. Kemalist-seküler-otoriter bir ütopyaya göre herşey yeni baştan kurgulanmıştır. Türklük, artık müslüman değildir, Ortaasya'dan gelen şamandır. Kürtler-Araplar, beraber küffâra karşı konulan cihad arkadaşları değildir, sırttan vuranlardır. Yani, gelecek 'Batı'da düşlendiği için, geçmiş de 'Şark'tan koparılmıştır...
Ekrem İmamoğlu, 9 Aralık 2024'te, İsmail Küçükkaya ile Yeni Bir Sabah programına konuk oldu. Olsun efendim. Gözümüz yok. Olabilir tabii. Koskoca belediye başkanı. İstediği programa gider. Değil mi ama? İple İBB'ye mi bağlayacağız? Başkan diye hep belediyede duracak hâli yok. Kayak da yapar. Programa da katılır. Fakat iş orada kalmadı muhterem kârilerim. Çünkü gündem sıcaktı. Suriye diktatörü Beşşar Esed nihayet devrilmişti. Yüzbin elhamdülillah. Elbette Türkiye başkanlığına gözkırpan bir belediye başkanı da mevzua dair birşeyler söylemeliydi.
Öhöm. Herşeyin kolayı var. Teknoloji çağındayız. Evet. Hemen Google Hoca'ya soruldu. O da 'kendisinden sonra her konuya dair en çok sözü olan' o kişinin beyanatlarından bir bukle sunuverdi. Şaşırdınız şimdi. "Google Hoca'dan sonra bu âlemde her konu hakkında sözü olan o kişi kimdir?" diye merak ediyorsunuz. Cık, cık, cık. Kendi hazinelerimizden ne kadar bihaberiz. Elbette cevabı belli... O kişi Atatürk'tür.
Atatürk'ün, zamanında yaşansın-yaşanmasın, her meseleye dair izahı, tespiti, lafı gediğine koyması, analizi, hatta muhtemel durumlar hakkında 'Ya tutarsa...' önerisi vardır. Sağlığında gaflet edip herhangi bir konu hakkında konuşmayı ihmal etmişse eğer, ki gayet mâkul olan da budur, çünkü kısa ömür herşey hakkında konuşmaya yetmez, o boşluğu da kemalistler doldurur. Ne yapsınlar? Boş mu versinler? Atalarına "Bu hususu da nasıl es geçmiş yahu!" mu dedirtsinler? Olur mu hiç? Kusur kadı kızında da bulunur. Önemlisi telafisinin mümkün olması. Atatürk de, rakıyı fazla kaçırdığı gecelerde, bazı şeyleri kaçırmış olabilir. O kaçırdı diye yani? Konuşmadı diye konuşmasın mı yani? Hiiiç! Hem zaten asıl sihir de buradadır. Kişi, konuştuğu şeyler hakkında zaten konuşmuştur, esas 'konuşmadığı şeyler hakkında konuşması' müthiş olur.
İşte, Ekrem İmamoğlu da, Atatürk'ün söylevleri hakkında iyiden iyiye 'fal kurabiyesine' dönen internetten birşeyler indirmiştir. O indirdiği şeylerde de denilmektedir ki: “Birgün, birinci cihan harbinden sonra Ortadoğu’da kurulan suni devletlerin halkları ayaklanacaktır. O gün geldiğinde, yeni kurduğumuz cumhuriyetimizin yöneticileri, bu halkların değil emperyalist güçlerin yanında yer alırsa aynı akıbete kendileri uğrayacaktır ve Kurtuluş Savaşında yedi düvele haddini bildiren Türk halkı onların da hakkından gelecektir…” Tabii, bir belediye başkanının, tarih metadolojisine sahip olması beklenemez. Yani şöyle birşeyi soramaz: "Yahu daha İkinci Dünya Savaşı diye birşey yaşanmamış, Atamız başladığını görmeden ölmüş, neden burada Birinci Dünya Savaşı diye bahsediyor?" Evet. Mantığa daha yakın olan 'Cihan Harbi' deyip geçmesi. Ancak Atatürkçüler burada mevtanın bir kerametine daha işaret etmeyi ihmal etmiyorlar: "Düşünsenize ya. Daha 'ikincisi' olmayan birşey hakkında 'birinci' diyebiliyoooor! Oy yaaa. Süper yaaa. Bomba yaaa. Bayılıyorum Atatürk'e. Oha falan oluyorum. Atam, sen kalk, ben yatam..."
Yahu, adamı kaldırıp, kendinizi yatırmanıza gerek yok. Zaten adamın yatmasına izin vermiyorsunuz ki. İzin vermemenizden sürekli birşeyler demek zorunda kalıyor. Ekrem Bey de, metni okuduktan sonra, diyor ki: "Mustafa Kemal Atatürk bunu kime söylüyor biliyor musunuz? ‘The Saturday Evening Post’ dergisinin yazarı Isaac F. Marcosson'a Temmuz 1923'te söylüyor." Peki hakikaten söylüyor mu? Amaan boşver. Ne karıştırıyorsun böyle şeyleri. Atatürkçüler mutlu. CHP mutlu. Torbacılar mutlu. Bu mutluluk tablosunu bozmaya hiç gerek var mı?
Fakat 'malumatfuruş.org' tam 'saadet düşmanı' olduğundan şöyle bir makale yayınlamış: "Atatürk’ün Ortadoğu Halklarının İsyanına İlişkin Kehanet Vecizesi Asparagas." Deniliyor ki orada: "İleri görüşlülüğüne dair şehir efsaneleri uydurulmamış olur mu hiç? Atatürk’ün 1923 yılında ‘The Saturday Evening Post’ dergisinin yazarı Isaac F. Marcosson’a verdiği röportajda Ortadoğu’da kurulan suni devletlerin halklarının geleceğine ilişkin söylediği iddia edilen sözler bunun bir örneği. (...) Isaac F. Marcosson’un kaleminden çıkan Anadolu gezisindeki izlenimlerine ilişkin 'Kemal Pasha: Conflict in Turkey' başlıklı yazı metninde böyle bir sözün varlığına rastlanılmamaktadır. İlk kez Prof. Dr. Ergun Özbudun tarafından çevrilerek Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi’nin 1 Kasım 1984 tarihli birinci sayısında yayımlanan 'Türkiye’nin Kuruluş Yıllarında Bir Yabancı Gazetecinin Ankara Yolculuğu ve Atatürk’le Görüşmesi' başlıklı metinde de bu sözler yer almamaktadır. (...) Sonuç olarak, Atatürk’ün Amerikalı gazeteciye verdiği röportajın tam metnine kurgusal elementler uydurulduğu görülmektedir." Pöf. Hadi bakalım. Buyur buradan yak. Hayır, neden Atatürkçülerin Harikalar Diyarına bu kadar müdahale ediliyor, anlamıyorum. Garipler de öyle iman ediyorlar işte. 'Tanrı' diyen var. 'Yarı Tanrı' diyen var. 'Peygamber' diyen var. "Milli içeceğimiz rakıdır!" diyen kitlenin nasıl bir tarih yazması bekleniyordu ki?
Gözümün nuru Bediüzzaman da bir yerde söylüyor zaten: "Mutaassıplara hücum eden Avrupa'nın kâselisleri, herbiri yüz mutaassıp kadar meslek-i sakîminde mutaassıptır. Bunlardan birisi Shakespeare medhinde ettiği ifratı, şayet bir hoca o ifratı Şeyh Geylânî medhinde etseydi, tekfir olunacaktı. Heyhat! Bunların neresinde millete muhabbet ve millet için hamiyet?" Üstelik şöyle bir durum da var: Mustafa Kemal'in(!) bu tarz kerametleri her nedense 'şapkadan tavşan çıktından sonra' akla geliyor. Yani, Suriyeliler, gördükleri zulme karşı direnirken CHP'liler hiç Atatürk'ten böyle alıntılar yapmıyorlar. Seyahat kartlarında bile indirimlerden faydalandırmıyorlar. Ne bileyim, CHP'li belediyeler, Bolu Beyi lütfen alınmasın, vergileri katlıyorlar. Fakat iş terso oldu mu, gelsin alıntılar, gitsin anekdotlar, yıkılsın Esed, kahrolsun emperyalizm... "Eh, madem halkına-hukukuna-mücadelesine bu kadar düşkündünüz, peki neden başından beri enselerinde boza pişirdiniz?" denilmez mi?
Peki Esed'in gitmesine sahiden seviniyorlar mı? Yok vallahi. Iıı-ıh! Bence hiç sevinmiyorlar. Mültecilerin gitmesine seviniyormuş gibi yapsalar da o da gerçek değil. Evet. Zeki Kamilzade kardeşinizin kanaatleri bu yönde. Yazılandan-çizilenden üç sebebi varmış gibi anlaşılıyor bu durumun: 1) Yıkılan esadist diktatörlükle kemalist rejimleri arasında bağ kurduklarından. 2) Kazananlar sünni oldukları için kendilerini her şekilde kaybetmiş saydıklarından. 3) Erdoğan'ı iç siyasette sıkıştırdıkları bir malzemeyi nihayet ellerinden kaçırıyor olduklarından... Fakat şu mezkûr maddeler hakkında yazmayı ertelemek mecburiyetindeyim. Sözü epeyce uzattım. Daha fazla sıkılmanızı istemem muhterem kârilerim.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.