Acaba sadece dünya için mi yaratıldık?

İnsan bu dünyada ebedî kalmak için değil, ebedî hayatı kazanmak için gönderilmiştir. Dünyada niçin bulunduğunu araştıran ve soruşturan bir insan bu hususta ölçüyü ve dengeyi bulmakta zorlanmayacaktır. Allah Resûlü aleyhis-salatü vesselam, Hz. Ömer’in (r.a.) oğlu Abdullah’ın şahsında insanın bu dünyaya gönderiliş sebebini; “Dünyada kendini bir misafir ve yolcu gibi gör.” şeklinde özetlemiştir

O halde ebedi hayatın yolcusu ve bu dünyaya bir misafir olarak gönderilen insan, burada ne kadar ve ne ölçüde dünyaya ve ahirete çalışacak?

Bunu Peygamberimiz (a.s.m.), bir hadis-i şeriflerinde: “Dünya işlerinizi derli toplu ve düzgün yapınız. Yarın ölecekmiş gibi de ahirete çalışınız.”[1] Şeklinde formüle etmiş.

O halde bu hadis-i şeriften insan için iki türlü çalışmanın olduğunu anlıyoruz. Biri dünya hayatına, diğeri ahiret hayatına ait olan çalışmadır. “Dinimiz ikisini birbirinin tamamlayıcısı olarak kabul etmektedir. Zira dünyayı ahiretten ayırmak imkânsızdır. Ruhumuz bedenimizle nasıl kaynaşmış ise ahiret de dünya ile öyle kaynaşmıştır. Ahiret âlemi, bu dünyanın iç cephesi, yani ruhu hükmündedir. Hangisi ihmal edilse öteki yarım kalır.

Kur’an, insanın dünyadan elini eteğini çekmesini, kendini tamamen ibadete vermesini ve Allah’a daimî bir yalvarış-yakarış içerisinde bulunmasını istememektedir. Kur’an, kendisine tabi olanların tamamen dünyaya yönelmelerini, sırf dünya için çalışmalarını ve maddeye karşı aşırı hırs göstermelerini de kabul etmez. Zira bu iki anlayış da doğru değildir.

Çünkü sadece dünya için alabildiğine çalışmak; sevgi ve yardımlaşma bağlarını kesmeye, rahmetten mahrum kalmaya, katı kalpliliğe alışmaya, açgözlülüğe ve cimriliğin alışkanlık haline gelmesine, kin ve düşmanlık sebeplerinin artmasına, madde-perestliğin artmasına, zevk-ü sefa içine ve dünyanın süslerine dalmaya sebep olur.”[2]

Kur'ân-ı Kerim'de, "Allah'ın sana ihsan ettiği bu servetle ebedî ahiret yurdunu imar etmeye gayret göster, ama dünyadan da nasibini unutma!"[3] buyrulmaktadır.

“Bu âyet-i kerimeden açıkça anlaşılacağı gibi Kur'ân, dünyaya dünya kadar, ahirete de ahiret kadar çalışılmasını istemektedir. Mü'minlerin dünyaya ait işleri de ahiret hesabına olduğundan o da bir mânâda ahiret sayılır. Yani onlar, dünya için çalışırlar, kazanırlar ve kazandıklarıyla Allah yolunda işler yaparlar. O da ahiret için olur ve ahiret hesabına geçer. Ancak burada esas olan husus, bütün himmetin ahirete tevcih edilmesi ve dünyanın ahiret hesabına işlettirilmesidir. Yoksa hadis diye söylenen sözde ifade edildiği gibi dünyanın zatına değer vermek şeklinde değil.”[4]

Hiç ölmeyeceğini zanneden biri gibi çalış, yarın ölecek biri gibi de tedbirli ol."[5] hadis-i şerifinde, dünya ve ahirete ait işlerin ciddiyetle ele alınması gerektiğine bir vurgu vardır. Yarın ölecek olan bir insan, dünyaya taparcasına kalbini bağlamaz, samimi ve ciddi bir şekilde ahiretine yönelir ve ahireti için bir çaba gösterir. Hiç ölmeyecek olan insan da, dünya işlerini ahiret işlerine basamak yapacak şekilde çalışmalı. O zaman yapılan dünyevi çalışmalar ahiret hesabına geçmiş olur. Böylece dünya ve ahiret dengesi de kurulmuş olur.

Ayrıca İslam Dininde “bir lokma bir hırka” diyerek, ‘Müslümanları tamamen dünyadan soyutlayıp, onları kasıtlı olarak zavallı bir görüntüye büründürmek felsefesi yoktur. Dünya ve ahiret işlerini dengeli götürmek vardır.”[6] Çünkü İslam; Kuran ve sünnetin ölçüleri doğrultusunda olmak şartıyla sürekli yenilenmeyi, çağın gereğine göre yetişmeyi, temiz, güzel ve örnek olmayı esas alır.

Peygamber Efendimiz (a.s.m.): "Veren el alan elden hayırlıdır."[7] hadisleriyle, Müslümanları, yardım edilen değil yardım eden el olmaya teşvik ediyor. Yani verebilmek için çalışıp kazanmak gerektiğini ifade ediyor. Ayrıca hadiste veren el alan elden daha üstündür denmiyor. ‘Daha hayırlıdır’ diyor. Çünkü bazen fakir, bazen de zengin Allah katında daha üstün olabilir. Çünkü üstünlük parayla değil, ihlas ve takva iledir.

Peygamber Efendimiz başka bir hadis-i şerifte:

“Sizin hayırlınız dünyası için ahiretini, ahireti için dünyasını terk etmeyendir”[8] buyurarak, İslam’ın dünya ve ahiret dengesini kurmaya yönelik olduğunu göstermektedir. İslam Dini; ruhbanlıktaki gibi tamamen dünyayı terk etmeyi kabul etmediği gibi, Yahudiler gibi dünyaya taparcasına aşırı saldırmayı da kabul etmez. İnsanlara dünya ve ahiret hayatını ihmal etmeden her ikisine birlikte çalışmayı tavsiye eder.

Burada bu manaları güçlendiren şu ayetleri de hatırlayabiliriz:

“İnsanlardan öyle kimseler vardır ki, “Rabbimiz! Bize (nasibimizi) dünyada ver” derler; böyle kimseler için Ahirette bir nasip yoktur. Onlardan öyle kimseler de vardır ki, “Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik, Ahirette de iyilik ver ve bizi Cehennem azabından muhafaza eyle”derler.[9]

Yine Kur’anda, Karun’a nasihat edenlerin şöyle dediği zikredilir:

“Allah’ın sana verdiği servet ile ahiret yurdunu ara; dünyadan da nasibini unutma; Allah sana nasıl iyilik ettiyse sen de öyle iyilik et.” [10]

Aynı hakikate işaretle Üstad Bediüzzaman da şöyle der:

“Âhiret ve dünya dengesini korumak ve her vakit ümitle korku arasında bulunmak maslahatı gerektirir ki; her dakika hem ölmek, hem yaşamak mümkün olsun.”[11]

O halde Müslüman, dünya ve ahiret işlerini birlikte götürürken, önceliği ahirete ait işlere vermelidir. Çünkü Kur'an ve hadisler, bize sürekli dünya hayatının geçici olduğundan, kalıcı ve ebedi olan ahiret hayatı için hazırlık yapmayı hatırlatır. Bu iki farklı yaklaşımı birleştirecek olursak: Bediüzzaman; insana verilen aşırı hırs, inatlı istek, hararetli muhabbet gibi duyguların ağırlıklı olarak ahireti kazanmak ve kısmen de dünya işlerinde kullanmak için verildiğini şöyle anlatır:

Müslüman; "Kırılacak şişe pahasına (cam fiyatına) daimî bir elmasın fiyatını vermez; istikamet ve lezzetle hayatını geçirir. Dünyaya ait işler, kırılmağa mahkûm şişeler (cam parçaları) hükmündedir; bâki olan ahiret işleri ise, gayet sağlam elmaslar kıymetindedir.

İnsanın fıtratındaki şiddetli merak ve hararetli muhabbet ve dehşetli hırs ve inatlı talep ve hâkezâ (bunlar gibi) şedit hissiyatlar (şiddetli duygular), umur-u uhreviyeyi (ahiret hayatını ve işlerini) kazanmak için verilmiştir. O hissiyatı (hisleri), şiddetli bir surette fâni dünya işlerinde sarfetmek, fâni ve kırılacak şişelere, bâki elmas fiatlarını vermek demektir."[12]

"İnsan, verilen manevi cihazları ve duyguları, eğer dünyada ebedî kalacakmış gibi sadece nefis hesabına kullansa, israfa ve abesiyete sebeb olur.

Eğer hafiflerini dünya işlerine ve şiddetlilerini ahiret işlerine sarfetse, övülmüş güzel ahlakın kaynağı olan ahlak-ı hamideye sebeb olur." [13]

Bediüzzaman’ın ‘hafif ve şiddetli’ olmak üzere ikiye ayırdığı hisleri biraz daha açmaya çalışacak olursak: “Mesela gelecek endişesi bir duygudur. Bunu kısmen dünya hayatını kazanmak, ama ağırlıklı olarak kabirden sonraki ahiret hayatını kazanmak için verildiğini, bir şeyi aşırı derecede isteme arzusu olan hırs duygusunu; hakikî makam olan manevi mertebeleri kazanmada, Allah’a yaklaşmada, ahiret için azık elde etmede ve hakikî mal olan salih amellerde kullanmak için verildiğini, inad duygusunu; çok değerli ve ebedi olan imani hakikatlerde, İslami esaslarda ve ahrete ait hizmetlerde kullanılabileceğini ifade eder.”

Yine,  ”insanın mâhiyetine konan öyle mânevî cihâzât ve lâtifeler (maddi ve manevi duygular) vardır ki; bazılarının dünyayı yutsa doymayacağı; bazılarının da bir zerreyi dahi kendinde barındıramayacağından bahseder. Başın bir batman taşı kaldırdığı halde, gözün bir saçı bile kaldıramadığı gibi; bazı lâtifelerin, bir saç kadar bir sıklete, yani gaflet ve dalâletten gelen küçük bir hâlete dayanamayacağını ifade ediyor ve "Mâdem öyledir, hazer et, (sakın) dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dâne, bir lem'a,(parıltı) bir işâret ve bir öpmekle batma!"[14] diyor.

“Evet, bazen bir lokma, bir dâne, bir öpme ya da bir bakma insanı batırabilir. Bazen bir televizyon, bir bilgisayar ekranı farkında olmadan insanın kalbinin ölümüne sebep olabilir. Meşrû dairedeki lezzetler keyfe kâfî iken ve gayri meşrû dairede, bir zevk içinde binlerce elem bulunuyorken bu hakikati görmezlikten gelme kalbi ölüme sürükler. Bazen şahsın riyakârca bir sözü veya davranışı onu manen öldürebilir. Kalb ve ruhu felakete sürükleyebilir. Hak edilmeyen haram bir lokma yiyenin gönül dünyasını mahveden bir manevi bir zehir olabilir.”[15]

Öyleyse, öncelikleri ebedi hayatı kazanmak ve iman ve Kur’an hizmetinde bulunanların bunlara dikkat etmeleri gerekir. Bu konuda hassasiyet göstermeyen bir insan İslâm adına sürekli bir heyecan yaşamıyorsa, sadece nefsini suçlamalı, yorgunluk ve bitkinliğinin sebeplerini; ihmal ettiği bu hususlarda aramalıdır.

Evet, insanda bazı lâtifeler vardır ki, gösterilen bir ihmal veya hata neticesinde sönebilir. Tekrar dirilmeleri ancak Allah’ın yardımıyla olabilir. Adeta toprağın üstünde çürümeye terk edilen çekirdek ve tohumlar gibi. Fakat bunları, ebedi hayatımızda ve manevi alemimizde güller gülistanlar açan çiçekler hükmüne getirebiliriz. Nasıl mı?

İşte o çare: Allah için işleyiniz, Allah için görüşünüz, Allah için çalışınız. Lillâh, livechillâh,(Allah için) lieclillâh (Allah rızası) dairesinde hareket ediniz.  O vakit sizin ömrünüzün dakikaları, seneler hükmüne geçer.”[16]

Konuyu özetleyecek olursak: İnsanın fıtratını yani tabiatını ve karakterini değiştirmesi, söküp atması mümkün değildir. Fakat bazı alternatif eğitim, yöntem ve teknikleriyle bu hislerin yüzünü ve yönünü değiştirmek suretiyle ahirete çevirme yoluna gidilebilir. Hepimizde bulunan kin, düşmanlık ve nefret duygularını kardeşlerimize, arkadaşlarımıza veya birlikte çalıştığımız kişilere değil, ebedi hayatımızın mahvı için bizi günah işlemeye zorlayan nefsimize ve din düşmanlarına yönlendirmekle negatiften pozitife çevrilebilir.



[1] Feyzü’l-Kadir, 1:532

[2] Prof. Dr. Mehmet Soysaldı

[3] Kasas sûresi, 28/77

[4] Fethullah Gülen

[5] Câmiu’s-Sagîr, 2:12, Hadis No:1201

[6] Nihat Hatipoğlu

[7] Müslim, Zekât, 106

[8]Kenzül Ummal. C.3.s.238. 6336.

[9] Bakara, 200-202

[10] Kasas, 77

[11] Sözler, 24. Söz

[12] 9. Mektub

[13] 9. mektub

[14]  Ondördüncü Nota, Üçüncü Remiz

[15] Fethullah Gülen, Canlı ve Zinde Kalabilmek

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.