Misafir Kalem
Aktör
Üniversiteyi kazandığı yıl ailesi çok sevinmişti. Mühendis olacak memleketine dönecek ve büro açacaktı. Babası, “O zamana kadar emekli olurum.. Kahveye mi gideceğim gelir büronda otururum..” demişti..
Kendi düşüncesinde ise mühendis olmak yoktu. Ailesinin baskısıyla bu okulu kazanmıştı fakat hedefindeki okul bu değildi.. Tiyatrocu olmak istiyordu. Küçüklüğünden beri tek hedefi buydu.. İstanbul’a yakın bir şehirde üniversiteyi kazanmıştı. Bundan sonrası kolaydı.
Bir gün pılını pırtısını toplayıp İstanbul’un yoluna vurdu kendisini.. Önceleri ucuz bir otelde sonraları parası kalmayınca parklarda yattı.. Sonunda mizah oyunları oynayan tiyatroların birinde ufak bir rol kaptı. Ayrıca dekor kurmaya yardım ediyordu. Getir götür işlerini de ona yaptırıyorlardı. En çok zoruna giden ise ona içki aldırmalarıydı.
Tiyatronun sahibi oldukça meşhur bir sanatçıydı. Verdiği para ile otelde kalamayacağını bildiğinden tiyatroda kulis odasında yatmasına izin vermişti. O da bunun karşılığında sahnenin ve kulislerin temizliğini yapıyordu.
Çok dikkatli bir şekilde provaları ve oyunları izliyordu. Her gün Aktörlükle ilgili yeni şeyler öğreniyordu..
Tiyatro ekibinin çoğunluğu alkolikti. Ayık gezen neredeyse yok gibiydi.. Bazen son vapuru kaçıranlar evin yolunu bulamayanlar Tiyatroya gelir orada bir köşede uyurdu… Sabah kalktıklarında hemen alkol içmezlerse kendilerine gelemezlerdi. Akşamdan şişenin dibinde bir parça bırakırlar sabah ilk işleri onu içmek olurdu. Buna doping derlerdi…
O zamanlar kendisi ile çok mücadele verirdi.. Burada ne işinin olduğunu sorgulardı. Kılamadığı namazlarının, yapamadığı ibadetlerinin karşılığında kazancının ne olduğunu düşünürdü.. Aslında kazancının değil de kaybettiklerinin hesabını yapardı.
Kadın oyuncuların bazıları da alkolikti.. İçlerinde orta yaşlı birisi vardı. İkide bir rahat edemezsen benim evime gel orada kal der dururdu. Sonradan bu kadının esas gelirinin tiyatroculuk olmadığını öğrendi..
Onu burada tutan sahneye çıktığı andaki heyecandı… Karşıda seyirci kendisini seyrederken onun rolünü yapması.. Bu çok güzel bir duyguydu. Gerçi ufak bir roldü fakat tüm sanatçıların yürüdüğü yol bu yoldu. Önce ufak roller sonra başrol.. Başrol oynadığını hayal ederdi. Akşamları yalnızken sahneye çıkar salonun dolu olduğunu düşünürtek başına oyunlar oynardı..
Tiyatronun en önemli isimlerinden, başrolü oynayan ve aynı zamanda oyunu yöneten orta yaşın üstünde bir aktör vardı. Kendisi ile ilgilenir zaman zaman sahnede nasıl durması sesini nasıl kullanması gerektiği ile ilgili bilgiler verirdi. En çok içki içen oydu sahneye sarhoş olmadan çıkmazdı.
Bir gece vakti tiyatroya gelmişti orada kalacaktı. Yanına çağırdı önce delikanlıyı biraz seyretti sonra;
“Delikanlı benim esas ismim Avak ..Evet, ben Ermeni’yim… Avak ne demek biliyor musun? Büyük demek… Babam balıkçılık yaparmış, ben büyüyünce büyük bir adam olayım diye annem bu ismi vermiş. Sen iyi çocuksun.. Geldiğinden beri aynı kaldın bozulmadın..Biz içki içeriz fakat buradaki Müslümanlar da içiyor… Neyse geçen bir filim teklifi aldım bana imam rolü verdiler. Dedim yahu ben Ermeniyim bilmiyor musunuz?. Biliyorlarmış.. Fakat en dindarımız sensin dediler.. Zaman zaman kiliseye giderim…” Sızmış kalmıştı..
Birkaç gün sonra önemli rollerden birini canlandıran Cem o kadar çok içmişti ki sahneye çıkamadan uykuya dalmıştı.. Uyandıramıyorlardı. Avak çok kızmıştı. Perde açılmalıydı. Kendisine bakmıştı..
“Delikanlı.. Kaç aydır bu oyunu seyrediyorsun. Bu sarhoşun rolünü sen oyna” demişti.
O gece hayatının dönümü oldu. Harika bir oyun sergiledi. Seyirci ayakta alkışladı. Herkes çok memnundu. Sahneden inince içini kemiren boşluk onu yerden yere vurdu adeta. İçindeki boşluğu doldurmalıydı. Abdest aldı, bavulunun en altında duran seccadeyi çıkardı kıbleye doğru açıp namaza durdu.
Allah’ın huzuruna varmanın mutluluğu her şeyin üstündeydi. Adeta kendinden geçmişti. Kalbinin huzur içinde attığını hissediyordu. Gözlerinden yaşlar akıyordu.. Secdeye vardığı zaman kalkamıyordu. Seccade ıslanmıştı. Vücudu titriyordu.. İç hesaplaşma yaşıyordu, burada kazandığı ne vardı kaybettiği neler vardı. Sahne iyiydi.. Heyecan vardı. Alkış vardı ve şöhret.. Fakat sefih bir hayat yaşıyordu. İbadetlerini yapamıyordu.
Selam verdiğinde herkesin onu seyrettiğini gördü. Tüm tiyatrodakiler şakın bir haldeydi. Sonra kahkahalarla gülmeye başladılar.. Delikanlı hepsini tek tek inceledi.. Sonra yalnız Avak kaldı diğerleri gitti. Avak yanına yaklaştı ayağa kaldırdı sarıldı ve ağlamaya başladı.. Bir müddet sonra kendine geldi, elini cebine attı bir tomar para çıkardı ve delikanlının cebine koydu;
“Evlat sen dediğim gibi çok iyi bir insansın.. Buralarda bozulmanı istemiyorum.. Git okulunu bitir.. Bu dünyadan uzak dur.. Ve bana dua et.”
Aynada kendisine makyaj yapan elli yaşlarındaki adam yaklaşık otuz yıl önce yaşadıklarını hatırlamıştı. O gece okuluna dönmüştü. Mühendis olmuş ve içinde yaşayan tiyatro sevgisini kalbine gömmüştü. Sonra fırsatlar oluşmuş amatör olarak sahneye çıkmıştı. Şimdide “Zübeyir Gündüzalp“ adlı tek kişilik oyunu sahnelemek üzere hazırlanıyordu.
Yavuz Osman
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.