Ana kucağı Adıyaman

Rahmetli şefkali anneciğime kavuşuyor hissine kapılıyorum Adıyaman’a her gelişimde. “Kardeşim” sözü diline çok yakışan ve kalbden gelen muhabbetle “Kardeşimmm” derken sanki sıcacık kalbinde korunduğumu hissettiğim kutlu müjdeye kavuşmalarını bütün ruhumla arzu ettiğim ablalarım ve kardeşlerimin diyarı Adıyaman.

Adıyaman ile ilk tanışmam epey maceralı olmuş idi. Risale Akademi’nin tertiplediği “Din Hizmetlerinde İhlas” sempozyumu vesilesi ile ilk defa geldiğim Adıyaman’da pek çok ilki yaşadım. Hayatımda ilk defa kaçırdığım uçak Adıyaman uçağı idi ve iki defa üst üste Adıyaman uçağını kaçırınca “Adıyaman beni kabul etmeyecek mi acaba” düşüncesi ister istemez zihnimi ve kalbimi meşgul etti.

Adıyaman’ı tanıdıktan ve ihlas şehri tabirine liyakatını gördükten sonra Adıyaman ile imtizaç etmenin her kişinin kârı olmadığın idrak ettim.

Zaman içinde tanıştığım insanlardan Adıyamanlı olanlar artık benim için daha özel bir anlam taşıyor idi. Hüseyin Yılmaz gibi bazı sempozyumlar vesilesiyle tanıdığım Adıyamanlı yazarları daha bir merak ile takip etmeye başladım.

Adıyaman’da okuyan üniversiteli samimi talebe kardeşlerimin büyük şehirlerin büyükleri önemsemez tavrına inat büyüklerine olan hürmeti muhafaza eden tavırları daha bir cezb ve celb etti beni.

Bu yazıyı Adıyaman’da iken yazmak nasib oldu hamd olsun. Sıcağı sıcağına paylaşmak manayı daha güzel muhafaza ediyor. Henüz bu sıcacık muhabbet hâlesinin içinde iken hislerimi paylaşmak istedim.

Merhum müşfik ve mübarek Dursun Kutlu amcamız için bir yazı yazmayı sağlığında iken onunla görüştüğümden bu yana istiyorum. Evvela etraflıca tarihsel bir araştırma ve yakınları ile röportajlar yapmak suretiyle, çalakalem değil üzerinde çalışılıp ciddi emek verilmiş bir yazı yazmayı arzu ediyorum Allah nasib ederse. Nefsimin tembelliği sebebi ile yapamadıklarımı, daha doğrusu yapmadıklarımı “nasib değilmiş” diyerek nefsimi temize çıkartmaktan Rahman-ı Rahîm olan Rabbime sığınıyorum.

Merhum ve vakur Dursun Amca ile görüştüğümüzde hep bekledim ki üstadımız hakkında bana gizemli ve kimsenin bilmediği bir şeylerden bahsetsin. Maşallah barekallah Dursun amca o kapıyı hiç açmadı. Ekseriyetle hanım talebeler daha çok böyle mistik gizemli hâtırat kabilinden şeylere apaçık hakikatlerden daha ziyade kıymet ve ehemmiyet vermelerine aşinalığı ve benim de o talebimi fark etmişliği sebebi ile de bu gibi konulara hiç değinmediğini düşünüyorum. Ve bu çok mühim bir ders oldu benim için.

Kur’an’ın parlak hakikatleri varken menkıbelerle duygulanmak bizim meslek ve meşrebimize yakışmıyor. Risale-i Nur’un dersinde en ulvi hakikatler okunurken uyuklayıp da hisleri coşturan evliya menkıbelerinden biri anlatılınca hanımların büyük bir aşk ve iştiyakla ağlayarak “yaaaa yaaa” demeleri hakikaten Risale-i Nur’un mesleği açısından rencide edici bir durum. Allah affetsin biz de evvelden işittiğimiz veya okuduğumuz bazı evliya menkıbelerini mevzu bahis ediyoruz zaman zaman lâkin bu asırda bunların zemini yok. Fevkalade iman sahibi ve imanının gereklerini titizlikle yerine getirenlere ve kalbi çalışanlara hitap ediyor o menkıbeler. Kıssadan nasıl hisse çıkaracağımızı ise biz Birinci ve İkinci Lem’a gibi eserlerden öğreniyoruz. Elbette evliyalar Allah’ın has kullarıdırlar fakat biz onların yaşadıklarından hisse alabilecek kabiliyette değiliz. Aklımıza bürhan gerek. Ara ara coşan hisler bizi istikamette tutmaya yetmiyor.

Ulvi hislerimiz tetiklenince fevkalade ve harikulade huşu içinde ibadetler edip o hisler sönünce taş gibi hareketsiz ve Allah anıldığında tepkisiz kalan hallerimiz hastalıklarımızın ne derece derin olduğundan haber veriyor.

Allah ve Resulüne (asm) yakınlığımız dalgalanan hislerimizin dalga boylarına mı bağlı olmalı yoksa istikrarlı ve bizi denge ve istikamette tutan bir daimi teyakkuz hâlini netice veren daimi huzur daimi kurbiyet mi matlubumuz?

Kendimi evimde gibi rahat ve huzurlu ve bir muhabbet hâlesinin içinde mahfuz hissettiğim Adıyaman tanıdığım günden bu yana içimde gittikçe büyüyen sevgisi ile hayatımda çok mühim bir yer tutuyor.

İdrak ediyorum ki muhabbet ve uhuvvet ve tesanüd ve teavün olmadan Risale-i Nurun hizmeti olamaz. Soğuk kaba tesirsiz ve sathi kalır. Faziletfuruşluk nevinden kendini satmaya meyil veren tevazusuz kibirli büyüklük ile Risale-i Nurun hizmeti görülemez. Onun hizmetkârı olmak ancak lahikalardaki düsturlar ile mümkündür. Evvel ahir tavsiyesi enaniyeti terk benlikten tecerrüd olan Üstadın, insanların nefislerini tahakkümle ezen ve Allah için vakf-ı hayat etmeye azmetmiş insanları hakir görüp azarlayan, onların patronu gibi kendini gören sözde hizmetkârlara ihtiyacı olduğu kanaatinde değilim. Haddimi aşmaktan Allah’a sığınırım lâkin Allah için vakf-ı hayat edenlere zorluk çıkaranları ve onlara elinden gelen imkanları sunmak yerine “zaten Allah için her şeyinden vaz geçmiş onu rahat ettirmemiz gerekmez” düşüncesinde bulunanları hoş görmüyorum.

Gittikçe sayısı azalan vakıfları bir âmir gibi kalacakları mekanı kısıtlamak ve hizmet edecekleri şehirleri dayatmak hem kendileri huzurlu hizmet etsinler hem bulundukları beldeye faydaları olsun demek yerine “buraya gideceksin orada ihtiyaç var senin şartlarının ağırlığı hizmetinin sevabını arttırır” demek ne kadar mâkul acaba.

Allah’a şükür ki bu gibi hallere fazla şahit değilim buna rağmen beni ziyadesiyle üzüyor. Bir insan dünyasından vaz geçmiş olabilir ama bizim bu sebeble onun dünyasını kendisine iyice dar etmeye hakkımız var mı?

Haşa ve kella Adıyaman ilimiz bu gibi tarz ve tavırlardan uzaktır. Başka şehirlerde işitmişim bu halleri ve elbette erkek vakıflar için daha ziyade mevzu bahistir. Beni incittiği için bu konuya değinmek istedim esasen başka bir yazının konusudur.

Zıt zıddını çağrıştırdığı için Adıyaman’ın Risale-i Nur’a ve hizmetkâlarına müşfik bir şekilde kucak açması ve imkanlar sunması, vakf-ı hayat edenleri rencide eden ve şartlarını ağırlaştıran ve imkan var iken sıkıntıda bırakan tavırları hatıra getirdi.

Elbete vakıf ağabeylerimiz kendileri bu sıkıntıları asla dile getirmezler edeb ederler ben ise üzüntü ve sevinçlerimi burada paylaşıyorum. Birilerine haşa amirane ne yapacağını söylemek değil maksadım ne vazifem ne de ağırlığım var. Fakat üzüldüğümü dile getirmeden de edemem. Allah için vakf-ı hayat edenler her şeyin en iyisine layıklar kanaatindeyim. Kendimiz en azından kendi yaşam şartlarımıza yakın şartlar onlara sunmak için çalışmamız üzerimize bir vazife değil midir? Sadece dualarından ve ilimlerinden istifade etmeyi mi nazara almalıyız yoksa onlar için ne yapabiliriz diye bir derdimiz mi olmalı? Eğer menfaatperest değil de diğergam isek ikincisini yaparız elbette. Bir de mübarekleri ve mübarek yerleri kendi maddi menfaatine hizmet ettiği sürece el üstünde tutmak tavrı var ki hiç değinmek bile istemiyorum şimdi bu konuya.

Bilemiyorum âsude bir yazının içine nefis ve şeytanın ilkaatıyla mı girdi bu mevzu yoksa bazı vakıf abilerimizin sıkıntılarına üzülmüşlüğüm mü beni bunu yazmaya sevk etti.

Adıyamandaki ihlas muhabbet uhuvvet ve tesanüdün bütün illerimize hüs-ü misal olması temennisi ile Adıyaman’a, Adıyaman’ın mübareklerine, Ebuzerr-i Gıffari Hazretleri ve Saffan Bin Muattal hazretlerine, Mehum Dursun Kutlu Ağabeyimize ve berzahta ve dünyada olan bütün abla ağabey ve kardeşlerimize selam olsun, Allah’ın Rahmet ve bereketi sekinet ve hıfz ve inayeti üzerlerine olsun. Rabbim şefaatlerine nail eylesin. Sevdiklerimizle beraber eylesin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
6 Yorum